Ferhat Aslan der ki: ‘’Kayboldum… Kaybettiniz beni…’’
Yazar: Ayşe KUTLUHAN
Biraz sitem, biraz kırgınlıklarla bırakmıştık geçtiğimiz bölümü ve bu bölüme bel bağlayarak direnmiştik hepimiz bir hafta boyunca. Beklediğimize, bel bağladığımıza değdi mi peki? Değdi… Hem de çok şahane değdi… En son taş ev bölümünü böyle ağzım kulaklarımda seyretmiştim, diyebilirim ve itiraf etmeliyim ki kendi kahkaha seslerimden bölüm boyunca replikleri hep kaçırdım. İdrak edebilmek için zevkle bir kez daha izledim… ‘’Sadece bir kez mi? Milyon kere izlenir .’’ diyenleri duyabiliyorum şu an. Evet, izlenir… Bin kere de izlenir, milyon kere de izlenir… Her ne kadar geçişlerde kopukluk olsa da sahneler muhteşem, replikler efsaneydi diyebilirim. Her karaktere çok güzel anlamlar yüklenmişti bu bölümde. Aslı ve Ferhat’ın yanı sıra Yiğit’in amcalık heyecanı ile restoranı ayaklandırması, Suna’nın sanki kendi hamileymiş gibi sevinmesi, Yeter’in yeni torun heyecanı ile Aslı’ya sarılması, Abidin ve Gülsüm arasındaki repliklerinden tutun da Aslı, Dilsiz ve Hülya üçgenine kadar her şey tam lezzetindeydi…
Kaçışı yok değil mi? Lafı ne kadar uzatırsam uzatayım, nerelerden dolanırsam dolanayım eni sonu Aslı ile Ferhat’a gelmek zorundayım bir şekilde. Çok kalbime dokundu bu bölüm ikisinin de kırgınlıkları. İnat, gurur ve kibri koy bir kenara ne kadar yara açmışlar birbirlerine, hem de bile isteye… Dökülüp saçıldılar bölüm boyunca. Ben iki haftadır Ferhat’ın ‘’ Sen benim umut ışığımdın.’’ repliğinde takılıp kalmıştım. Belki de bundandır ki Aslı’yı anlasam da hoş görmek istemedim hiçbir zaman. Hipokrat yemini vardır bir doktorun, hasta hiçbir zaman yüzüstü bırakılamaz ve kim olursa olsun tedavi edilir. Ferhat da bir hastaydı, tam kurtulması için sinyal vermişken yüz üstü bırakılan… ‘’Kimsem kalmadı diye bağırdın ya… Ben buradaydım biliyor musun?’’ diyen Ferhat’ın repliği nasıl oturduysa içime en az onun kadar ‘’Neredeydin o zaman?’’ diye soran Aslı’ya Ferhat’ın ‘’Kayboldum… Beni kaybettiniz…’’ dediği bu replik de oturdu içime… Aslı yokken aşina olduğu bir hayatı vardı, Ferhat’ın, hangi köşede sıkışıp kalsa bir şekilde bulurdu yolunu. Anladığı bir dili vardı, yabancılık çekmediği. Sonra Aslı girdi hayatına, sevda dokundu yüreğine… O kadar güzel işledi ki onu orada Aslı, inandı Ferhat ve güvendi sırtını dayayacak ve kalbini ona emanet edecek kadar. Aşkı öğretti ona Aslı, âşık olmayı öğretti ama tam aşkı yaşacağı zaman, düşmeyi hatırlattı ona yeniden Aslı… Sahi en son ne zaman düşmüştü Ferhat? Ben söyleyeyim; 12 yaşında babasını kaybettiği zaman… Öyle acımıştı ki canı, inandığı her şey tek tek yerle yeksan olmuştu… Şimdi tekrar kayboldu Ferhat, Aslı’nın gidişi ile babalık duygusunun getirdiği o korku arasında kayboldu. Onu oradan bulup çıkartabilecek tek kişiydi Aslı. Yalnız savaşmaktan yorulsa da Aslı’dan başka kimse Ferhat’a yolunu-yönünü bulduramazdı asla. Herkes konuşurdu ama o bir tek Aslı’yı duyardı. Bir tek Aslı ona “Sen baba oluyorsun!” derse canı yürekten nerde, hangi konumda olduğunu fark ederdi Ferhat…
‘’Kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan insanlar ölüme gözü kapalı giderler.’’ cümlesi ile kapatmıştım geçen haftaki bölüm yorumumu. Yiğit’in ‘’Ağabey gitme!’’ diye yalvarışlarını görmeyecek kadar kör, duymayacak kadar sağır olmuştu Ferhat hayata, elindeki tek umut ışığını da kaybettiğini öğrendikten sonra. Zira herkesin yolu ayrıydı… Yiğit’in kendi hayatı ve küçük çekirdek bir ailesi vardı. Gülsüm’ün de elinden bir şekilde Abidin tutmuştu. Ama onun tutunacak dalı kalmamıştı. Kalan dalları ise o tuttukça kırılmaya başlamıştı. Tıpkı Aslı gibi… Ancak Yiğit de bu kez yine, yeniden ağabeyini kaybetmemek için onu yaralayacak kadar karartmıştı gözünü. Sonunu düşünmeden hiç tereddüt etmeden çekti tetiğiyle de gösterdi bunu… Bu kez Ferhat için ölüme gözü kapalı gitmek hiç kolay olmayacaktı. En az Aslı kadar zorlamaya kararlıydı Yiğit onu…
Son nefesini veren bir insan son bir mucize ile yeniden hayata tutunur ya… İşte Ferhat için öyle bir şey olsa gerek bebeğinin yaşadığını öğrenmek. Aslı’nın ‘’Yapamadım… Kıyamadım bebeğimize.’’ dediği andaki Ferhat Aslan’ın bakışlarına, boğazında düğümlenen kelimelere binlerce anlam yükleyebilirim ben. Araf’ta kalmak böyle bir şey olsa gerek. Kızgınlık, kırgınlık, öfke; mutluluk ve heyecan her şey birbirine karıştı ve ne diyeceğini bilemeden attı arabadan dışarıya kendini Ferhat… Ben Ferhat’ın Aslı’ya ne kadar kızsa da onu anladığını tahmin edebiliyordum… Hepimiz de az çok bunu görebiliyorduk eminim. Ancak ‘’Yarana bakabilir miyim?’’ diye soran Aslı’ya, ‘’Hangisine? Buna mı? Kardeşim sıktı, sıkıntı yok… Buna mı bakacaksın? Bu biraz acıyor… Karım sıktı!’’ diyerek o karanlıktan ne kadar çıkmak istediğini, ne kadar Aslı’ya tutunduğunu ve nasıl yıkıldığını ifade etti Ferhat aslında… Adeta bir düelloydu o sahne. Her ikisinin dilinden dökülen kelimeler birbiri ile yarışır şekildeydi… ‘’Hangi karın? Boşayacağın karın mı?” , ‘’Çocuğumu benden kaçıracak olan karım sıktı?”, ‘’Aldır dediğin çocuğun mu?”…
‘’Niye geldin?’’ ler havada uçuşurken bir türlü inatla gururla itiraf edilemeyen onca şey vardı aslında içlerinde ama hiç gözlerini kırpmadan da ‘’Beraber yaşayamıyorsak beraber ölelim…’’ lerle beraber silahları çekebiliyorlardı kendilerine… İkisi de farkındaydı aslında… Aslı’daki can Ferhat’a, Ferhat’taki can artık Aslı’ya aitti ve Ferhat Aslan’ın unuttuğu bir şey vardı: Aslı’nın taşıdığı o canı artık kendi de taşıyordu yüreğinde. Dönüp arkasını gitmek bu kadar kolay olmayacaktı, hiç şüphesiz… Aslı ‘’Gitme!’’ diyerek yüreğini durdurmaya çalıştı, Ferhat ‘’Yapma!’’ diyerek kalbine dokunmaya çalıştı… Son raddeydi, birbirlerine seslerini duyurabilecekleri son raddeydi… Ve duydular da… Aslı durdu, Ferhat kaldı… Bundan sonra hissedilecek tek şey küçük Aslan olacaktı elbette…
Bu bölüm Aslı’nın da Ferhat’ın da bütün beklentilerini kırgınlıklarını, kızgınlıklarını dile getirdiği bölüm oldu. Enfes bir şekilde sözleri ile kapışıp düelloya girdiler. Sonucu kazanan bence küçük Aslan olacak tabii ki… Artık ikisinin de söz hakkı yok bu ilişkide. Haa, bu demek değildir ki evliliği küçük Aslan kurtardı. Asla onaylamadığım bir şeydir bir bebeğin yuva kurtaran etken olarak görülmesi. Sadece bazen bir insanın hayata daha sıkı tutunabilmesi için bir mucizeye ihtiyacı vardır. Hayata sıkıca tutunabilmek için de bir bebekten daha güzel bir mucize olmasa gerek beni nazarımda…
Ufak notlarım:
- Entrika dersek bu dizide en çok sevdiğim oldu İdil ve Cüneyt ikilisi… Ancak bu kadar yakışırlar birbirlerine. İdil’in taa bebeğini aldırdığı ilk günden bu yana, bir şekilde intikam peşinde olduğunu düşünmüştüm hep ki öyle de oldu. Cüneyt’e verdiği son bilgi ile adeta Namık’ın ayağına sıktı diyebilirim. Azad Baba’nın evindeki yüzleşme sonucu patlayan silah, kime neden nasıl sıkıldı hiçbir fikrim yok. Bana göre Azad Baba bu kadar kolay Namık Emirhan’ı yok etmez…
- Abidin ve Gülsüm cephesi sizce de muhteşem olmadı mı? Allah’ım o ne güzel cilveleşmeler öyle… Gülsüm beni geçen hafta çok korkutsa da bu hafta net niyetini belli etti. Onlara sevinirken bir yandan Yeter’e kızdım. Yahu, be kadın bunları herkes evli biliyor zaten neden bir hata olsun! Bırak onlar da bir şekilde mutlu olsun artık. Bence çok hak ettiler. Bir sal artık…
- Yiğit, bu bölüm ağabeyine sonsuz destek olan kişi oldu. Ferhat’ın her şeyi ilk kardeşi ile paylaşması benim için çok anlamlıydı. Artık yalnız değildi, konuşup dertleşebildiği birileri vardı. Gerek Yiğit’in Ferhat’ı vurduğu sahnede gerekse Ferhat’ın Yiğit’e Aslı’nın hamile olduğunu söylediği sahnedeki konuşmaları muazzamdı. Çok çok fazla güldüm. Her replik efsaneydi. Favorim: ‘’ İyi vurdun iyi.’’ ve ‘’Senin derdin ne lan bu tekerlerle?’’ replikleri…
- Gelelim Jülide Hanım’a… Hiç sevmedim. Yaptığı her şey çok gereksiz geldi bana ve bu yüzden onu konuşmak dahi istemiyorum, net…
- Son olarak Aslı ile Ferhat’a değinecek olursam; Ferhat’ın Yiğit’le konuştuktan sonra eve gittiğinde Aslı’nın yatakta uyuduğunu ve Ferhat’ın gidip ona sırtından sarılmasını hayal ettim, ne yalan söyleyeyim. Ama işte Ferhat Aslan bu, bir kalemde değişemeyeceğini biz de biliyoruz. Bebeğin kalp atışlarını dinledikleri sahnede kaybolabilirim. Ferhat’ın o tatlı mimikleri heyecanı seyretmeye değerdi. Aslı’ya dokunmak isteyip de dokunamaması da cabası. En azından Aslı bunu fark etti. Yatak sahnesi efsane! Ferhat’ın çocuk gibi yastığı aradan alma çabası, Aslı’nın bile isteye uyku moduna geçip de Ferhat’a sarılması, o tebessümler… Huzur denilebilecek kadar güzeldi… Sahnedeki efsane repliğim; ‘’Çocuğumuza da sarılamayacaksak…’’
Bölüm benim için adeta bir yükselme bölümüydü… Erkan Hoca resmen gelişi gibi muhteşem bir gidiş yaptı diyebilirim. Yeri geldi ağır eleştirdik bölümleri yeri geldi seve seve izledik ama hiçbir zaman yanlış bir tepkiyle karşılaşmadık Erkan Hoca tarafından. Emeği için binlerce teşekkürler… Yolunuz açık olsun Hoca’m. İyi ki ailemizden bir parça olmuşsunuz… Bölümde emeği geçen herkesin yüreğine sağlık…
Sevgiyle kalın…