İNADINA AŞK 24. BÖLÜM
Bambaşka şeyler yazacağımı düşünmüştüm bu bölüm ama yine sevgili senaristçiklerimin muhteşem bir ters köşesiyle kendimi birden auta çıkmış buldum. Afalladım resmen… Ancak “Kovuldun!” cümlesini işitince bu kulaklar “Evet!” dedi, “Evet, Yalın kendini korumak adına ancak bunu yapar!”
Aslında geçen hafta söylediğim “Defne dönüşümü”nü aradı bu bölüm gözlerim ancak beklediğim olmadı bir türlü ve iç sesim ikide bir “Ya, ama olmaz ki Defne pişmanlığı yaşamadıkça bu ilişki sapasağlam bağlanmaz!” dedi, durdu. Sonra lastik değiştiren Yalın’ın “Uzak dur!” uyarısıyla ilk şoku yaşayan Defne’yi gördüm. “Hah!” dedim, “Başlıyoruz!” ancak araya Yalın’ın kendisiyle mücadelesi girdi ve Defne’nin tabir uygunsa “aydınlanması” gerçekleşemedi. Asansörde Yalın’a “Yarım adım atmaya cesaretin olsa beni öpersin!” cümlesinin altında hâlâ “Sen benden vazgeçemezsin!” özgüveni var. Bu elbette ki doğru ama Defne’nin kaybetme korkusunu sonuna dek hissetmesi gerekiyor. Her ne kadar canım acısa da, her ne kadar ben onları birlikte görmeyi istesem de doğru olan Yalın’ın yaptığı bence, hem de hiç tartışmasız. Peki, işten kovma Yalın için bir çözüm olur mu? Sanmam, Defne doğruyu yapıp kale duvarlarını sonuna dek zorlamayı sürdürecektir ama bir yandan da iç hesaplaşması devreye girecek diye umuyorum. Açıkçası eğer bu hesaplaşma ve Defne’nin samimi pişmanlığı gelmezse sanırım bende bir şeyler eksik kalacak.
Diğer çiftlerin dünyalarıyla dengelenmiş bir bölüm izledik, Defne ve Yalın çok ön plana çıkarılmamıştı bu da gerilimi artırma arzusundan sanırım. Ancak iki güçlü oyuncu söz konusu olunca iki sahne de olsa bölümün bence ağırlık noktası onlara kayıverdi, en azından benim için.
Defne ve Adem sahnelerini çok başarılı bulduğumu daha önce söylemiştim. Bu bölüm buraya bir çift daha eklendi benim için Aslı ve Yalın… Daha geçen bölüm çok sevmiştim ben Aslı’yı ama bu bölüm Yalın’la sahnelerinde ba- yıl- dım…. Bu öyküdeki tiplerin hep kendine özgülüklerini sevdim ben ve kimsenin salt iyi ya da salt kötü olmayışını… Aslı da bu çerçevede öyküye çok yerinde dâhil edilmiş, çok özgün bir karakter. Belki de sevmemin en temel nedeni çok doğru bir ilişkiye dayanıyor olması. Bence kadın & kadın ya da erkek & erkek dostluklardan çok daha sağlam bir dostluk tipidir çünkü kadın & erkek dostluğu. Hiçbir cinsel çekim hissetmeden, rol yapmadan, rekabet yaşamadan tamamen kendiniz olabildiğiniz karşı cinsten bir dostunuz varsa beni anlarsınız. Farklı bakış açılarının harika bir uyumudur. Sorunlara bambaşka gözle bakmanızı sağlar, eğlenceye bambaşka bir boyut katar ve hep çok keyiflidir. Aslı ve Yalın’da bunu izlemeye bayıldım. Birbirlerini olduğu gibi kabullenmiş, yanlış anlaşılma kaygısı taşımayan, tamamen doğal bir ilişki… Gönül ister ki Aslı dizide kalıcı olsun ve Defne de yeni bir dost kazansın.
Bu arada Aslı’nın kalıcı olacağını umarak hatırlatıyorum sayın senaristçiklerim bir bekâr kızımız daha oldu farkındasınız değil mi? Damla’nın ve Aslı’nın karşısına şöyle eli yüzü düzgün bir hayırlı kısmet diyorum, anladınız siz onu….
Bu arada Nehir ve Polat’a da kavuşacağız yakında galiba diyor ve yine bir göz kırpıyorum…
Oyunculara geçmeden sevgili senaristlerime bir cümle daha edeyim: Asansördeki diyaloglar müthişti. Adeta bir tenis maçı izler gibi bir Defne’ye bir Yalın’a baktım ve bir kez daha size gıpta ettim.
Şimdi önce
AÇELYA TOPALOĞLU: Bu bölüm fark ettim ki “hüzün” ona çok yakışıyor. Çok da iyi taşıyor ayrıca. Bir şey daha fark ettim, yüzündeki her bir mimiği çok başarılı kullanıyor. Sözsüz bölümlerde cidden çok başarılı ve örnekleme çok şık değil belki ama en doğrusu bu sanırım, duyguya göre kimliği bukalemun gibi değişiyor. Neşesinde başka bir kadın, hüznünde bambaşka… Şaşırdığında gözlerini açışı, sevindiğinde dudağının kenarındaki küçük tebessüm, utandığında başını hafifçe sallayıp gözüne düşürdüğü bukleler…
Yine bayılarak izledim, yine içimden her mimikte “çok iyi!” vurgusu yaptı iç sesim amaaaa ben bütün duygu değişimlerini dolu dolu göreceğim o hasretle beklediğim “Açelya Topaloğlu Bölümü” nü hâlâ ısrarla istiyorum. Tebrikler ve teşekkürler…
Can Yaman: Açıkçası beklentim bu bölümde çok da fazla sahnesi olmadığı yolundaydı ki geçtiğimiz bölümlere oranla da haklıyım sanıyorum ancak tuhaf bir şekilde sahnelerde öylesine baskın ki süresi, sahnesi ne kadar olursa olsun bölümde inanılmaz bir ağırlığı vardı yine.
Otopark sahnelerinde Defne’den uzak durma çabasında nasıl içinin gittiğini, ona “Uzak dur!” derken aslında çaresizce kendine haykırdığını öyle muhteşem verdi ki… Yardım etmeye karar verdiği an rahatlayışı ve kendince ürettiği bahaneye en çok kendisinin inanması…
Ama ama ama en çok canımı yakan o “hayat ışığı sönmüş” adam yürüyüşü ve bakışları…
Oyuncular için karakteri başarılı çıkarmanın ilk koşulu, role inanmaktır. Ben her adımında Can Yaman’ın Yalın’a çok inandığını görüyorum. Öyle ki günlük yaşamında dahi “Yalın olsa ne yapar, nasıl bakar, nasıl yemek yer?” dercesine her anında onu çalıştığını hissediyorum.
İyi oyuncu olmak için yetenek şart, bunu kimse inkâr edemez ama bana göre en önemli faktör zekâ ve bundan da öte duygusal zekâ… Sahneyi, sesini, hareketlerini kullanışını izleyerek, “Yalın” kimliğini hiç pot yapmadan üstüne geçirişine bakarak, rahatlığını gözlemleyerek de bir kez daha diyorum ki çok ama çok büyük bir oyuncu geliyor…
Bir hafta özlemle beklediğime değen, ince dokunuşlarla örülmüş yine çok keyifli bir bölümdü. Emeğine sağlık. İyi ki varsınız…