İNADINA AŞK 25. BÖLÜM
Çok sevdiğim kitapları, bitmesin diye koklaya koklaya okurum ben. Biterse benden kopup gidiverecekmiş, erişemeyecekmişim gibi gelir. İkinci kez elime alırken “Ya, aynı duyguyu hissedemezsem!” artık “benim” olmazsa diye ödüm kopar. İnadına Aşk’ı her hafta izledikten sonra aynı kaygı yüreğimi eziyor. Tekrarını izlersem büyü kaybolur mu, diye? Oysa her seferinde ilk izleyişimde kaçırdığım nice nice detayı yakalıyorum. Yine de bu bölüm sanırım benim “büyüyü kaybetmekten” en çok korktuğum ve sanırım benim için en özel bölümlerden biri olacak.
Üstünde konuşması da çok zor bölümlerden biri… Her seferinde “bundan iyisi gelmez” deyip bir sonraki hafta “ama bu bölüm çok muhteşem” demek fena bir çelişki gibi görülebilir ama eğer bir ekip her hafta kendini aşıyorsa iş çelişkiden çıkıp kendi içinde tutarlı oluyor.
Yine her şey ince ince dokunmuştu. Geçmiş bölümlerde düğümlü kalanlar çözülürken yeni düğümler öyle ustalıkla atılıyor ki “acaba”ların gerilimiyle yaşıyorum bir hafta… Üstelik de bunu komedi dizisinde yaşıyorum. Gerçekten ama gerçekten bir izleyici olarak çok şanslı olduğumu düşünüyorum.
Bu bölüm beni benden alan sahne “Her Şey Yolunda” diyemedikleri sahneydi. Hep diyorum bir kez daha yineleyeyim Can Yaman ve Açelya Topaloğlu’nun sözsüz sahnelerde muhteşem bir uyum ve senkronizasyonları var. O denli ağır duyguları, o kadar muhteşem aktardılar ki bir an yine karşımda bir ekran olduğunu, “dizi” izlediğimi unutuverdim. Yüreğim paramparça oldu. Bu sahne için aynı zamanda muhteşem bir yönetmen başarısı diyeceğim, izninizle… Yakın planı çok çok yerinde ve hiç korkmadan kullanmaları bence çok büyük bir artıydı. Tabi buna eğer karşındaki oyuncuya güveniyorsan o kadar yakın plan çekmeye kalkışırsın diye de eklemek lazım. Karşılarına Can Yaman ve Açelya Topaloğlu olunca gerçekten çok çok iyi açılar izledik ama beni benden alan, sabah Defne uyanıp uzaklaşırken çekimde kullandıkları o flulaştırmaydı. Dönüp dönüp izleyeceğim, her defasında bir daha âşık olacağım sahnelerden biri benim için…
Bu bölüm yine benim ayaklarımı yerden kesen şey, diyaloglardı. Tam yerinde, tam on ikiden atışla yakalanan cümleler… Elimde kâğıt kalem olsa tek tek kaydetmek isteyeceğim özdeyiş gibi cümleler… “Aşk, kendini geri çekmeyi bilmektir!” cümlesinin derinliğini ve doğruluğunu ayrıca bir kez daha alkışlamak istiyorum.
Yalın, kimliğinde yaptıkları küçük oynamalara ayrıca ama ayrıca bayılıyorum. Bu hafta acı çeken adama bir de minik muzurluklar katmaları, Yalın’ın kendini kollamak adına iğneleyici ve yer yer gıcık adama geçişleri ara ara kendine engel olamayıp çapkınca cümlecikleri… Öyle bir hareketlendiriyorsunuz ki karakteri sevgili senaristçiklerim, cidden çok başarılı bir oyunculukla da canlanınca dizi tarihinin, en azından benim için, unutulmaz tiplerinden biri oluyor.
Bu bölüm bayıldığım bir diğer detay da Yalın’ın Defne’nin adını hatırladığı o ana yaptığı dönüştü. Sadece Defne’yi değil izleyici olarak hepimizi ters köşeye yatırdı senaristlerimiz, Yalın aracılığıyla… Defne’nin hayal gücünün Yalın’ın muzur yorumlarıyla buluşacağını sandığım anda pat diye giren duygusallığa bittim…
Bu arada yeni karakterlerin biri Aslı, biri Nehir… Bir Ferda da gelir mi ki acep bir yerlerden? (Dikkatimden kaçtı sanmayın, efendim)
Oyunculara geçmeden bir iki talebimi de araya sıkıştırayım mı?
İlki: Sevgili senaristçiklerim ben bütün iyi niyetime rağmen Ezgi’ye tahammül edemiyorum gözünüzü seveyim bir şeyler yapın. Bu arada Yeşim ve Deniz, Yalın’la Defne’yi barıştırmak için debelenirken sözüm ona ev arkadaşı ve en iyi dostu Ezgi’nin kılını kıpırdatmaması da fena kanıma dokundu, bilesiniz.
İkincisi: Yeşim’in düğün hazırlıklarının İngiltere Kraliyet ailesiyle yarışacağını tahmin etmiştim de bu tahminimi de aştı. Kendi düğün hazırlığımda bu kadar boğulmadım ben. Şu kıza bir dur deyin, anacım.
Üçüncüsü: Hani diyorum ki Yalın’ın annesi kaçınılmaz olarak dedeyle ve doğal olarak Meftune’yle karşı karşıya gelecek. Belli ki Meftune’nin yıllardır o kadına karşı içinde birikenler var. Bizi şöyle derinden vuracak bir Meftune& Sedef diyaloğu olsa mı ki?
Bunları dikkate alırsanız havalara uçarım başınızı iki yana sallayıp “cık” derseniz o zaman büker dudaklarımı otururum.
Şimdiiiiii gelelim oyunculara: Benim “Açelya Topaloğlu bölümüm” geliyormuş, ayak seslerini bu bölüm daha yakından hissettim zaten. O yüzden bir tek yere değinip geçeceğim bu hafta. Şarkıyı Yalın’la dinlerken Defne’nin Yalın’a bakarak başını hafifçe yana eğip sanki “Nolur!” demesi ve ardından başı, daha fazla uzak kalamıyormuş gibi gidip Yalın’ın göğsüne sığınması vardı ki bu bölüm beni benden alan yerlerden biriydi. O ana kadar uslu uslu akan gözyaşlarım birden komut dinlemez oldu. Küçük hareketlere sıkıştırılan iyi oyunculuğu seviyorum, demiş miydim?
Veeee gelelimmmmmmm Can Yaman’a:
Bölümün ikinci reklam arasında (daha son sahneyi görmeden) düşünüyordum: Benim hem komedi hem dramda çok iyi bulduğum yerli oyuncu var mı diye? Uzun uzun ölçüp tarttım ve sadece iki dev isimde karar kıldım. Şener Şen ve Uğur Yücel… Başka da yok – tu. –di’li geçmiş kullanıyorum çünkü bu akşam karar verdim ki hem komedi hem dramda izlemeye doyamadığım üçüncü isim CAN YAMAN.
Sonra yine geçenlerde okuduğum bir röportajı hatırladım. Yıldız Kenter’le yapılmış çok iyi röportajlardan biriydi. Bir yerinde usta sanatçı, “Sanatta matematik önemlidir. “diyordu. Röportajcı ( kimdi bilemedim şimdi) “Niye?” diye sordu doğal olarak. “Çünkü matematik ölçüdür, sanatta da ölçü gerekir. 1. sayfayla 5. sayfadaki duygu bağını kurabilmek gerekir. Oyuncu kontrollü olmalı; duygusuna, diline, bedenine sahip çıkmalı!” diyordu. ( bire bir değilse de özü buydu)
Hani klasik oyunculuk ifadesidir ya: “Oyuncu biraz şizofren olmalı.” derler. Palavra, bütünüyle yanlış! Oyuncu zeki olmalı kardeşim. Kontrol ve bağlantı kurabilmek zekâ gerektirir. İşte o zaman komedi ve dram gibi taban tabana zıt iki türün de altından böylesine başarıyla kalkarsınız, hiçbir ipucu vermeden 25. bölümden 1. bölüme izleyiciyi pat diye götürürsünüz, elin boşluğu yoklaması gibi basit mi basit bir jestle “sevgilinin özlemini” izleyene geçirirsiniz. Karşınızdaki oyuncunun bir repliğine cevap olarak bir göz hareketiyle en ağır sahneye komediyi yerleştirirsiniz.
Bütün bu matematiği yakalayıp bütün detayları en doğalıyla verişinden dolayı izlemeye doyamıyorum, doyamayacağım. Sanırım bundan böyle de her yeni işinde onunla birlikte gittiği diziye, filme taşınacağım.
Az önce sözünü ettiğim söyleşinin bir başka yerinde de Yıldız Kenter ”Oyuncu, her şeyi iki elin çıkardığı o sesi duyabilmek için yapar.” demişti. Bu sözü birazcık genelleştiriyor ve tüm ekibe “iki elimin sesini” ancak böyle duyurabileceğimi düşünüyorum. Binlerce kez teşekkürler emeklerinize…