Güce Giden Yolda Her Şey Mubahtır (Halka, 13. bölüm)
Yazar: Ayça AKMAN
Halka söz konusu olduğunda göreceli bir kavramdır iyilik, kötülükse bir gölge gibi hep ardınızdan gelir. Güç uğruna hayatlar göz kırpmadan harcanır çünkü güce giden bu yolda, her şey mubahtır.
“Hayat, satranç için çok kısa. “ demiş Byron. Satranç tahtasının başında üç yıl sonrasını planlayan Cengiz Han’ın kulağına da bunu fısıldayacak birileri çıksaydı bir şeyler değişir miydi acaba? Şöyle bir düşününce hayır diyorum, değişmezdi. Ne de olsa karşımızdaki; anne, baba, çocuk kavramına bambaşka gözle bakan, onları sırtında ağırlık sayan, “Bu dünyaya tek başına gelir, tek başına gidersin.” diyebilen en hafif tabirle psikopat bir insandı. Ne oldu onca plan program Cengiz Bey? Beğenmediğiniz evladınız Çağatay’ın silahından çıkan kurşunla göçüp gittiniz. Keşke fırsatımız olsaydı da sorabilseydik, ta en başında o müzikhole Terzi‘yi gönderip diğer oğlunuz Kaan’ı niye öldürtmek istediğinizi. Hadi Çağatay isyankâr oldu, size karşı çıktı onu sildiniz, Kaan ne yapmıştı Allah için? Hümeyra‘yı cezalandırmak mıydı amacınız yahut oğlunuzun şarkıcı olan öz annesinden hazzetmediğiniz için mi yapıldı tüm bunlar bilmiyorum fakat bana söyleyecek tek bir şey kalıyor, toprağınız bol, mekânınız cennet olmasın! Zaten zamanında siz söylemiştiniz ”Kalbi olmayanlar cehenneme gidecek”…
Oğullar babalarına benzer, demişti Hümeyra zamanında. Benzerlermiş evet, kırmızı odanın boşaltıldığını ve orada ona bırakılan mühürlü zarfın boş çıktığını gördüğünde çıldıran, babasının cesedi başında “Senin yanındakini de benden sakladığın kardeşimi de bulup yok edeceğim!” yemini eden bir evlat Çağatay. Tıpkı bir zamanlar güce ulaşmak için Karabulut ailesini çiğnediğini düşündüğümüz Cengiz Erkmen‘in yaptığı gibi. Hümeyra buna karşı önlemini aldı bu bölüm ve çocuklarına tehlikede olduklarını söyleyerek (tabii ki telefondaki mekanik sesi kullanarak) Çağatay‘ın başa geçmesinin hepsinin sonu olacağını, bunu engellemenin ilk ayağının da Vekilharç‘ı onun elinden kurtarmak olduğunu açık etti. Neticede Vekilharç kendi deyimiyle Halka‘nın sadece sözcüsü değil sırdaşı, hafızası ve tarihiydi. Bu esnada eş zamanlı olarak İskender, İlhan, Çağatay ve Cihangir ‘e kuryeyle ulaşan birbirinin eşi DVD‘ler sayesinde Cengiz Han‘ın son şovuna da tanık olduk. Ne zamandır şüphelendiğim üstteki “halka”ların varlığına dair açık ipucunu “Biz bu kadar az değiliz, hiç olmadık.” cümlesiyle bizlere sunmakla kalmadı, koltuğun babadan oğula mirasla geçmediğini, hesap günü ‘hak edenin’ ona oturacağını söyleyerek beni fazlasıyla şaşırttı. Aslında hak etme mevzusuna sıklıkla değindiğini hatırladığımda çokça şaşırmamalıyım ama Cengiz ‘in hak etme kıstaslarıyla benimkiler bir türlü uyuşmadığından koltuk kapanın elinde kalacaktı, görünen o ki şimdilik öyle de oldu. İki kafadar, Cihangir ve Kaan hem Vekilharç‘ı kaçırmayı hem de Çağatay‘ın diğer üç mühürlü zarf sahibinden topladığı paraları çalmayı başararak hedefe çok yaklaştılar ama yine, yeniden ipi göğüsleyen aylık rutin ödemeyi üst Halka‘ya yapmayı başaran “isyankâr evlat” oldu. Bu noktada liderin neden onu kayırdığını, paraya giden ipuçlarını neden onun önüne serdiğini, diğer her şey gibi sorgulamaktan vazgeçtim çünkü son tahlilde o aklı yerinde olmayan biriydi ve ne yapsa yeriydi. Gerçi teslimat esnasında Çağatay’ın yüz ifadesi hiç de ganimete konmuş muzaffer komutan edası taşımadığından bir şeylerin ters gideceğini biliyoruz lakin bu Kaan ve Cihangir’in konumunu ne derece etkiler ilerki bölümler gösterecek ancak.
Nasıl bir ilahi adalettir ki Cengiz Erkmen‘in evini arayan Cemal Amir ve ekibi ne liderin cesedine ulaşabildi ne de bir ipucuna, tabii koltuğun altına sıkışmış hapları ipucundan saymazsak. Tam ben, “Yahu, bu adam babasını vurdu, cinayetten aranıyor olması gerekmez mi, bu ne rahatlık…” derken bir de baktım lider öleli otuz yıl olmuş! Ölü bir insanın yıllar yılı yönettiği bir örgüt, kaybolan cesetler, şeker hapı yani placebo çıkan ilaçlar…Cesetler derken yazım hatası yapmış değilim meğer Altan’ın cesedi de morgdan kanatlanıp uçmuş kaşla göz arasında. Fatihasını bile okumuştuk amma zamanı gelmemiş henüz. Çağatay‘ın deposunda canlanıverdi Altan. Daha çekecek çilesi varmış diyerek avunsam da düşünmeden edemedim. O zaman Kaan’ın polise çalışıyor gibi görünüp Halka‘ya çalıştığını zanneden serseri bir mayın dolaşıyor olacak çevrede, Allah’tan hayırlısı…
Kaan’ın polise çalıştığını ara sıra unuttuğunu, biraz başına buyruk olduğunu hepimiz biliyoruz. Ne yalan söyleyeyim seviyoruz da onu böyle. Lakin Cemal Amir’den belki en başında her şeyi çözmesini sağlayacak ipucunu yani telefondaki o meşum sesi saklamasının bedeli ağır oldu ve Amir bunu öğrenince kelimenin tam anlamıyla volkan gibi patladı. Burada Ahmet Mümtaz Taylan’ı bir kez daha hayranlıkla izlediğimi belirtmek isterim. Ses tonundan, vurgusuna; mimiklerinden, beden diline ağır ağır yükselip öyle bir bastı ki Kaan‘ın üzerine ben oturduğum yerde istemsizce küçülüp bir köşeye büzülüverdim. Halka ‘yı çökertmeyi hayatının birincil amacı yapmış bu uğurda ölümcül hastalığı için tedaviyi bile reddetmiş Cemal Komiser için aydınlanma anının başlangıcıydı aslında bu sert serzeniş. Herkes üzerinize üzerinize geliyorsa yolun yanlış tarafıdır, gittiğiniz yer. O da öyle yaptı, yolun diğer tarafına geçti, her şeyi sil baştan ele alarak defterin de yardımıyla en sonunda Hümeyra‘ya ulaştı. Zaten İskender’in onu tehdit ettikten hemen sonra vurulması, hapse düşme ihtimali beliren Kaan’ın Terzi’yi azat ederek kurtulması, Kaan’ın aldığı küçük yardımlar; telefondaki ses itirafıyla birleşince Amir gibi zeki bir adamın elinden kaçması zordu Hümeyra‘nın.
Aslında ben bu noktayı, hikâyede polisin işleniş şekline de küçük bir vurgu yapmadan geçmek istemiyorum. Polis – suç – örgüt ekseninde ilerleyen dizilerin bizdeki ortak kaderidir: Polis etkisiz eleman olarak gösterilir, mafya tipi yapılanmalar yüceltilir. Bir çatışma olsa, dünya yıkılsa polisi göremezsiniz. İşleyen, orman kanunudur; kahramansa genellikle kötü taraftan çıkar. Halka‘yı sırf yüzden bile tebrik etmek boynumun borcu. İyinin de en az kötü kadar aktif olduğu bir polisiye izliyoruz, üstelik kahramanlarımız karanlık tarafta değiller. Bir ilave daha yapmazsam içimde kalır. Bilmem farkında mısınız? Güçlü, zeki, tuttuğunu koparan, erkek egemen âlemde her şeye rağmen ayakta kalmaya çalışan kadın kimliğine ne kadar hasretiz. Hümeyra bu bağlamda her türlü kusuruna rağmen örnek bir karakter. Aslında bu ayrıcalığını da iki ayrı karakterin ağzından, iki farklı şekilde bu bölüm duyduk: Vekilharç onunla buluşup telefondaki sesin bir kadına ait olduğunu anladığında şapkasını çıkartıp “Bu kadar aptal erkeğin arasında sizin gibi akıllı bir kadına hizmet etmekten onur duyarım.” diyerek Cemal Amir’se “Bizi parmağınızda oynattınız, bizimle oyun oynadınız. Hayal kırıklığım bu kadar büyük olmasa hayran oldum, derdim.” cümleleriyle hakkını teslim etti, cevval ve vakur karakterimizin. Evet defterde babasının kızı, Halka‘yı ele geçirmek isteyen hırslı bir karakter olarak anlatılıyor Hümeyra. Belki hapse girecek, belki de polisle işbirliği yapacak… Ancak ne olursa olsun hissiyatım odur ki bir gün Halka’da adalet herkes için mutlaka yerini bulacak!
Yazan, yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…