HANGİMİZ SEVMEDİK 31. BÖLÜM
Yazar: Sinem ÖZCAN
Şöyle bir düşündüm de tam 31 haftadır, ekran başından en keyifli kalktığım bölüm bu oldu. Bir yerde uzun müddet sabit kalamayan ben, sanırım ilk defa, sadece reklam arasında oturduğum yerden kalkmayı başardım. İşin garibi, reklama ne zaman girdiğimizi de vaktin nasıl geçtiğini de pek fark edemedim. Üstelik bölüm bittiğinde yüzümdeki tebessüm hâlâ durduğu yerde duruyordu.
Emel ve İlyas kavuşmuş, Feridun dönmüş, Itır ve Tarık ilişkisi aylardır beklediğim çizgiye girmiş; eh, daha ne isteyeyim! Valla, başının üstünde halesi omuzlarında melek kanatlarıyla Şener bile batmadı bu bölüm, anlayın siz keyfimin derecesini.
Geçen hafta, İlyas’ın intikamı mutlaka alınmalı ama bu, şiddetle olmamalı demiştim fakat Muammer Korluca “Benim anladığım dilden konuşalım.” diyerek kendini öyle net ifade etti ki yapılacak bir şey yok, herkesin talebine uygun davranmak şart. O an içimden “Geçir kafayı Münir Baba, kelime israf etme, günahtır!” demiştim, bile. Ama ardından gelen “Yuvacık bin hane sen burada iki delikanlısını görüyorsun.” repliğiyle Münir Özkul’a yapılan göndermede gözlerim doldu, ne yalan söyleyeyim.
Tarık’ın mahalleden bağımsız İlyas’a yapılanın peşine düşmesine de “Ben Münir Baba’yı yalnız bırakmam!” demesine de ama en çok evdekilere “Ben bir şey yapmadım hepsini Münir Baba hakladı!” diyerek onu kahraman yapmasına da bayıldım.
Öykünün bundan sonra asıl çatışması, Adile ve Münir’in yarım kalan aşkı olacak gibi geliyor ki doğrusu da bu. Bu çatışmanın en önemli aktörlerinden biri Tarık… Adile ve Münir’in inatlarını dikkate almazsak ( ki o da bir tür flört aslında) en büyük engel Tarık’ın bu ilişkiye tamamen karşı oluşu. Onu yumuşatabilecek tek güç de Münir Baba’yla ilişkisinde dengelerin değişmesi. Tarık’ın Münir’i aileden biri olarak görmesi bir anlamda aile reisi olarak kabullenmesi lazım… Bu tür ufak detaylar o kabullenişe hazırlık olarak düşünüldüyse bence çok yerinde ve çok doğru olmuş.
“Muammer Korluca’yı haklama” sahnesinin ardından gelen, yolda Münir Baba’nın Adile’yle telefonla konuşurken takındığı tavır ve buna Tarık’ın tepkisi de bana yumuşama sinyali verdi. Yine de bu zaman alacak ve engelin aradan tamamen çekilmesi sürpriz bir durumla olacak gibi geliyor, bana.
Emel ve İlyas düğümü de bu hafta net olarak çözüldü. İlyas’ın Emel’e duygularını itiraf etmesi; harikulade güzel sahnelerle, çok dolu sözlerle işlenmiş enfes bir sekanstı. Ardından gelen “sevgili olmaya alışma süreçleri” de çok sıcak, çok gerçek ve çok doğru geldi bana.
Şöyle bir dönüp baktığımda bekleyen, çözüm gerektiren bir yer kalmamış gibi görünüyor. Bu da demektir ki öyküde yeni dönemeçteyiz. Bambaşka düğümler atılacak. Bunların en büyüğü Adile ve Münir olacak gibi duruyor dedim ama hâlâ Itır ve Tarık için de işlenmesi gereken yerler var.
Adile’nin evinde yaşayan genç çiftin işi tahmin edileceği üzere hiç de kolay olmayacak ki bunun da sinyalleri gelmeye başladı. Adile her ne kadar “güzel ve genç gelinim” diye Itır’ı yere göğe konduramasa da her şeyi kontrolünde tutma güdüsü, klasik Türk anneliğiyle birleşince Itır’la sorunlar yaşaması elbette kaçınılmaz. “Ayrı ev” konusunda ilk çengeli attı. Itır’ın Tarık’a tepkisinden de bunun yavaş yavaş sorun olacağı görülüyor. Mutfak düzenini değiştiren Itır, ilk ölümcül hatayı yaptı ve bunun devamı da gelecek. Ben bir de “paylaşılamayan Tarık” tartışmaları bekliyorum Itır ve Adile arasında. Malum, bizde erkek annelerinin olmazsa olmazıdır, oğlunu gelinle kaptırmış olma kaygısı yaşamak.
İşin diğer boyutu, şimdiye dek evliliği oyun zanneden iki gencin aynı evde yaşamaya başlayınca birbirlerine alışma süreci olacak. “Pencereyi kapa / kapamam” tartışması daha ilk adım gençler… Gözünüzü korkutmak gibi olmasın ama bunun daha ne versiyonları var yaşayacağınız… Hele bir de hem işte hem evde yani 7/24 burun burunaysanız o zaman vay hâlinize! ( Sahi! Aynı evi paylaştıklarına göre iş yerlerini mi ayırsak acaba Sayın Senaristler? Hayır, evliliğin selameti açısından diyorum ben)
Aşk öyküsü kurgulamakla mutlu bir evlilik yazmak her şeye rağmen farklı dinamikler gerektiriyor. İzleyici “Ne zaman kavuşacaklar?” merakıyla izliyor aşk öyküsünü de evli çift izletmek çok daha zor ve incelik istiyor. Gerçi bizim öykümüzde bunun için yeterince malzeme var. Üstelik doğru işlenirse karakterlerin de derinleşmesini ve aradaki ilişkinin çok daha inandırıcı olmasını sağlayacak türden bir malzeme bu. Biraz duyguların üstüne basmayla, biraz iç monologla, biraz da küçük ama önemli sorunlarla hallolur diye düşünüyorum. Aylardır bu aşamaya geçmeyi bekliyordum, şimdi sabırsızlık etmeyeceğim ve sakin sakin izlemeyi sürdüreceğim.
Söylemeden geçmeyeyim: Itır’la babasının barışmasına dolaylı da olsa aracılık edenin Adile olması fikrini de çok sevdim. Üstelik bu noktada Tarık’ın geri çekilmiş olması da bana çok isabetli geldi. Itır’ın kapı önünde babasıyla konuşmasının elbette sonuç vermesini beklemiyordum ve çok kırılmış olan Münir’in bir aracı olmadan kızını affetmesi de çok zordu. Tam o noktada elindeki bahaneyi kullanıp kızını Münir’in evine getirmeyi akıl eden Adile, benden on puanı kaptı. Umarım Münir Baba konuyu daha fazla uzatıp kendine de kızına da azap çektirmeyi sürdürmez. Ben Itır’ın mesajı aldığına eminim Münir Baba, büyüklük etme sırası da sende bana kalırsa….
Oyunculuklara geçmeden önce bir küçücük isteğim var senaristlerimizden: Daha önce de bir defa dile getirmiştim ama şimdi artık ana öykünün çatışmaları birer birer tamamlandığına göre vakti geldi diye düşünüyorum. Ne olur Feridun’a bir iyilik yapın! Mahallede aşk duygusunu tatmayan ondan başka kimse kalmadı gibi… Ben platonik âşık bir Feridun istiyorum. Oradan neler neler çıkar bir düşünsenize!.. ( İyi de kime âşık olacak bu çocuk demeyin gözünüzü seveyim; hani, kadroya küçük bir ilave desem, olmaz mı? )
Bu bölüm hikâyenin iyice güzelleşmesinden mi bilemem ama oyunculuklar da bana apayrı etkileyici geldi. İlk vurulduğum, Tuba Erdem’di. Bakanlıktan gönderilen görevliyle konuştukları sahnenin her karesinde bayıldım. Çok içten, çok duru ve çok abartısız bir Şükriye çizdi ve beden dilini çok da fazla kullanmadan sadece tonlama ve mimikle etkileyici bir sahne çıkardı.
Yeliz Kuvancı’yı da Itır’ın babasıyla olan sahnelerinin ikisinde de çok beğendim. Sadece güzel, sempatik, şirin Itır’ın değil yoğunluğu fazla sahnelerin de duygusunu çok iyi taşıyor ve tertemiz aktarıyor. Umarım aynı yoğunlukla yazılmış bir Itır & Tarık sahnesinde de izlemek nasip olur.
Altan Erkekli’ye bu bölüm yukarıda dillendirdiğim “Muammer Korluca’ya haddini bildirme” sahnesinde bayıldım. Çok büyük bir ustaya gönderme olarak yazılan sahnede Münir Özkul’u hatırlatan ama çok özgün bir oyunculukla vurdu, geçti diye düşünüyorum.
Bülent Şakrak, her zaman bayılarak izlediğim oyunculardan biri pek çok defa söyledim ama bu hafta ondan söz etmezsem taş olurum. O ne güzel, o ne sıcak ve o ne çarpıcı bir aşk itirafıydı… Bölüm bittikten sonra yoruma oturmadan o sahneyi bir de sesini kapayıp izledim. Aynı etkiyi uyandıracak mı diye merak ediyordum. Diyebilirim ki daha bile vurucuydu. Repliklere kattığı duyguyu hiç tartışmıyorum ama başının hareketinden bakışına tamamı çok iyi hesaplanmış ve çok etkili sunulmuş bir sahneydi.
Özellikle bu tür sahnelerde Metin Balekoğlu anlatıcılığını da çok önemsemek gerek. İzleyeni de mekâna yerleştirip ince ince vermesine bayılıyorum. Bazen tamamen izleyenin gözü olurken bazen de “Bak buraya dikkat et!” dercesine çok temiz yakın planlarla sahneyi bütünlemesi etkiyi alabildiğine artırıyor.
Sevgili Can Yaman’a gelince… Bölüm bitince ilk izlenimim “Bu bölüm Tarık’ı o da çok sevmiş.” oldu. Tüm sahnelerinde çok pozitif bir enerjisi ve etkinliği vardı. Zaman zaman onu Tarık’la kavga eder gibi hissediyorum ama bu bölüm bütünüyle uzlaşmış ve inanmıştı.
Bu arada yine söylemeden geçemeyeceğim Münir Baba’yı yalnız bırakmamak için olayın tam göbeğine dalan Tarık’ı izleyince kendi kendime “Ben boşuna ‘aksiyon, aksiyon’ diye söylenmiyorum, kardeşim!” dedim. Öyle büyük bir avantaj ki bir oyuncunun hem komediye hem drama hem aksiyona yakışması… Ve öyle az bulunan bir nitelik ki… İşte bu niteliği alabildiğine kullanabileceği, sadece bir jön olmadığını gösterebileceği sağlam bir aksiyonda izlemek de inşallah nasip olacak bana!
Bu bölüm en beğendiğim “Can Yaman sahneleri”ni seçmekte çok zorlandım ama özellikle iki tanesi var ki bambaşka yönlerini ortaya koyduğu için vurgulamak istedim. İlki İlyas’la Emel’in dükkânının önünde yaptığı konuşma. Bir yanı İlyas için üzgün diğer yanı onun adına öfkeli ve kararlı bir Tarık… İlyas – Tarık sahnelerinde genellikl
e Tarık, “abi” dediği İlyas’a karşı saygılı ve daha kendine geriye çeken taraf oluyordu. Delikanlı tavırlar, keskin cümleler ve hâkim taraf, çoğunlukla İlyas’tı. Bu defa sahnenin duygusu gereği İlyas kendini geri çekmişti ve kontrol Tarık’taydı. O sahnede İlyas’a bakarken üzüntünün perdelenişi, “Kızlar siz içeri girin!” repliğindeki keskinlik ve İlyas’la konuşan Tarık’ın beden dili çok doğru ve etkileyiciydi. İlk kez boy avantajını kullandığını ve beden diliyle sahne hâkimiyetini aldığını gördüm ( ki öyle olması gerekiyordu. Bu defa İlyas duygusal olarak zayıf Tarık güçlüydü çünkü) üstelik gücü vurgularken bunu sahneyi tekeline almadan yapmayı başardı. Bakışlar bir planı olduğunu sezdirirken ses tonu itiraza kapalı olduğunu belirtiyor ve kararlı bir profil çiziyordu. Bunu da replikten yardım almadan yapıyordu.
Diğer sahne de Itır ve Adile’nin mutfak savaşı sahnesi… Sahne aslında Itır ve Adile sahnesi… Tarık sadece izleyici ama öyle kontrollü ve öyle ince bir ayarla vardı ki sahnede, hayran oldum. Neredeyse tek kelime repliği yok… Buna karşın sahne izleyenin hafızasına iki kişilik değil üç kişilik kazınıyor. Üstelik tamamen geri planda kalarak yani rol çalmadan dâhil oluyor sahneye. Mimikleriyle izleyiciye bir anlamda alt metin geçiyor. Sadece Can Yaman mimiklerine bakarak Itır’ın neyi yanlış yaptığını, Adile’nin niye sinirlendiğini ve söz düellosunun nereye varacağını anlayabilirsiniz. Senaryoda alt metin kullanmak çok yaygındır ama genelde replikle, tonlamayla ya da repliğin sahibi oyuncunun mimikleriyle verilir. Bu kez Can Yaman, bambaşka bir durumun oluşmasını sağladı ve sahnenin netleşmesini bir anlamda açıklamasını yapan isim oldu. Hep söylüyorum kamera takibi çok iyi. Bu sahne onun en başarılı örneklerinden biriydi ve bana bir kez daha “Sahnede Can Yaman varsa bir biçimde ağırlığı hissedilir.” yargımın ne denli doğru olduğunu gösterdi.
Hep söylüyorum ben Can Yaman’ı Bülent Şakrak’la izlemeyi bir başka seviyorum. Bu yüzden de sahildeki sahnenin benim için lezzeti apayrı. Ben onları izlerken daima iki iyi arkadaşı seyrediyormuş duygusu yaşıyorum. Yani İlyas ve Tarık’ı değil Bülent ve Can’ı izler gibiyim. Replikleri önemli değil o anda (çoğunu hatırlamıyorum bile zaten) ama sahnenin pozitif enerjisi ve duygusu hâlâ hafızamda… Her seferinde birinin attığı pası, diğerinin gole çevirişini izlemek benim için en büyük keyif. Bu hafta ofisin bahçesindeki dörtlü çay sohbetinde de aynı tadı aldım. Birbirine çok yakışan bir dörtlü oluştu sonunda umarım bundan böyle sık sık benzer sahneleri izlerim.
Bu güzel bölüm için emeği geçen herkese çok teşekkürler. Yüreklerinize sağlık…