Yazar: TUĞÇE YELİZ

Asu ve Demir’i kızları için verdiği velayet savaşında bırakmıştık en son. Bu mücadelenin kazananı kim olacak şimdilik bilinmez ama içlerinde bulundukları durum aynı şekilde devam ettiği sürece kaybeden tek ismin Öykü olacağı aşikâr.  

İstekleri ve yapmak zorunda oldukları arasında sıkışıp kalan Öykü’nün üzerine yüklenen her sorumluluk, ona yeni bir hastalık belirtisi olarak geri dönüyor. Açık konuşmak gerekirse ben bu durumda annesi kadar büyük olmasa da babasının da payı olduğuna inanıyorum. Onun Asu’ ya karşı takındığı tavır biraz da Demir kaynaklı değil mi? Evet, çok haklı sebepleri var kızını o kadından uzak tutması için sonuna kadar yaptığı her hareketi anlıyorum ama Candan’ın söylediği “Bazen mutlu olmak haklı olmaktan daha önemlidir.” sözleri bu buhranın en iyi özetleyicisi. Öykü’nün iyiliğini isteyen herkesin haklılıklarını kenara bırakıp ortak bir paydada buluşması şart, aksi takdirde prensesin durumu ciddiyetini hızla arttıracak gibi görünüyor. Öyle ki repliklerini unutmaktan korktuğu tiyatro sahnesinde çok daha büyük bir atakla karşı kaşıya kalarak başta babası olmak üzere herkesin yüreğini ağzına getirdi. Kızını bayılmış şekilde gören Demir’ in her duygusunu yüreğimin en derinlerinde hissettim. Telaşı, tepkileri, gözyaşları çok gerçekçi ve insanı dağıtabilecek derecedeydi. Tam bu noktada Asu’nun pes etmeyeceğinden emin olan Demir’den koruma içgüdüsünü Öykü’ye yansıtmadan, onu strese sokacak bir davranışta bulunmadan sürdürmesini bekliyorum. Kızı evinden uzak kaldığı gece sokakta onun penceresi önünde sabahlayacak kadar düşünceli bir adamdan da başka hareket beklenemez zaten. Öykü’ye en çok kıymet veren de onu en çok gözünden sakınan da Demir’den başkası değil şüphesiz.

Bu karmaşada yaşanmasından çok korktuğum sobelenmenin de gerçekleştiğini atlamak olmaz tabii.

Tiyatro oyununun Uğur için çemberin son halkası olacağını düşündüğüm vurgusunu daha önce yapmıştım. Bir anlık göz göze gelme bile Öykü’nün hastalığına rağmen gündemi değiştirmeyi başaracak güçteydi. Kızından sonra onu ayakta tutan en büyük gücü Candan ve Uğur olan Demir’ in korkudan çırpındığı sahnede kanatlarından birinin eksik olduğunu hissettim. Onlar içerde savaş verirken Uğur’un hastane kapısında verdiği çırpınış hâlâ saklanan bu yalanın nelere sebep olduğu ya da olabileceğinin en açık biçimiydi.

Sır gibi saklanan yalana daha ne kadar devam edilir, kestiremiyorum ama Asu’nun peş peşe Candan’a söylediği yalanlara son karşılaşma ve ev olayı eklenince bu durumun daha fazla sürdürelemeyeceği gerçek. Açık konuşayım ben saklanan sırların ortaya çıkıp herkesin birbirine kenetlendiği sahneleri iple çekiyorum. Evet, kolay olmayacak belki ama Demir ve Öykü için en sağlıklı adım da bu, yüzleşme geciktikçe işler içinden çıkılamaz hâle hale geliyor.

Asu cephesinde de olayların iyice çetrefilleştiğini söyleyebilirim. Öykü’ye karşı söylediği her yalan, ona karşı attığı her adım, biraz daha kendini kaybetmesine ve dağılmasına sebep oluyor. Bunun altında yatan sebebin duygularına ördüğü duvarların kızı yüzünden bir bir yıkılmaya başlaması olduğunu düşünüyorum. Herkese karşı koruduğu gardını Öykü’nün sözlerine karşı bir türlü koruyamıyor; bu da Asu’ nun unutmaya çalıştığı her şeyi sorgulamasına sebep oluyor. En başından beri savunduğum düşünce, onun tek başına bu kadar boyunu aşan işlere dahil olmayacağı yönünde. Cemal’in Asu’nun geldiği durumu göre göre oyunlarına oyun eklemesi, geçen hafta söylediğim intikam planını biraz daha kuvvetlendirir nitelikte olmuş izlediğimiz bölümde. Belli ki o, gerçekten bu yöntemle ödetiyor gönül yarasına geçmişin hesabını. Asu’nun kendini planlara bu kadar dahil ettirme durumunu da rüzgârda salınan yaprağa benzetiyorum. Kuvvetli rüzgâr nereden eserse oraya savruluyor çünkü tutunacak bir dalı yok.

Onun kızının kalbine ne kadar ulaştığı muamma ama Öykü’nün söylediği her sözün Asu’ nun kalbine ok gibi saplandığı aşikâr. Art arda sıralanan yalanlar ya da mirasın aksine ben Asu’dan bir tokayla kırılma yaşadığı izlenimi aldım. Duyduğu can yakıcı sözlerin üstüne koltuğun üstünde kızından kalan bir eşyayla karşılaşması onun suratına tokat gibi çarptı, kaçtığı her şeyi. Demir ve Öykü arasındaki kuvvetli bağı da gülümseyerek izlemesi, o bakışlarda kıskançlıktan ve öfkeden ziyade imrenme barındırıyordu. Sanki aynı tabloda yer almayı ister gibi bir hâli vardı. Asu’nun kızına karşı sarfettiği her kelimenin aslında oyun adı altında gönlünden kopup dile geldiğine yürekten inanıyorum. Öyle ki ona hediye ettiği günlüğün Öykü tarafından kabul görmesi bile onun kalbine dokunabilecek nitelikteydi.

Hastalığın gizemini koruma durumunun da bu üçlü arasında son bulacağı sinyallerine yer verilmişti bu hafta. Önce hastane haberini alan daha sonra da ilaçlara şahit olan Asu, durumun üzerine gitmeyi akıl ettiği takdirde gerçekleri çok rahat öğrenir. Daha önce Cemal’in, gözyaşları içindeki Candan’ı derinden etkileyen bir yakının hasta olduğuna şahit olması da tüm bu ipuçlarına ekleyince tablo gayet açık ortada aslında ama Asu bu yolu takip eder mi? Ondan çok emin değilim. Öyle ya da böyle bu hastalığın herkesin birbiriyle verdiği tüm savaşı sonlandırıp el ele tüm zorluklara kalkan oluşturabileceğine canı gönülden inanıyorum.

Hastalığıyla en az Uğur kadar beni de korkutan hacı anaya da değinmeden edemeyeceğim bu bölüm. Dram havasının kasvetini dağıtan sımsıcak sahneleriyle içimizi ısıttı anne oğul sahneleri. Müfide teyzeyi markette yere yığılmış  gördüğüm an, en az Uğur kadar telaşlandığıma yemin edebilirim. Öykü ve Demir’den sonra izlemekten en çok zevk aldığım ikilinin eksilmesini asla istemem. Üstelik hacı ana sadece öz oğluna değil çevresindeki herkese anne şefkatiyle yaklaşıyor, herkesi birbirine kenetliyor. Onun başına kötü bir şey gelmesi demek, herkesin ruhen çökmesi demek. O herkesin kötülükler karşısında sığındığı liman ve kocaman kalbiyle herkese yetebilecek kadar anaç bir kadın. Suna Selen’i böyle sıcak sahnelerde izlemeyi seviyorum.

Ayrılıkla açtığımız bölümü bambaşka bir konumda noktaladık. Cemal gerçekten doğruyu mu söyledi şimdilik gizemini koruyor ama Demir’in Öykü’nün gerçek babası olmaması bana sürpriz olmaz. Bu konuda şüphelerim olduğunu ve Cemal’in altını kırmızıyla çizdiğimi aylar önce vurgulamıştım. Böyle bir durum gerçekten söz konusu olsaydı şayet, Asu mahkemede bunu kullanırdı diye kendimi teselli etmeye çalışsam da aksi çıktığı sürecede üzülmeyeceğimi belirtmek isterim. Aile olmak için kan bağına ihtiyaç yoktur onlar gönül bağıyla çoktan kenetlendiler bile birbirlerine ve gerçek ne olursa olsun bu büyü bozulmaz. Hikâyenin yeni bir boyut kazandığı bu hafta maalesef hüzünlü sahnelerin habercisi.

Yazan, çeken, oynayan herkesin emeklerine sağlık. Haftaya görüşmek üzere…

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.