YAZAR: Ayça AKMAN

Proje tasarımını Gülseren Budayıcıoğlu’nun yaptığı “Gerçek hayat hikayeleri” mottosuyla yola çıkmış bir proje Kırmızı Oda. Tıpkı geçen sezon benzer bir vurguyla seyirciye sunulan Doğduğun Ev Kaderindir’ de olduğu gibi. Şüphesiz ilk işin bende bıraktığı olumlu etki ve Budayıcıoğlu ismi Kırmızı Oda’yı merak edilenler listeme sokmaya yetmişti. Bunun verdiği motivasyonla İzledim, düşündüm. Sonra ilk yargımı bir kenara bırakıp bambaşka  bir pencereden tekrar baktım. Ancak o zaman fikirlerim belirginleşti, kanaatim oluştu.

Her hafta terapi odalarında bambaşka yaşamların dünyalarına misafir olacağımız, bizi gerçek insan öyküleriyle buluşturmayı vaadeden bir formatı var projenin. Bir psikiyatri kliniğinin hastalarıyla organik bir bütünmüşcesine işleyişine tanık olmaya davet ediyor izleyicileri Doktor Hanım, meslektaşları Dr.Piraye, Dr. Deniz ve Dr. Ayşe. Tam da bu noktada benim bir çekincem var ki ona daha sonra değineceğim.

Son sözü en başta söylemek gerek bazen. Kırmızı Oda cesur, sıradışı bir işe kalkışmış, bu takdire şayan. Ancak terapi gibi son derece durağan, dört duvar arasında gerçekleşen bir eylemi üç saate yakın bir süre seyircinin sıkılmadan, dikkati dağılmadan izleyebileceği bir forma sokmak nereden bakarsam bakayım çok zor bir meydan okuma.Benim öncelikle dikkatimi çeken, gerçeklik duygusunu seyirciye geçirebilmek için kurgunun geriye çekilerek, terapilerin bütün olarak verilmesinin tercih edilmiş olması ve tamamen terapilere odaklanılmasıydı.Zaten ağır konuların işlendiği bir işte akışı da ağırlaştıran bir yaklaşım olmuş bu.Halbuki biz seyirciler, ana karakterlerle, doktorlarla tanışsak, onlara dair küçük ipuçları yakalasak, iç dünyalarına dair minik tüyolar alsaydık… Empati kurabileceğimiz bir alan açılsaydı, biraz gevşeseydik ,haydi haydi hastaları evlerimize misafir eder dertlerini dinlerdik zaten! Bunun yerine rahatsız edici bir gerginlik sardı bizi, huzursuzlandık.Aslında çok çarpıcı bir giriş yaptı dizi. Danışan Meliha’nın “Merhaba ey derde derman, merhaba” ilahisiyle verdiği cevap çok ama çok etkileyiciydi. Ama sonra yoğun terapi seansının içine bir gömüldük bir daha çıkamadık.Araya giren sekreter Tuna hanım yahut çaycı Hüseyin de maalesef o ağır havayı dağıtmaya yetmediler.

Binnur Kaya, Kırmızı Oda’nın Doktor Hanım’ı. Onun bir adı yok çünkü derde derman tüm meslektaşlarının adına orada; dinlemek ,anlamak ve çözüm bulmak için.İlk hastası Meliha’nın hayat öyküsü kendinden vazgeçecek noktaya gelene kadar neler yaşanabileceğine dair ibret verici bir başlangıç noktasıydı,etkilendim. Genelevden kaçırılıp evlenilen bir anne, altı kardeş, peşlerini bırakmayan çevre, ölüm, tecavüz… Akabinde gelen annem gibi olurum korkusu, suçlamayı yanlış tarafa yöneltme ve beğenilmemek için kadınlığından vazgeçip saçlarını kazıma… Ne acıdır ki aramızdalar, görmüyoruz.Çığlıkları sessiz, duymuyoruz. Şiddet her yerde.Tüm bu travmanın içinde duygudan duyguya geçen Evrim Alasya’nın oyunculuğuna hayran kaldım,emeğine sağlık. Planlarını bu hayattan gitmek üzerine yapan Meliha’nın hikayesi çocukluk hayali olan o dönme dolap üzerinde sonlandı mı yoksa yeni bir kayıp mı yaşadı çok merak etsem de seans boyunca benim en fazla dikkatimi çeken Doktor Hanım’ın,saçlarını kazımış, intiharın eşiğinden dönmüş bir hastayı konuşturmak için gösterdiği ekstra çabaydı. Tamamen amatör bir gözle bakıyorum, bakışım hatalı da olabilir fakat ben sınırda bir hastanın bu kadar zorlanmasının doğru bir terapi yöntemi olmadığını düşündüm. Şöyle bir geriye baktığımda hemen aklıma “ Good Will Hunting” geliyor. Orada konuşmak istemeyen hastasıyla -sırf güvenini kazanabilmek için- iki koca terapi seansını tek kelam etmeden bitiren psikiyatr mı doğruydu yoksa Doktor Hanım mı, bu profesyonellerin verebileceği bir cevap. Güven, hasta psikiyatr ilişkisinde hayati bir noktadır. Bu sağlanana kadar hiçbir hasta kolay kolay açılmaz, “ bülbül” gibi şakımaz,doktor da direkt “ şiddet” noktasından konuya girmez zira hasta kitlenebilir yahut kriz geçirebilir. Neticede uğraştığınız genellikle hiç kimseye veya kuruma güvenmeyen travma geçirmiş bir şiddet mağdurudur. “ İnsan insanı anlarmış” noktasına gelmesi bir hastanın, bizzat Dr. Piraye’nin de belirttiği gibi sabır ister.

Diğer hasta Mehmet, Salih Bademci’nin ellerinde gerçek bir psikopata, kıskanç, otoriter, paranoid kocaya dönüşmüştü.Tek kelimeyle bu oyunculuğa şapka çıkardım. O huzursuz hali ve deli bakışları insan nerede görse kanı çekilir. Şiddet ne yazık ki yaş,mevki sosyal statü dinlemiyor; o bir “ kader motifi”. Aynı dizinin girişinde kırmızı harfler ve büyük puntolarla yazılan yazıda belirtildiği şekilde: Çocukluklarında şiddetin içinde büyüyen ya da şiddet gören evlatlar büyüdüklerinde ya o şiddeti başkalarına uyguluyorlar ya da o şiddeti kendilerine uygulayacak insanı mıknatıs gibi hayatlarına çekiyorlar.Nesrin sadece bir örnek.Hem o hem de Mehmet ailelerinde şiddete şahit olmuş veya onu bizzat yaşamış insanlar olarak birbirlerini bulmuşlar. O hikayeye tanıklık ederken, kim bilir şu an ekranları karşısında bunu izleyen kaç şiddet mağduru vardır sorusu devamlı aklımın bir köşesinde dönüp durdu. Gerçek sevgi şiddete dönüşür mü? Asla! Zaten dönüşüyorsa o sevgi değildir!

Doktor Hanım kliniğin tek hekimi değil ancak Dr. Piraye ve Dr. Deniz’e dair hemen hiçbir şey yok elimizde; o güzel ahşap oyuncaklar ve Ayşe’nin üniversiteden öğrencisi olduğu dışında. Onca derdi yüklenip sonra hiçbir şey olmamış gibi kendi hayatına devam edebilmek ne büyük bir insani çabadır doktorlar için. Bir kaçış noktası gerekir çoğu zaman; belli ki Deniz de ellerinin hüneriyle kaçıyor,çözmeye talip olduğu onca dertten.Umarım ilerleyen bölümlerde tanıştırır hikaye bizi  her biriyle tek tek.

Her zaman şuna inanmışımdır ,bir seyirciyi içine çeken ilk şey kurulan dünyadır. Ona ikna oldu mu gerisi çorap söküğü gibi gelir. Yukarıda daha sonra açacağımı belirttiğim çekincem bu oldu, dizinin evrenine inanamadım. Benim uzaktan gördüğüm veya bizzat içinde bulunduğum hiçbir muayenehane özel ya da kamu farketmez, bu kadar renkli ve nasıl söylemeli bilmiyorum rahatsız edici değildi. Ev gibi olsun istenmiş desem, o da olmamış.Sıcak renkler, en başta kırmızı, o rengin kullanıldığı alanda çok uzun süre kalmasanız bile kalmış hissi verip sizi sıkar ki burada söz konusu olan uzun sürelere yayılan terapiler! Artı, enerji veren,uyaran bir renk olduğu için mental hastalıklıkların tedavi alanlarında kullanılmaz diye biliyorum ben. O halde neden kırmızı ?diye sormak zorundayım. Ha, kan ve şiddete yaptığı metaforik göndermeyi anlarım, ama bizzat o rengin baskın kullanılması  cidden benim için merak konusu. Diğer yandan rejinin uzun süreli terapi sekanslarını çekici kılmak için yaptığı hayali mekan değişikliklerini ve flashbackleri beğendim. Monotonluğu kırmak için yerinde hamleler olmuş ama yine de yetmemiş.Dilerim seansları  bütüne yedirip tempoyu arttırmanın başka yolları bulunur.Hastaları siyah beyaz şeritlerde isimleri ve gözleriyle ayırmak fikri de değişik olmuş. Ayrıca  bölüm içi muziklerin tamamlayıcılığını sevdim, jenerige de gerçekten özenilmişti, söylemezsem içimde kalır.  

Buraya kadar aktardığım hep işin teknik boyutuna dair izlenimlerimdi. Ama bunun bir de psikolojik ve toplumsal yönü var. Şiddet toplumumuzun kanayan yarası. Neredeyse elimiz böğrümüzde bekliyoruz kadına şiddet ve cinayet haberlerini, sonu gelmiyor bitmek bilmiyor. Belki oralarda bir yerlerde çaresiz bir insanın harekete geçmesi için araç olur seyrettikleri,yaşamlarına ayna tutar, doğrusu budur deyip önlerine bir yol haritası koyar, yalnız olmadıklarını hissettirir. Buna çok ama çok ihtiyacımız var. Şansı bol yolu açık olsun Kırmızı Oda’nın.Hayat zaten çok acı, bari kahvemizi tatlı içerken artık şiddet haberleri duymasın kulaklarımız, görmesin gözlerimiz!

Yazan ,yöneten oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.