Kuzgun 1. Bölüm Yorumu
Yazar: Ayşe KUTLUHAN
‘’Kuzgun, tanıtımını ilk gördüğüm anda beni heyecana sürükleyen bir projeydi.’’ diyemeyeceğim zira diziden önce beklediğim, Barış Arduç’un kendisinden başkası değildi. Bilen bilir, onun bendeki yerinin ne kadar kıymetli olduğunu. Onun adının geçtiği bir projede ekran başına oturmama ihtimalim asla yok. Kiralık Aşk’ta sergilediği Ömer İplikçi karakterinin ardından, nasıl bir karakterle karşımıza çıkacak, merakıyla geçti gitti iki yıl. Derken ufak ufak diziyle ilgili haberler sızıntı vermeye başladı ve Kuzgun ağırdan ağırdan kendini göstermeye başladı, sosyal medyada. İlk önce öykünün bir intikam hikâyesi olması cezp etti beni ve ardından kaleme alanların isimler, açıklandığında heyecanım daha da arttı. Sevgili Burcu Görgün Toptaş ve Özlem Yılmaz, Kara Sevda’dan bildiğim, dizinin daimi izleyicisi olmasam da başarısını takip ettiğim iki kalemdi. Sanırım bu hikâyeden önce onların kalemine güvendim, ardından da Barış Arduç’un sergileyeceği oyunculuğa. Bölümün son sahnesinde üzerimize savrulan ters köşenin ardından sevgili senaristlerimize olan güvenimin boşa çıkmaması beni mutlu etti. Barış Arduç’un sergilediği oyunculuğa da daha sonra değineceğim.
Ana karakterlerimize biraz göz atacak olursak: 8 yaşında ailesini kaybetmiş ve henüz ne olduğunu kavramadan sokakla tanışıp kendi kendini yetiştirmiş biri, Kuzgun. O, büyüdükçe içindeki intikam ateşini de kendiyle beraber büyütmüş. Kimliksiz kalmanın onda açtığı yaralarla birlikte içindeki iyiliği ve masumiyeti çocukluğunda bırakarak tam bir sokak adamı olmuş. Biraz karanlık ve serseri ve beli ki yaşadığı çevrede herkes tarafından tanınan ve sevilen bir karakter, Kuzgun. Kaybedecek hiçbir şeyi olmadığından olsa gerek, gözü kara.
Dila’ya gelecek olursak bilinçsizce yaptığı bir eylemin, nasıl sonuçlar verdiğinin yaşadıkça farkına varan ve geçirdiği yirmi yılda vicdanıyla savaş içinde olan bir karakter. O, yaptığı şeyin aslında kötü olduğunu, polisin paketle birlikte Yusuf amcasını ellerine kelepçeyi takıp götürmesiyle anlıyor. Ancak o paketin ne olduğunu, onlara ne kadar zarar verdiğini büyüdükçe daha net kavrıyor. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilmeden çıktığı o yolda bir canına can olmayı hedeflerken diğer canını canından ediyor, maalesef. Bu durum ona fazlasıyla ağır geliyor ve Kuzgun’un gidişinden sonra o da yaşadıklarından kaçmak adına Londra’ya gidiyor. Kuzgun’un geride bıraktığı Dila ile yirmi yıl sonra karşılaştığı Dila’nın arasında büyük fark olduğunu görmesi çok zaman almaz. Dila’nın da dediği gibi masumiyetini geride bırakmış ve çoktan babasının kızı olmuş.
Hikâye, Kuzgun’un çalıştığı gazinodaki baskının üstesinden gelmesinden sonra, gazino sahibinin ona önemli bir görev vermesiyle başlıyor. Kuzgun, Dila’yı hava alanında ilk gördüğünde ‘’Bu bir plan mı?’’ diye sormadım değil, kendime. Öyle ya elinde Dila Bilgin yazan bir kâğıt duruyor, Kuzgun’un; geçmişte bıraktığı Dila’nın adını sanını unutmuş olamazdı. Ardından saç müzesinde Dila’nın yazdığı dileği okuyunca‘’Dila’yı anımsamıştır muhtemelen ancak ihtimal vermemiştir. Şimdi oturttu taşları yerine.’’ diye düşündüm. Son sahnede gelen flashbackle birlikte kısa süreli bir şaşkınlık yaşadım. Ekran başında olan herkes de eminim benim kadar şaşırmıştır. İşin ucunda bir planın olduğu aşikârdı. Ancak itiraf etmeliyim ki bu intikam planının ne olduğunu tabi ki anlamamış ve Dila’nın oraya gelişinin tamamen tesadüf olduğunu düşünmüştüm. Son sahneyle birlikte bende kendi kafamda bir flashback yapınca aslında her şeyin fazlasıyla tesadüf olduğuna ve bu kadar fazlalığın saçmalığına kanaat getirdim. Her şeyden önce arabada takip edilen Kuzgun oldukça sakindi, bana göre. Dahası Nevşehir’de yaşayan ve sokaklarda büyüyen birisi olarak Kuzgun ‘’İlerden sağa döneceksin.’’ dediği yolun, uçuruma çıkacağını biliyor olmalıydı.
Kuzgun, iyi bir oyun kurucu olduğunu bölümün sonunda net gösterdi bize. Kaybedecek hiçbir şeyi yok. Düşmanıyla aynı sofraya oturacak kadar korkusuz ve bu intikam yolunda çocukluk aşkı Dila’yı dahi kullanabilecek kadar duygularını kaybetmiş bir karakter. Onun derdi asla öldürmek değil, öyle olsaydı bunu en başında yapardı diye düşünüyorum. Amaç, hayatını çalanlardan hakkı olanı tek tek almak. Kimliğini geri alarak ilk adımı atmış bulundu. Bu yolda onu zorlayacak tek şey Dila. Bana kalırsa duygularını yok saydığı dünyasında, onun için çok büyük bir zaaf olacak, Dila. Öte yandan Kuzgun’a yol arkadaşı, akıl hocası olacak kişide Terzi Derviş’ten başkası değil. Kuzgun’un ‘’Sen sadece bir terzisin.’’ diye küçümsediği terzinin onun yoluna ışık olacağından şüphemiz yok. Bunu onun da fark etmiş olması gerek ki onu dinleyerek düşmanına kimliğini açık ediyor. Şöyle bir düşündüğümde; Kuzgun, ilk önce sokak çocuğu olmuş, sokaklarda harmanlanmış ve sokaklarda büyümüş. Bin bir çeşit insanla tanışmış muhtemelen. Terzi Derviş’e tek sözüyle güvenip onun söylediğini yapmasının kendince önemli bir gerekçesi vardır diye düşünüyorum. Onda gördüğü ya da hissettiği bir şey onun sözünü dinlemeye itmiştir.
Kuzgun’un intikam planında Şeref’in mi yoksa Rıfat’ın mı daha büyük yer edindiğine yönelik açıkçası net bir fikrim yok. Bilinen, Rıfat’ın en yakın dostuna ettiği ihanet… Ancak arka planda bir de karısını yaşatmak için kendini kirli işlere bulaştıran bir eş ve iki çocuk babası var. Tabii ki bu onun yaptıklarını hafifleten bir etken değil. Ancak her türlü kaçakçılığı yapan ama tohum işine girmek istemeyen Rıfat’ın kötülük mertebesini tartışmak için biraz daha beklemek isterim açıkçası. Öte yandan Şeref daha etkin bir kötü ve düşman. Kuzgun’un Rıfat’ın ondan çaldığı hayatı geri alarak Şeref’e doğru yol alacağını düşünüyorum. E, tabi bu yolda karşılaşacağı ve Dila ile arasında çapak olacak bir Bora’mız var. Açıkçası beni heyecanlandıran bir karakter oldu Bora, henüz kendisini görmesem de.
Meryem, ilk önce kocasını çok geçmeden hiç istemediği bir şekilde oğlunu kaybetmiş bir karakter. Oğlunun kaçırılışının ardından yaşadıkların ne olduğuna yönelik henüz pek bir şey yok ortada. Kuzgun’u kaybetmesine sebep olan olayda yaptığının doğruluk ya da yanlışlık payı kişiye göre tartışılır; bazen an’ı yaşamak lazım. Benim kafama takılan farklı bir şey var: Kuzgun kaçıp eve geldiğinde evin kapısının duvar olduğunu gördü. Çocuk aklıyla annesinin onu feda ettiğini düşünüp aile kavramını hayatından çıkardı, attı. Buraya kadar tamam, anladım. Oradan oraya savruldu ve kendini Nevşehir’de buldu. Ölmek kurtuluştu onun için ama o, inadına yaşamayı tercih etti. Bir şekilde büyüdü de. Küçükken annesinin onu terk ettiğini düşünen Kuzgun, büyüyüp aklı ermeye başladığında aslında annesinin onu feda etmemiş olabileceğini ya da yaşayıp yaşamadıklarını hiç mi merak etmedi? Hiç mi geri dönüp bakmadı? Şayet gitmiş olsaydı onun her gün yolunu gözleyen bir annesi olduğunu anlardı diye düşünüyorum. Buralar hep gizem. Zamanla flashbacklerle tamamlanır muhtemelen.
Dila: Bana bak Kuzgun, git o Dıla’yı düzelt ve Dila yap! Bir nokta koymaya mı üşendin?
Kuzgun: Sana nokta koymak içimden gelmedi, be gülüm!
Hikâyenin bütününe bakacak olursak öykü ve karakterler beni içine çekmeyi başardı. Kuzgun’un tavrını duruşunu konuşma tarzını oldukça beğendim. Ayrıca belirtmek isterim ki Barış Arduç’a bu karakter çok yakışmış. Özellikle kavga sahnelerinde ‘’Tam da aradığım buydu.’’ derken buldum kendimi. Bölümler ilerledikçe Kuzgun karakterini daha da yaşayacağına inanıyorum. Dila konusunda henüz bir şey söylemek istemiyorum. Bana henüz pek bir şey hissettirmedi. Burcu Biricik’in benim için farklı bir sempatisi var. Onu izlemeyi seviyorum ancak onu Dila olarak henüz kabullenemedim sanırım. Sevgili Levent Ülgen’in ismini ilk duyduğumda nasıl bir “kötü” çıkaracağına yönelik kafamda soru işaretleri oluştu. Açıkçası gördüğüm de beni tatmin etmedi. Bazı karakterler oyuncunun üzerine yapışıp kalıyor ve onu üzerinden atmak zaman alıyor. Rıfat’da konuşurken sanki ansızın elindeki tespihi sallayıp ‘’Tırın tırın tırın!’’ diyecekmiş gibi bir his uyandırdı bende. Öte yandan bana göre kusursuz oyunculuk sergileyen diğer bir isimde hiç kuşkusuz ki Hatice Aslan’dı. Kendisi severek izlediğim ve oyunculuğunu çok beğendiğim bir isim. Buradaki rolünün de hakkını vermiş.
Karakterlerin geçmişlerini oynayan oyuncular, görsel olarak iyi seçilmiş. Ben, Kuzgun ve Dila’nın çocukluklarını oynayan Küçük Metehan ve Nisa’yı da oyunculuk açısından çok beğendim. Geçmişle şimdiki zaman arası geçişler yerinde olmuş. Kafa bulandırmadan izleyiciye aktarılmaya çalışılmış. Bölümde kullanılan müzikler yerinde ancak konuşmayla birleşince ses o kadar yükseliyordu ki replikler işitilmez oluyordu. Bu konuda bir denge kurulur umarım.
Kuzgun, içinde kalan masumiyet kırıntılarıyla savaşmaya Dila’yı havaalanında gördüğü ilk anda başladı. Saç müzesinde Dila’nın dileğini görmesiyle ikinci savaşını ve Dila onu öptüğünde o tadı üzerinden atmak için bir başkasına giderek de üçüncü savaşını vermiş oldu. Bundan sonrası onun için zor olacak. Hayatını kasten alanların ve hayatının ondan alınmasına dolaylı yollarla sebep olanların isimlerini vücuduna tek tek kazımış, Kuzgun. Bu isimlerin içinde en masum olanı Dila ki ismi kalbine kazınmış. Onu bu yolda en çok zorlayan da muhtemelen o olacak.
Yazıma son vermeden önce güzel bir detaya yer vermek istiyorum:
Cebeci ailesinin isimleri bir kuş isminden alınmış. Baba; Yusuf ve çocukları Kuzgun, Kartal ve Kumru. Kafeslerde beslenen kuşlardan da yola çıkarak kuş beşlemeyi seven bir baba çocuklarına da kendince özel olan kuşların adlarını seçiyor sanırım.
Kuzgun: Zekâsı, büyüklüğü ve simsiyah olmasıyla bilinir. Oyuncu ve akrobasi hareketleri olan bir kuştur. Çeşitli sorunlarda çözüm üretebilme özellikleri vardır. Bölümden net anlaşıldığı üzere Akça Kuzgun’da tam adını aldığı kuşun özelliklerini yansıtıyor.
Kartal: Yaradılışları gereği; güçlü, kendinden emin tavırları ve asil duruşları vardır. Kartal Cebeci her ne kadar düzgün bir karakter olarak gözükse de kendisine ait olan tamirhanenin borcundan dolayı yanlış yollara sapma riskini ‘’acaba’’ diyerek düşünmedim değil. Ancak Kartal kuşunun özelliklerini okuduğumda şayet bu bir metafor, bir göndermeyse düzgün bir karakter olarak kalacaktır umarım, diyorum.
Kumru: Tüyleri genelde kızılımsı ve pas rengidir. Zarif hareketleri ve yumuşak tavırlarıyla çok sevimlidir. Kumru Cebeci’ye yönelik pek fikrim yok şu anda. Dila ile yaptığı haberi dikkate aldığımda o haberi Dila’nın kim olduğunu bilerek yaptığını düşünüyorum. Mesleğini kullanarak adımlar attığı, kendi çapında bir intikam planı var, muhtemelen.
Genel Notlarım:
- Dizilerde öykünün arası serpiştirilen sosyal sorumluluk projelerini çok seviyorum. Okullara yardım projesi ve Kuzgun’un Dila’yı hayvan barınağına yönlendirmesi çok özel ve teşvik edici sahnelerdi.
- Gazino baskını sahnesinde, silahlar patladığında ilk dikkatimi çeken şey, patlayan silahın ardından yere düşen kovanın sesiydi. Bana göre çok ince bir detay.
- Tanıtımlarda Kesik için Kuzgun’un intikam arkadaşı olarak bahsedildi. Umarım Nevşehir’de kalmaz keza Kuzgun’un Terzi Derviş’ten başka sıkı bir dosta ihtiyacı var.
- Kuzgun’un yediği tokatları sayma kısmını çok sevdim. Değişik bir bakış açısı olmuş. Bininci tokadı ölse unutmaz.
- Repliklere değinmeden geçemeyeceğim, yer yer çok kuvvetli replikler vardı. Söz konusu Kuzgun gibi bir karakterse çok daha kuvvetli repliklere ihtiyaç var diye düşünüyorum. Bu konuda sevgili senaristlerimize güveniyorum.
- Kuzgun’un babasının mezarının başındaki sahneye kalbimi verebilirim. Kuzgun’u bütün yüreğimle hissettim.
Velhasıl Kuzgun içinde bulunan bütün çapaklarına rağmen beni tatmin etti. Olan kusurlarına el atılıp düzeltildiği takdirde reytinglerde de sıçrama olacağına inanıyorum. Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.