Kuzgun’u Terk Edilmek Değil Güveni Yaraladı (Kuzgun, 10. bölüm)
Yazar: Ayşe KUTLUHAN
Bir insan kaç kere can kaybeder ya da kaç kere inandıklarıyla sınanır. Akça Görgün olarak sürdürdüğü hayatında yanında kardeş diye benimsediği dostu olsa da yalnızdı, Kuzgun. “Sevgi” kavramını yok ettiği dünyasında, kalbinin üzerine bir çizik atmış yaşayıp gidiyordu hayatı, bodoslamasına. Soğuttuğu kalbinin yeniden ısınabileceğine ihtimal vermemişti bile.
Kuzgun, Dila’nın hayatına girdiğinde, onun kalbine dokunarak zirveye çıkmayı planlarken hesaba katmadığı bir şey vardı: kendi duyguları. Buz tutmuş yüreği, Çocuk Dila’nın anısına sığınırken Büyük Dila’nın kendi duygularını alaşağı edeceğini, tahmin edememişti. Adım adım duygularıyla sınandı, Kuzgun ve kabul etmekte zorlansa da yok saydığı kalbiyle yüzleşti. Dila, kanlar içinde kollarına yığıldığında tam sol tarafında, göğüs kafesinin içinde bir yerlerde derin bir sızı hissetti, uzun zaman önce içinden söküp attığı, ince fakat can yakan bir sızı çünkü Dila onun karısıydı, en iyi arkadaşıydı, kısacası her şeyiydi.
Bilgin evine kimin saldırı düzenlediği uzun süre gizli kalmayacaktı, emindim. Kuzgun dizisinin en büyük özelliklerinden birisi de bu sanırım. Hiçbir sır uzun sürmüyor. Nitekim de öyle oldu. Dila hastaneden taburcu olana kadar Kuzgun, saldırıyı yapanın Bora olduğunu öğrendi. Hedefin Dila değil de kendisi olduğunu anlaması da zor değildi. Kanlar içindeki Dila’yı hastane koridorlarında kucağında taşıyan ve onu kaybetme korkusu yüreğinde büyüyen Kuzgun’un, Bora’ya karşı sakin kalmayacağını hepimiz tahmin etmişizdir. Bu konuda “Kuzgun acaba ne yapar?” diye, hiç meraklanmadım fakat “Bora, paçasını kurtarmak için neler yapabilir?” diye fazlasıyla kafa yordum. Zira Behram Adıvar’a meydan okuyarak icazet emri almış iki kişiye ateş açması, Bora’nın kendi ipini kendi çekmesiydi. Öyle de olacaktı; Behram, Bora’nın ölüm emrini verdiği anda Bora ona ne söylediyse Behram adamlarını durdurdu bir anda, tabii ki şimdilik. Bora’nın ne söyleyerek canının kurtardığına yönelik henüz bir fikrim yok. Zira Behram Adıvar gibi birini kulağına söylediği üç beş cümleyle durdurmak, güç olsa gerek. Onun çıkarlarıyla ilgili bir durum oldu, muhtemelen.
Behram Adıvar’ın Bora’yı koruma altına alması, zaten öfkesi taşan Kuzgun’u daha da çileden çıkardı. Bir kayıp vermişti daha önce, yüreğini yerle yeksan eden. İkinci bir kaybı verme olasılığı bile kontrolünü kaybetmesine yetmiş de artmıştı. Daha önce de bahsetmiştim; Kuzgun, anlık planlar yapıp oyunlar kursa da sonucunda başarıya ulaşıyordu. Zekiydi ve zekâsı onu her oyundan tertemiz çıkmasını sağlıyordu. Onların yöntemiyle Bora’yı indiremiyorsa Behram’ı indirip bu oyuna bir son verecekti. Söz konusu Dila’nın hayatı olunca “Düşmanımın düşmanı, dostumdur.” diyerek Ali de Kuzgun’un yanında yer aldı, bu sefer. Kuzgun kafasına koyduklarını yapmakta oldukça ısrarlıydı. Planlar yapıldı, oyunlar kuruldu ve Bora tuzağa düşürüldü. Sonuç: Kuzgun istediğine tertemiz bir şekilde ulaşmayı başardı; Behram Adıvar ifşa oldu.
Bizler ekran başında Kuzgun’un, sonunda Behram’ın kimliğini ortaya çıkarmasının şaşkınlığıyla kalırken o, aradığı düşmanın aslında en güvendiği adam yani Terzi Derviş olduğunu öğrenmenin şokunu yaşadı. Açıkçası bu, beklediğim bir şeydi. O yüzden Terzi’nin Behram olmasından ziyade Kuzgun’un tuzağına bu kadar kolay düşüp ifşa olmasına şaşırdım, ben. Bir diğer taraftan da Yusuf’u öldürenin – hem de zehirleyerek – Derviş olmasının ve bunu yaptığını alenen Kuzgun’un yüzüne yüzüne söylemesinin şaşkınlığını yaşadım. Sanırım geçmişin sırları da artık gün yüzüne çıkmaya başlamış bulunmakta. Bıyıklı tonton terzi amcamızın içinden şeytan çıktı.
Terzi’nin, Yusuf’la farklı bir bağı olduğunu iddia ettim durdum en başından beri. Kendimce teoriler oluşturdum ve birleştirdiğim parçalar beni hep ikisinin ortak bir noktası olduğuna götürdü. “Bora’nın kendisini ezip geçmesine karşı, onun ölüm emrini veren Behram Adıvar; defalarca kendisine meydan okuyan Kuzgun Cebeci’yi, neden korusun?”diye düşündüm durdum. Yusuf’a bir borcu olduğunu daha önce flashbacklerden öğrendik ancak bu borcun ne olduğuna yönelik bir emare bulamadık bir türlü. Bu bölümdeki flashbackten, Yusuf’un Terzi’nin canını bağışladığını öğrenmiş olduk. ‘’Seni öldürmeliydim. Burada olan sen olmalıydın. Senin yerine ben buradayım.’’ gibi cümleler geçti, ikilinin arasında ve ardından Terzi’nin Yusuf’u zehirleyerek öldürdüğünü izledik. Peki, neden? Şayet Yusuf’a olan borcu bu kadar kıymetliyse ve Kuzgun’un kayboluşuna yönelik bu kadar vicdan yapıyorsa kendinde, neden Yusuf’u öldürdü, bu adam? Kafamda deli sorular ve ufak kırıntılar şeklinde de olsa bir sürü teorim var. Hangisini sunsam ortaya, açıkta kalıyor. Sanırım Behram’ın, Kuzgun’u bu kadar korumasının altında yatan gerçeği çözmeye çalışırken beyin hücrelerime ciddi hasar vereceğim.
‘’Sen Behram Adıvar’ı kim sandın, çocuk!’’ diyen, Derviş kılıklı Behram Adıvar’ın, Kuzgun’un ona kurduğu tuzağı bilmeme olasılığını, kabul etmek istemiyorum açıkçası. Bu adam, bize sunulduğu kadar zekiyse şayet bu kadar detayı atlaması imkânsız geliyor, bana. Bir teorim var. Şayet Terzi gerçekten Behram’sa bu gerçeği Cihan da biliyor diye düşünüyorum. Öyle olmasa onu, Kuzgun’un yanına yollamazdı. Cihan, Kuzgun’un yanından ayrılıp Terzi’ye gittiğinde ona, Kuzgun’un Behram’ı bulana kadar durmayacağını söyledi. Bunun üzerine Terzi Derviş, Kuzgun’u durdurmak için kendini Behram olarak Kuzgun’un önüne atmış olabilir mi? İşte bu durumda da teorimi daha önce Bora’nın karşısına çıkan diğer Behram bozuyor. Behram, kendisini görmek için direten Bora’nın karşısına kendi yerine başka bir adamı yollarken Kuzgun’ un karşısına neden direk kendisi çıksın? Ha burada Kuzgun’un vurulduğunu düşünerek oraya gelmiş olabilir diye düşünebiliriz. Ben de bunun üzerine az önce yukarda yazdıklarımı tekrarlarım. Her şeyden adım adım haberi olan Behram Adıvar’ın Kuzgun’un kurduğu bu oyundan da Dila’nın polisle işbirliği yaptığından da haberi olmaması imkânsız. Aksi,benim Behram Adıvar’ın zekâsına olan inancımı yitirmeme sebep olur. İşte o vakit onu güçlü değil de Bora’dan hallice, öfkeyle kalkıp zararla oturan bir düşman olarak görürüm. Gerek Behram ve Terzi Derviş gerekse Kudret için kafamda kurguladığım birkaç teorim daha var ancak dile getirmek için biraz erken sanırım. Belki birkaç bölüm sonra biraz daha kırıntı yakalayabilirsem hepsini birleştirip sunabilirim size.
Kuzgun’u terk edilmek değil güveni yaraladı bu kez. İntikam için döndüğünde ona kimliğini, gücünü ve girmek istediği camiaya biletini, Terzi Derviş vermisti. Onun sayesinde kimliğine yeniden kavuşmanın uyandırdığı o duygu karmaşasıyla yıllar sonra ilk kez Terzi Derviş’e güvenmişti, Kuzgun. Fakat bu güvenin vadesi uzun sürmedi maalesef. En güvendiği, baş düşmanı olarak çıktı Kuzgun’un karşısına, hem de ona meydan okuyarak, onu sevdikleriyle tehdit ederek. Kuzgun’un eli kolu bağlı kalacak muhtemelen bir süre, terzi kimliğindeki Behram’a karşı çünkü zaafları çok fazla Kuzgun’un: annesi, kardeşleri, karısı…
Dila ve Kuzgun arasında duygular birbirine karışırken tatlı atışmalar, ikiliyi iyice izlenir hâle getirdi. Bedenleri büyük fakat ruhları küçük birer çocuktu aslında ikisi de. Dila’nın vurulması, Kuzgun’un; Kuzgun’un vurulmasıysa Dila’nın yüreğindekileri hissetmesine sebep oldu. Kuzgun annesinin ondan vazgeçmişliğini henüz kabul edememişken Terzi Derviş’e olan güveniyle sınanması, onu Dila’ya itecek diye düşünüyorum. Birbirlerini kaybetme korkusunu fazlasıyla yaşadılar. Bundan sonrası biraz huzur bulma çabası olur kanımca.
Bu bölüm Kuzgun’un hissettiği acı ve öfke birbiriyle o kadar güzel harmanlandı ki seyretmeye doyamadım, diyebilirim. Ameliyathane kapısında korkuyla bekleyen Kuzgun’un acısını da hissettim yüreğimde, Dila gözlerini açtığında yaşadığı mutluluğu da. Derviş’in Behram olduğunu öğrendiğinde hissettiği hayal kırıklığını da gördüm gözlerinde, ailesiyle tehdit edilirken yaşadığı, korkuyla karışık çaresizliği de. Ben, Barış Arduç’un Kuzgun’un hissettiklerine tercüman oluşunu seviyorum. Emeğine sağlık.
Genel Notlarım:
- Ah, genel notlarımın baş prensi, Kartal!!! Sana ne söylesem, seni ne yapsam, bilemedim. Ali’ye güvenip onunla iş yapmanı koydum bir kenara, karısına akıp gitmen(!) ne demek? Kanatları yolunasıca, Kartal! Yükseklerde uçama inşallah da yere çakıl, e mi! Cebeci ailesinin yüz karası olup çıkacaksın, başımıza. Allah da seni ıslah etsin, inşallah.
- Seda ve Füsun için de hissettiklerim Kartal’dan hallice açıkçası. Tamam, kabul; Seda, içindeki boşluk yüzünden ona ilk el uzatana hafiften meyletti. İyi de hiç mi ayırt etmez insan, kişiyi. Yavrucum, çelikli çocuklu koca kadınsın; az mantık. Hele o Füsun, gözleri fıldır fıldır; kimin açığını, nasıl yakalasam diye aranıyor resmen. Neyse sana karşı biraz daha ılımlıyım, Füsuncuğum zira kabahatin büyüğü Kuzgun’da.
- En az Terzi kadar beni şaşırtan bir diğer insan da Selçuk oldu, bu bölüm. Ne yalan söyleyeyim, zerre tahmin etmedim polis için çalıştığını.
- Gönlümün kızıl prensesi, abisinin kardeşi: Kumru. Zekâsına hayran kaldım yeminle. Şeref Dağıstanlı cinayetini çözmekle kalmadı, Bilginlerin çalışma odasına yerleştirdiği dinleme cihazıyla nokta atışı yaptı. Tamam, duyduğu şey Kuzgun ve Ali’nin planının bir parçası olsa da Kuzgun’u yerde kanlar içinde yatarken gören Dila’nın feryatlarına Kumru’nun olup biteni Dila’ya anlatması sayesinde şahit oldu, Kuzgun en azından. Kendi kalbini kabul etti zaten. Artık Dila’nın kalbinden de emin oldu.
- Kartal’ın abisine çıkışında Meryem Cebeci’nin Kuzgun’u savunup “Onun günahları benim boynuma.” demesini, çok sevdim. Fakat bir süre önce Dila’yla konuşurken evlilik meselesi açılınca öfkeyle “Allah yazdıysa bozsun.” diyen Meryem Cebeci’nin bu ani Dila aşkına bir türlü anlam veremedim. Neyse, gelin kaynana bunlar; araya girmemek lazım.
- Ali’nin Dila vurulduğunda gözlerindeki acıyı en derinden hissettim. Her şeye rağmen kardeşine çok değer veren bir abi, o ve ne yaparsa yapsın ona karşı çok değişik bir sevgim var.
Soluksuz ve keyifle izlediğim bir bölüm oldu. Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.