Yazar: Sinem ÖZCAN 

Masumlar Apartmanı’nda aşk ve aşk acısına odaklandık, bu hafta. İnci onu bırakıp gidince darmadağın olan Han, Naci’nin en yakın arkadaşıyla evlenip bir de çocuğu olduğunu öğrenen Safiye ve bir yandan ölüme “Az bekle, geliyorum!” derken bir yandan da 22 yıllık “keşke”sini, “iyi ki”ye çevirmeye çalışan Naci… Farklı tepkiler, farklı yollar ama benzer acılar… Öte yandan bir de iyi haberimiz vardı: Hasibe, giderek soğuyan dünyayı görünce cehennem sıcağında oturmaya karar vermiş görünüyor.

Valla sizi bilmem de ben, hâlâ Hikmet Bey’e fena hâlde takığım. Alınmasın, gücenmesin ama “Amca, al eline bir kucak odun, Hasibe’yi bi’ ziyaret ediver sen!” diyesim var. Safiye’nin ve Gülben’in hatıralarından anladık ki Hikmet Bey, babasının zoruyla bu evliliği yaptığı için pişman olmuş, hatta boşanmalara kalkışmış ama Hasibe’nin “Canıma kıyarım!” tehdidiyle geri adım atmış. Tamam, olabilir; Hasibe’nin zaten sağlıklı olmadığını biliyoruz, kaldı ki ilişki kendi rızası hilafına bitirildiğinde Hasibe kadar hastalıklı olmayanlar bile benzer tepkiler verebiliyor. Hikmet’in bu tehdide boyun eğmesini de anlarım; vicdanı elvermemiştir, ölürse bunun vebalini taşımaktan korkmuştur, belki çocuklarını düşünmüştür… Hepsine peki! Ancak bu kadından 4 çocuk yapmayı da bu 4 çocuğu o deliyle kaderine terk etmeyi de anlamam, hatta anlamaya çalışmam ben, Hikmet Efendi! Gülben’in kirlenen önlüğünü Hasibe’ye göstermeden yıkamakla, üstlendiğin günahı da temizleyemezsin. Hayır; cahil, kalın kafalı ve çaresiz bir adam olsan yine anlayacağım ama kendini o evdeki terörden korumayı başaracak kadar gücün de aklın da var, o zaman çocukları niye kurban ettin? Hasibe’nin bu hâle gelmiş olmasındaki payını es geçiyorum çünkü bir insanın zorla sevilemeyeceğini çok iyi biliyorum ama doktoru var, tedavisi var hatta hepsini geçtim, o çocukları korumanın bambaşka yolları var. En olmadı, o Hasibe denen cadıyı alır kaparsın bir ruh sağlığı merkezine, çocuklarını kurtarırsın ama yok, gözlerini ve kulaklarını o evde işlenen cinayetlere kapamak; evden, çocuklardan ve Hasibe’den uzak kalmak kolay. “Görmedim, duymadım, bilmiyorum!” Ohhhhh, mis… Özgürce yasını tutabilir, dilediğince hayatını yaşayabilir, vicdanın hiç sızlamadan o çocukların yüzüne bakabilir ve arada “Almayın Perihan’ın adını ağzınıza!” diye höykürüp erkeklik edebilirsin, böylece herkes evde bi’ baba (!) var zanneder.

Hikmet’i içimde ne kadar aklayamıyorsam Naci’yi de aklayamıyorum, ben. Her ne kadar aforizmik sözleri, şair duygusallığı, halim selim adam görünümü ve “kendince” tutarlı mantıksal çıkarımlarıyla izlerken beni anlık manipüle eder gibi oluyorsa da etkisi kısa sürüyor. Bunun ana nedeni “genellemeleri” hiç sevmemem sanırım. Evet, karşı tarafı ikna için iyi yoldur kabul ediyorum, hele de Naci gibi süslü laflar etmeyi sağlam tanıklarla beslemeyi biliyorsanız ama gel gör ki genellemeler daima istisna içerir ve istisnası olan her durum da benim için inanmayı güçleştirir. Hele de söz konusu insansa… Hiçbir insan, diğerinin aynı değil onun için “birey” diyoruz ya. “Tek”, “bir tanecik”, “benzersiz”… Şimdi siz bu “tek” varlığın duygularına ait genellemeler yaparsanız bu, benim için üzgünüm ama “boş laf”tır. Naci’nin, Han’a “aşk acısı” nutkunu da maalesef bu pencereden dinledim. Yanına Mevlâna gibi bir sevgi üstadını da tanık edince önce bir “Ya, ne de güzel söylüyor!” demedim değil. Aslında itirazım, onun Mevlâna’dan alıntıladığı “Aşk, topuklarından etine kadar işlemiş bir nasır gibidir. Ya canın acıya acıya adım atacaksın ya da canını acıta acıta söküp atacaksın. İki yolda da tek bir gerçek olacak: canın çok ama çok acıyacak…” sözüne değil ondan önce söylediği “Aşkın yanına nefreti koyamazsın eğer koyuyorsan o aşk değil hastalıktır!” genellemesine. Aşk, çok şiddetli bir duygu ve eğer sakinleşip dinginleşmezse yani yerini çok daha sakin ama çok daha derin sevgiye bırakamazsa yakıp yıkan bir duygu. Nefret de öyle… Aşk kadar şiddetli, aşk kadar yakıcı ve eğer aşk sakinleyemiyorsa yani dönüşemiyorsa sevgiye pekâlâ yanına nefret de konabilir ve bu niye hastalık olsun ki Naci Bey abicim? Nefreti, şiddete dökmekten söz ediyorsak başka bir masada konuşalım ama nefret, aşkı söndürmenin bir yolu mudur; evet, yoludur. Haaa, sen bunu seçmemiş ve mazoşistçe bir tavırla aşk acısını yeğlemiş olabilirsin. Mazoşistçe diyorum çünkü onun altında bu aşkta kendi hatasını kapamaya yönelik bir suçluluk seziyorum ben. 22 yıl boyunca ölmüş babasına verdiği söze rağmen, canım yanacak diye adım atmamış ne zaman ki ölüm “Meraaaabbaaaa!” demiş o zaman babasının “keşkelerle değil iyi kilerle gideceksin” öğüdünün peşinden gitmeye karar vermiş. Geçeceksin bunları Naci abicim bi’ kalem, geçeceksin ve o “canın yanacak” diye adım atmadığın 22 yılın bi’ hesabını vereceksin önce. “Sen gitmiştin, babam da ölmüştü yola yalnız devam edemedim…” sızlanması sana hâlâ âşık Safiye’yi bile ikna etmedi, kaldı ki benim gibi aforizmalardan, özlü sözlerle konuşup durmalardan, genellemelerden asla haz etmeyen bir kadını hiç ikna edemez. Senden bin beter şartlarda yaşayan, hatta biz ona yaşamak değil de nefes alıp vermek diyelim, Safiye “Sen benim tek ihtimalimdin. Ya sen ya hiç… Çünkü ben böyleyim Naci, kaldırıp atamam, saklarım.“ deyip o tek ihtimali kendine koltuk değneği yapıyor ve onunla tutunmaya çalışıyorsa hayata, kusura bakma da senin Gülru’yu hayatına “eş” olarak almış olman benim için affedilemez. Hele hele ondan olan kızına Safiye ile hayalini kurduğunuz ismi vermen benim beynimde “bencillik” ampulünü sonuna kadar açar. Demek ki o senin hayalinmiş, Safiye sadece o hayali kurarken kullandığın bir araçmış. “Sen” çocukların için o hayalleri kurmuşsun, annesinin kim olacağı mühim filan değilmiş. Bu da beni başka bir sonuca götürüyor doğrusu: Naci Bey abicim, siz Safiye’ye değil de “aşk”a âşık olabilir misiniz? Hani o pek şair tabiatınız gereği bir Leyla ile Mecnun, bir Kerem ile Aslı hayali yaratmış ve o hayalin peşinden gidiyor olabilir misiniz, acaba? Üzgünüm ama sizi azıcık sarsarak uyandıracağım: Safiye’den bir Aslı da bir Leyla da çıkamaz. Yani ister elbette, sonuna kadar ister de lime lime doğranmış, her parçası başka bir yola savrulmuş o kadın “kendi ihtimaline” sığınıp ancak ayakta duruyor. Siz yavaş yavaş Leyla’dan geçme faslına mı gelseniz artık?

Kendi hayallerinin “âşık kahramanı” olmayı tercih eden Naci, baktığımda kendine en uygun eşi de seçmiş: Gülru. Önce Naci’ye “Ben savaşırım biliyorsun!” diye kocaman bi’ laf etti, yetmedi Safiye’nin karşısına dikilip “Sen annene boyun eğdin ama ben savaşmayı seçtim!” diye çemkirdi. Savaşmak dediği ne? Aşkının peşinden gidip Naci’ye nikâh defterine imzayı attırmak. İyi hoş da gönül defterindeki imza nerde, bacım? Hadi onu da geçtik, aldın götürdün Naci’yi doktora ve bu eylemin adına da savaşmak dedin, peki ya sonuç? Bir avuç gözyaşı… Adamı hayat döndüremiyorsun, yüreğinden Safiye’yi silemiyorsun, kuru bir imzaya razı geliyorsun. Biz ona savaşmak demiyoruz be annem, kumda oynamak diyoruz. Sen kumda oynarken de asıl savaşan, o küçümsemeye çabaladığın Safiye. Kimseye dokundurmadığı, annesinin elinden çekip alamayacağı ve sadece ona ait olan tek duyguyu saklayıp biriktiren Safiye… Aşkına tutunup her şeye rağmen ayakta kalan da Safiye, kardeşlerine kol kanat gerip onları bir şeytanın elinde ölmekten koruyan da Safiye ve hatta son hamlesiyle o şeytanı ebedî istirahatgâhına – inşallah – dönmemek üzere uğurlayan da Safiye. Şimdi gel, sonucu bir daha değerlendirelim: Bir evlada rağmen elinde tutamadığın bir adam var, üstelik hayat boyu sana hiç âşık olamamış, yolda yürürken baston niyetine kullanmış, ölürken bile seni yanında istemiyor; öte yandan boyun eğmekle itham ettiğin kadın ayakta kalmış, başka canları hayatta tutmuş, bu arada o adamın “aşk”ı olmayı da ona “âşık” olmayı da sürdürmüş, son noktada tercih edilen de yine o olmuş. Maç belli, sonuç belli!

Safiye, ne böyle bir yarışta ne de kazanma derdinde. O öfkeli… Evet, çok öfkeli ve her şeye rağmen öfke, sağlıklı bir duygu. Babasına yıllardır duyduğu öfkeyi şimdi Naci’ye aktardı ve onu, çok da haklı olarak, babasıyla aynı kefede görüyor. Evlenmesi hem de en yakın arkadaşıyla evlenmiş olması yıkıcı onun için ama o ne kızının adını Tomris koymasına ne de dönüp gelmiş olmasına takılıyor. O, Naci’de Hikmet Bey’i görüyor: Evladını ihmal eden bir baba… Üstelik de buna kendisini aracı yaptığını düşünüyor ki haklı ve o öfkeyle geçirdiği sinir krizi de aslında çok sağlıklı. İçinde yıllardır irin bağlayan çıbanı patlatmayı başardı, şimdi irin hızla akıyor ve çıban boşalıyor. Çok acı verecektir, çok sancı yapacaktır ama bu bir iyileşme süreci… Ardından o yarayı belki dağlamak gerekecektir fakat öyle ya da böyle iyileşir. Nitekim Hasibe’nin onu terk etmesi de bence iyileşmenin ilk adımı. Umarım biri o yaraya tuz basıp yeniden irin toplamasına neden olmaz ve Safiyecik artık adım adım Hasibe’nin giderek daralttığı mengeneden kurtulur. Evet, Safiye hiçbir şey atamaz, biriktirir, saklar ama atamadıklarını da çöp poşetine doldurup “boş daire”de bir kenara fırlatıverir. İşte, Naci’nin bilmediği ama bizim bildiğimiz detay da bu! Yarın öbür gün Naci ölse de Safiye onu atamayacak ama “çöp daire”nin derinliklerine yollayacak. Kaygım bu süreçte Hasibe’yi geri döndürecek bir “mikrop kapma” durumu yaşamasın.

Naci’yi “seçtiği” aşk acısıyla baş başa bırakırken bir detayda hakkını yemeyeyim. Onun pek bir süslü, pek bir afili sözleri bir noktada işe yaradı: Han’ı duygularıyla yüzleştirmeyi başardı. İnci’nin onu terk etmesiyle Han da ağır bir aşk acısı yaşıyor ancak Naci’nin ya adım atacaksın ya da içinden söküp atacaksın seçeneklerini önüne koyması onun bu duyguyla apaçık karşı karşıya kalmasını sağladı. İnci’nin boşanma evraklarını yollaması onu bir yol seçmeye zorlayacak elbette ama şu an o da acısını doya doya yaşıyor.

Han, öfkelendiğinde kontrol edilemez bir adam. Öfkesini de kontrol etmiyor zaten ve saldırganlaşıyor. Vuruyor, kırıyor, zarar veriyor. Daha önce İnci’nin arabasını satmaya çalıştığı adama yaptıkları aklıma gelince bu kez trafikte tartıştığı adamdan kendini savunmadan dayak yemesi düşündürdü beni. Kasten çıkardığı tartışmayla aşk acısını fiziksel acıyla kapamaya çalıştı ve bile isteye dayak yedi, hatta bu dayaktan da zevk aldı. Duyduğu fiziksel acı, içindeki dinmeyen acıyı bir süreliğine bastırdı çünkü. Belki de ilk defa bir kavgada bu kadar hırpalandı, zarar gördü ama umursamadı çünkü içindeki zarar çok daha büyük boyutta.

Safiye’den Han’ın önceki nişanlısı Ceylan’ın öyküsünün bir kısmını da öğrendik. Safiye’nin onu Han’dan ayırmayı başardığını biliyorduk. Şimdi buna “ihanet” suçlamasını da ekledi Safiye. Söz konusu o olunca ne gördü de buna “aldatma” dedi kestirmek zor ama işin ilginç noktası, Han’ın da bir an değinip sonra unuttuğu, evden hiç çıkmayan Safiye’nin gözümle gördüm diyebileceği bu aldatma olayına nerde, nasıl ve kimle tanık olduğu? Elbette kokusu çıkar deyip ben de çok üstünde durmuyorum ama Han’ın Ceylan’la konuşamadığı için yine bir mankeni karşısına alıp içini dökmesine de değinmeden geçemiyorum. “Bu üç oldu!” diye suçladı Ceylan’ı. Üç olan, hata elbette ama ne hatası orası muamma. Han’ın rehber öğretmenine duyduğu hastalıklı sevgiden sonra yüreğine aldığı ilk kadın Ceylan anlaşılan ve o da Han’a göre hata yapıp çıkmış hayatından ve şimdi onun yerini alan İnci… Han, kadınlar tarafından hırpalandıkça koşup sığındığı yer: Safiye. İçten içe o da biliyor ki onu hayatta gerçekten seven tek kadın Safiye, dönüp dolaşıp onun kucağına geliyor ve her seferinde ihaneti hiç bilmeyen Safiye, onu sarıp sarmalıyor. “Biz Hasibe’nin çocuklarıyız! Başkalarınınki hayat, bizimki hüsran!” kabullenişiyle kardeşlerinin hüsranına kendince çare olmayı seçiyor ve Hasibe’nin çocuklarını, yine o çocuklardan başkasının sevmeyeceğine de sonuna kadar inanıyor. Gerçekte yüzde yüz haklı değil elbette ama yaşananlar onu haklı çıkarıyor. İnci’yi suçlayamıyorum, verdiği tepkiyi de sonuna kadar anlıyorum ama İnci’nin de gidişi, Han’ı ona daima açık tek kucağa sığınmaya zorluyor. O hasarlı ve paramparça kucağın onun yarasını iyileştirmesi mümkün değil ama şimdilik kanını durduruyor.

Hasibe’nin çocukları, ancak bir arada olduklarında hüsranı, en azından tahammül edilebilir bir hayata çevirmeyi başarabiliyorlar. Mutluluksa şimdilik onlar için Naci’nin şiirlerinde bir sözcük…

Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde büyük yük omuzlayan bütün ekibin emeklerine sağlık.

 

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.