Mutlu Olmak Bazen En Büyük İntikamdır (Halka,17. Bölüm)
YAZAR: Ayça AKMAN
Halka şimdiye kadar konuştuklarından ziyade sustukları, anlattıklarından ziyade kendine sakladıkları üzerine kurdu hikâyesini. Biz seyirciler de doğal olarak karanlıkta el yordamıyla bulmaya çalıştık yolumuzu; çoğu zaman cılız bir kırıntının ışığında çoğu zamansa büsbütün kılavuzsuz. Kabul etmek lazım ki heyecanı diri tutan, izleyiciyi varsayımlar üretmeye iten bir oyundan farksızdı böylesi. Buna alıştık bunu sevdik, Halka ne de olsa ters köşelerini olaylara bu şekilde yaklaşmasına borçlu diyerek. Fakat geldiğimiz noktada kanaatim odur ki sürprizler biraz olsun temellendirilemediğinden, geriye dönüşlerle hikâyenin bağlantı noktaları oldu bittiye getirildiğinden, bazı tutarsızlıklar belirmeye başladığından olsa gerek, o heyecan duygusu yerini yavaş yavaş hayal kırıklığına bıraktı bende ve bölüm karşısından kalktığımda hissettiğim maalesef tam da buydu.
Gerçeklerin hatırı sayılır bir kısmını biliyor olmasına rağmen haftalar boyunca hiç tepki vermeyen Cihangir’in, bildikleriyle hayatına kaldığı yerden nasıl devam edeceğini merak ettiğimi söylemiştim, önceki yazımda. Soruma cevap buldum belki bir parça lakin kafa karışıklığım hâlâ baki. Cihangir, Cengiz‘in oğlu olduğunu söyleyerek üç kişilik yükü birden sırtladı; Hümeyra ve Kaan‘ı bir süreliğine de olsa Altemur ve Çağatay‘ın görüş açısından çıkararak. Bir tık geriye gidip Müjde’yle konuşmalarını hatırlarsak alınması gereken bir intikamdan bahsetmiş, bunun kendi çevresindeki herkesi etkileyeceğinden korktuğunu ifade etmişti. Bu yüzden geçen bölümün sonunda Hümeyra’yla yüzleşmeye gitmeden önce Müjde’yle yapmış olduğu son “…sonuç ne olursa olsun meselemi halledeceğim.“ konuşmasını hiç hafife almadığımı söylemek isterim. Evet, Cihangir bu “kir”in içine doğdu, işlerin başına geçsin diye yetiştirildi, daha önce adam vurmuşluğu da var, gelgelelim iş İskender‘i öldürmeye gelince ben orada şöyle bir duruyorum. Halı sahada babasının yere düşüp kırılmış fotoğrafına içi ezilerek bakan çocuk, onun katilini vururken niye duraksasın ki diyenlere de hak verir ama bir noktada onlardan ayrılırım: Cihangir beyaz değil belki, ama siyah hiç değil. Babasız büyümedi, babasının ikinci katiliyle büyüdü. Kaan, onun önünde öksüz ve yetim bir çocuğa en büyük örnek, artı polis muhbiri olarak ne olursa olsun böyle bir cinayete göz yumamaz. Üstelik Müjde gibi, beraberken kendisini çok iyi hissettiği, gerçekten değer verdiği bir insanın babasını öldürecek kadar gözünün dönmüş olabileceğini düşünmek – hele hele yirmi dört saat içinde – insan psikolojisi açısından da bana pek tatmin edici gelmiyor. Elbette Halka bu, her şeye hazırlıklıyız fakat benim şahsi görüşüm, perde gerisinde ince düşünülmüş bir plan olduğu yönünde. İskender’in mekânından çıkarken Kaan‘ın Müjde’ye yaptığı işareti ben bağlamından çıkarıp ona olması gerekenden fazla bir önem atfetmediysem İskender‘i öldü gösterip kızını Halka‘ya katmak birincil amaçmış gibi görünüyor. Neticede bu Müjde‘nin ilk oyunu değil, biz de tabiri caizse şerbetliyiz! Tabii Kaan cephesinde bu nasıl hayat buldu o biraz iknaya muhtaç. Bölüm başında Altemur’ la ilk kez karşılaşan, yüzünü ilk kez gören köstebeğimiz, Cihangir boş silahın tetiğini çekerek Çağatay‘ı patronun emriyle öldürmeye yeltendiğinde gözlerine inanamamıştı. Baş başa konuşmalarında da Cihangir ‘in hep onu uzaklaştırdığını, ben artık buyum dediğini, beraber çalışmaktan vazgeçelim önerisini unutmuyoruz. Bir plan varsa hangi ara, ne şekilde oluşturuldu; “Kim kalır kim gider, ona ben bakıyorum.” diyen Altemur mudur kaderi belirleyen, yoksa Cihangir mi, bekleyip göreceğiz.
Kadere takıntılı bir insan büyük patron ama başkalarının kaderine! Faruk Amir‘i Çağatay ve Vekilharç‘a öldürtüp onların iplerini eline aldığında bunu görmüştük zaten. Bu bölüm benim tahminimin aksine Cemal, kayıp Faruk Erdem‘i bulmakta diretti ve biraz da şansın yardımıyla gömüldüğü yere ulaştı. Mobeseler, kendisini takip eden Ruhi‘nin adamı, benzinlikteki kameralar, terk edilmiş minibüs vesaire derken ayrıntıya fazla girmek istemiyorum… Ulaştığı şey sadece onun cesedi değil aynı zamanda cinayet aletiydi. İşte, burada benim zihnim yine allak bullak oldu çünkü silah Cihangir’in parmak izlerini taşıyan silahla değiştirilmiş. Hangi silah derseniz onun Çağatay‘a doğrultmuş olduğu boş silahtan bahsediyorum. Geçen hafta Vekilharç’ı alıkoyan Ruhi’yi izlemiş Terzi, olup bitenleri görmüş ve silahları değiş tokuş etmiş meğer. İyi de Terzicim, canım; onlar Amir‘i öldürdüğünde Cihangir daha eline almamıştı bile silahı, yani bu çok sonraki olay. Ne yaptın sen? Cesedin yerini belirledin, sonra gelip Çağatay‘a söyledin, o da “Bak, burada Cihangir‘in silahı var, hadi onları değiştirelim.” deyince ertesi gün gidip mezarı kazarak silahları mı değiştirdin yani? Tebrik ediyorum, gerçekten insanüstü bir çaba! Yalnız hatırlatmak isterim balistik diye bir şey var, amirin vücudundan çıkan kurşunlarla silah uyuşmayacak yani Cihangir bu tuzaktan da kurtulacak, benden söylemesi…
Hikâye açıldıkça büyük Halka beni şaşırtmaya devam ediyor, hatta bir noktada biz sizi gözümüzde fazla büyütmüşüz diye düşünmeden de edemiyorum. Anladık ki sevkiyat örgütün belkemiği. Sadece ticaret için değil köstebek bulmak yahut yeni görev verilen bir elemanı denemek için de başvurulabiliyor; tabii paranız bol, gözden çıkaracak iş ortağınız da çoksa …
Cihangir de başarısız olan Çağatay‘ın geçtiği tedrisattan geçecek ki güvenilebilsin, Halka‘nın başına geçebilsin. Tabii kan bağının da DNA testiyle doğrulanması lazım yalan söyleyip söylemediğini anlamak için.
Şimdi ben, kan bağını bu kadar önemsemiş olsaydınız parayı getirene koltuğu vermezdiniz diyeceğim ama nafile. Cihangir böyle bir hamleye hazırlıklı olduğunu, kan tüplerindeki isimleri değiştirip Çağatay‘ın etiketini kendisininkine yapıştırarak gösterdi ama diğer veliaht da boş durmadı. Biz göremedik ancak onun da Kaan‘ın etiketiyle Cihangir’inkini değiş tokuş etmiş olması kuvvetle muhtemel. Tabii ki sonuca en fazla şaşıran yine Çağatay olacak, Kaan‘ın kardeşi çıktığını anlayınca taşlar yerinden oynayacaktır, hiç şüphesiz. Amma bu kadar zahmete ne gerek vardı? Cengiz Han’ın dağ gibi vasiyeti duruyor kasada. Toplarsınız anahtarları, yüzüğü; açtırırsınız vasiyeti, Kaan‘ın Cengiz‘in oğlu olduğunu oracıkta öğreniverirsiniz! Gerçi henüz Hümeyra‘nın bile Cengiz’le kan bağı olup olmadığını idrak edememiş bir seyirci olarak fazla da kurcalamamalıyım belki su akar yolunu bulur diyerek. Babası, Altemur‘un kader ve iş ortağı olan bir kadının Halka‘nın kızı ,Cihangir ‘inse her hâlükarda Halka‘nın oğlu olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak ortada dururken hem de. Yine de Eren’in ve baba Uğur’un hırsları sebebiyle ölüp ölmedikleri, babanın Cengiz eliyle hayatını kaybetmiş olup olmadığı hâlâ merak ettiğim bir gizem.
Halka da sırlar bitmez, biri öğrenilse diğeri çözülmeyi bekler. Hümeyra yine Halka’ ya çalışacak Altemur’un isteğiyle, ama polis muhbiri olduğu hâlâ sır.
Cihangir her şeyi öğrendi fakat Kaan ve büyük patron gerçeklerden bihaber. Çağatay Halka‘ya ihanet edip Cihangir’in işini bozarak İskender‘in vurulmasına vesile oldu ama ölüp ölmediği bizim için diğer bir muamma.
Bildiklerinin ağırlığıyla zembereğinden boşalmış saat misali hayatın içine akan Hümeyra‘ya haklı olarak son derece mesafeli duran, sorularının cevaplarıyla tatmin olmayan, intikamla yaşam arasındaki ince çizgide duran Cihangir şu an karşımda olsa ona tek bir şey söylerdim: Bir insandan alabileceğin en büyük intikam onun hayatını mahvetmek değil kendi hayatını doya doya yaşamaktır be evlat, bu sözümü unutma!
Yazan, yöneten, oynayan ve emek veren herkesin yüreklerine sağlık.