Savaşçı 7. Bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Son sahneye kadar büyük bir keyifle izledim, Savaşçı’ yı bu hafta. Gel gör ki o, çarşı iznine çıkan askerlerin bulunduğu otobüsün patlama anı yok mu; işte, o yüzümde ne kadar tebessüm varsa sildi, götürdü. Kayseri saldırısı geldi aklıma ve boğazıma oturan kocaman bir yumruyla kalktım ekran başından.
Geçen bölüm, artık yola Tepegöz dışında biriyle devam edilmeli, demiştim. O, oynayabileceği en son kozu oynadı çünkü. Örgüt içinde sarsılan konumunu Kağan Yüzbaşı’yı ele geçirip sağlamlaştırmak derdindeydi ve bunun için en aşağılık yola başvurmaktan da geri kalmadı. Kağan’ı babası ve can dostundan sonra ailesinin geri kalanıyla vurmaya kalktı.
Tepegöz’ün örgüt için vazgeçilmez adam olmadığını gördük, üstelik sevilmeyen bir adam. Kurnaz ama etrafındaki tehlikenin farkına varacak kadar akıllı değil. Üstüne üstlük gücünün sınırlarını da bilmiyor ve yiyemeyeceği lokmaya el uzattı. Bu noktadan sonra geri dönüş olmadığı belliydi. Ancak ben, yine kaçar ve bir süre sonra yeniden Kağan’ın karşısına çıkmaya kalkışır diye düşünmüştüm. Mahir’in onu ele vereceği aklıma gelmemişti. Olayın aldığı bu şekil çok daha doğru ve izleyiciyi çok daha tatmin eden bir sonuç oldu.
Kopuz Albay’ın askerlerine “Son adamı Bozok Yüzbaşı’ya bırakın!” emri, onun sadece iyi bir asker olmadığının aynı zamanda hâlden anlayan ve insan psikolojisini çok iyi bilen bir yönetici olduğunun da ispatı. Tepegöz, o çatışmada elbet bir kurşunla ölecekti ama onun ölümü Kağan için pek çok hesabın kapanması demek ve babasını elinden alan, en yakın dostuna azap çektiren adamı kendi elleriyle öldürmek bir nebze de olsa onun yüreğini soğutur.
Serdar’ın da Tepegöz’le bitmemiş bir hesabı vardı ve resmî olmasa da vaktinden evvel aktif göreve dönmek, onun henüz hazır olmadığını hem bize hem de kendisine gösterdi. Yine de kendini ancak asker olarak ifade edebilen birinin, eli kolu bağlı kenarda beklemesi tahmin ederim ki çok zor. Fiziksel olarak iyileştiği için onu durdurmak pek de kolay olmayacak gibi geliyor.
Serdar, babasının ondan sakladığı annesinin ölümüyle de sonunda yüzleşti. Hem fiziksel hem psikolojik yaralı evladına annesinin ölümünü söylemek babası için elbette hiç kolay değildi ama işin doğrusu, onu evin kapısına kadar getirip tam da orada gerçeği söylemek, bana biraz acımasızca geldi. En azından hastaneden taburcu olurken söylemiş olsaydı ve anne hasretiyle sağa sola deli gibi koşan çocuğu bir anda yıkmasaydı daha insaflı olacaktı. Gerçi orada duyguyu artırmak için bilerek ayarlanmış bir zamanlama olduğunun farkındayım ama yine de kişisel fikrim, Serdar’ın annesinin ölümü gerçeğiyle Ankara’dayken yüzleşmesi daha doğru bir tercihti. Artık köyde kalmasını gerektiren bir şey olmadığına göre Ankara’ya ve ekibinin yanına dönen Serdar, göreve başlamak için hem Kopuz Albay’ı hem de Kağan’ı zorlayacak gibi duruyor.
Tepegöz’ün ortadan kalkmış olması, Kağan’ın daha akılcı ve sakin olmasını da getirecektir, bundan böyle. Ancak ana düğüm çözülünce yerine bir yenisinin gelmesi de şart, tabi ki. Kılıç Timi’ne mücadele edecek somut bir düşman gerekiyor. Son sahnede işte o yeni çatışmanın başlangıcına tanık olduk. Üstelik bu defa işin ucu Aslı’nın babasına dayanacak, belli oldu. Anlaşılan Kağan, bir kez daha kişisel bir durumun içinde kalacak. Yine de bu defa intikam gibi yakıcı bir duygusu olmadığından daha aklıselim olmasını bekliyorum.
Kağan ve Aslı arasında mesafe azalmaya başladı. Aslı’nın kalın duvarlarında gedikler oluşuyor, bunu henüz kendisi kabul etmese de. Yalnız Aslı’nın, Kağan’ın ailesinin içine girip çıktığı hâlde Yıldız’ı Kağan’ın karısı zannetmesini epeyce yadırgadım, ne yalan söyleyeyim. Hadi, diyelim annesi tanıştırırken Yıldız’ın kim olduğunu söylemedi, hastanede de Aslı anlamadı hepsini kabul ediyorum da evli olsa Selver Hanım, onu oğluna yakıştırdığını belli edercesine konuşur mu? Ne çabuk unuttu Aslı, Selver Hanım’la yaptığı sohbeti? Onu da geçtim, Kağan’ın tavrından da mı hiç anlamadı. Evli bir adam, açıkça kur yaptığı bir kadının evine girip çıkmasından tedirginlik duymaz mı? Sanırım, Aslı’nın Kağan’la ilgilendiğini ama bunu çok da açık etmek istemediğini göstermek için yazılmış bir diyalogdu o fakat bence lüzumsuz olmuş.
Bu ilişkide daha çabuk yol alan Kağan olacak, belli. O günlük yaşayan bir adam. İnce ince ve detaylı düşünüp hareket etmeye vakti de yok, hayatı da buna müsait değil. Aslı ise daha ağırdan almaya çalışacaktır ama Kağan’ın atakları buna ne kadar izin verir bilinmez. Kağan’ın kendi iç dünyasında huzur bulması onu hem rahatlatacak hem de Aslı’ya daha hızlı ilerlemesini sağlayacaktır. Ancak Aslı’nın babasının ortaya çıkışı ve daha da kötüsü onunla gelen Baran’ın Kağan’ın yeni düşmanı olması suları ilerleyen günlerde bulandıracağa benzer.
Aslı’nın ailesiyle ilgili birtakım problemlerinin varlığını geçen bölüm sezmiştik. Birbirleriyle pek de yakın olmadıkları izlenimini edindik. Bu hafta babasıyla tanıştık ve kızıyla yedi yaşından beri birlikte olmadığını öğrendik. Aslı’nın annesi ise hâlâ ortalıkta yok. Ölmüş olabilir veya o da babası gibi yurtdışında yaşıyordur ancak belli olan anne ve babasının birlikte olmadıkları. Ortada dağılmış bir aile var, anlaşılan ve Aslı’nın soğukluğuna bakılırsa bunda asıl suçladığı kişi de babası. İlerleyen bölümlerde bir yandan Aslı’nın aile probleminin derinine gireceğiz diğer yandan da babasının Baran ve örgütle ilişkisini anlamaya çalışacağız.
Şurası bir gerçek ki bu defa Kılıç Timi’nin karşısında Tepegöz’den çok daha planlı ve düzenli hareket eden birileri var. Aslı’nın babasının yurt dışında yaşadığı düşünülünce bunların örgütün güneydoğudaki sıradan militanları ve yöneticileri olmadığı da belli. Büyük ihtimalle yurtdışı bağlantılı ve daha profesyonel bir ekiple karşı karşıyayız. Her ne kadar artık kişiselleşmiş hesaplar gündemde olmasa da bu yeni görev Kopuz Albay’ı ve timi bir hayli zorlayacak gibi görünüyor.
Görevde olmadıkları zamanlarda timin ne yapacağını bilmez, “bari yemek yiyelim” modundaki tavrının kırılması gerektiğini düşünüyorum biraz. Bu yüzden ben Adanalı Turgut’un gelişine çok sevinmiştim. Görmeyi istediğim, daha deli dolu, daha serseri havayı o verebilir diye ummuştum. İnşallah saldırıda ölenlerden değildir, inşallah kalıcı olarak diziye bir renk katar. Elindeki janjanlı hediye paketini bir an bile bırakmadan Kağan’ın peşinden ayrılmayan Turgut, eğer öldüyse gerçekten çok üzüleceğim.
Ekibe biraz daha hareket ve canlılık verilmesi gerektiği konusunda ısrarcıyım. Sahada hepsinin işinin ehli ve usta askerler olduklarını biliyoruz ama o psikolojideki adamların izinli olduklarında bu kadar formal ve bu kadar sakin olmaları bana psikolojileriyle uyuşmuyor gibi geliyor. Kağan’da bu iyi dengelenmiş ancak diğerleri için de bir an önce bir önlem alınmalı, bana kalırsa.
Bu arada, Kırlangıç Paşa’nın iki bölümdür Kopuz Albay’a ısrarla aşktan söz etmesinin de bir sebebi vardır diye umuyorum. Kaybettiği ailesinin hâlâ yasını tuttuğunu biliyoruz ancak askerleri ve Kırlangıç Paşa’yla ilişkisine bakınca onun çok güzel seven adamlardan olduğu da aşikâr. Diyorum ki diziye yeni bir transfer mi yapsak? Kopuz Albay’ın yaralarına iyi gelecek, onu yeniden gülümsetecek ve içindeki acıyı biraz dindirecek biri olsa… Kırlangıç Paşa’nın öğütleri de yer bulsa…
İlk bölümden beri benim dizideki favori karakterim Kopuz Albay. Hem komutanlığı, hem birey olarak duruşuyla çok güzel çiziliyor ve bir o kadar da iyi canlandırılıyor. Öylesine doğal ki herhangi bir kışlaya gidip herhangi bir komutanın odasının kapısını çalsanız içeride onu buluverecekmişsiniz gibi geliyor. Otoritesiyle, zekâsıyla, babacanlığıyla ve içtenliğiyle kendine özgü ve gerçek bir kimlik o. Onun yer aldığı her sahneyi yüzümde bir tebessümle izlemek benim için gelenek oldu. Bu kadar benimseyince de bir karakter olduğunu unutup “Mutluluk onun da hakkı ama…” diye arabeske bağlamak geliyor içimden.
Finalde izlediğimiz o korkunç patlamanın ardından neler olacağını şu an kestirmek çok zor. Eylem, şehir içinde olduğundan Özel Kuvvetlerin yetki ve görev alanına giriyor mu, bilemiyorum. Ancak bu eylemin kendisi değilse de Baran’ın yolu bir şekilde bizimkilerle kesişecek. Merakla bekliyorum.