YAZAR: Şeyma BULUT

Sefirin Kızı bugüne kadar bizlere aşkla ilintili bazı kavramları sorgulattı. Önceleri sevdayı, acıyı, affetmeyi sorgulatmıştı. Bu haftaysa bambaşka bir soru sordular: Aşk, ayrı dünyalardan iki insanı bir arada tutmaya yeter mi? Dizinin başladığı günden bu yana Sancar ve Nare’nin sevdaları o kadar yakıcıydı ki bu ikisinin ayrı dünyalardan olduğu ayrıntısını neredeyse görmezden gelmiştim. Geçmişlerinde yaşadıkları sorunlar da o kadar büyüktü ki pek de bir önemi yoktu bu farklılıklarının, ta ki bugüne kadar. Nare’yle Sancar’ın ilişkisindeki en büyük engel 9 sene önce yaşananların telafi edilemeyişi, Nare’nin Sancar’ı bir türlü affetmemesiydi. Şimdiyse bambaşka, aslında küçük gibi görünen fakat çok büyük bir sorun onlar için kapıda: Dünya görüşleri.

Buralarda bir söz vardır: “Hayvanını ve eşini aynı köyden seç!” Eskilere göre eğer eşini ayrı bir memleketten seçerse bir insan anlaşamayacakları için mutlu olamazlarmış. Yetişme şartları, dünyaya bakışları çok ayrı olacağı için de o evlilikten kimseye bir fayda gelmeyeceğine inanırlarmış. Aslında buna ben de çok itiraz edemeyeceğim çünkü son yıllarda ülkemizdeki boşanma davalarının büyük bir kısmında bu görüş farklılıkları rol alıyor. Sancar’la Nare’nin önünde duran esas sorun da bu şimdi, onlar apayrı iki dünyanın insanları, çocukluklarında birbirlerine sevdalandıkları için bunu görmezden gelmişler ve yan yana durdukları süre de çok kısıtlı olunca belli ki bu sorun gündeme bile gelememiş ama şimdi durum değişti. Evlenme kararı aldılar ve yavaş yavaş bu farklılıklar kendini göstermeye başladı. Sınanmayan aşka, aşk demem ben. Sancar’la Nare  önlerinde duran bu büyük sınavı da geçebilecekler mi yoksa onca sene sonra birbirimizi seviyoruz ama yapamayız mı diyecekler işte bunu da zaman gösterecek.

Geçtiğimiz hafta Sefirin Kızı’na Menekşe’nin kanlar içerisinde kaldığı sahneyle veda etmiştik. Ben aslında artık bu yalan daha fazla uzamaz diye düşünmüştüm ancak pek de tahminimdeki gibi olmadı. Menekşe’yi anası Kadir Gecesi’nde doğurmuş olsa gerek ki yine dört ayak üstüne düştü. Hem bebek yalanı ortaya çıkmadı hem de Loki’den sonsuza kadar kurtuldu. Bir de tabi bilmeden Nare ve Sancar’ın ilişkisinde çok büyük bir deprem yarattı.

Sancar, Loki’nin ölümünün ardından Menekşe’nin namusu dile düşmesin diye Kahraman’ı polise teslim etmeyip olayı geleneksel bir biçimde çözmeyi tercih etti ve Nare’yle de tam bu noktada kafa kafaya geldiler. Birine göre olayın üstünün bir şekilde kapatılıp kimsenin haberinin olmaması normalken diğerine göre olayın yargıya intikal ettirilmesi, Kahraman’ın da cezalandırılması gerekiyordu. Düşüncelerin arasındaki uçurum böylesine dik ve keskinken oradan yara almadan çıkmaları da doğal olarak mümkün olmadı.

Sancar Efeoğlu, bütün ömrünü kendi, küçük çevresinde geçiren biri. Yetiştiği yöre ve onu büyüten annesi sayesinde tutucu bir adam. Bildiği dünyanın yazısız kurallarına da günümüz yasalarından daha fazla bağlı. Bana soracak olursanız burada Nare sonuna kadar haklı derim ben. Bu ülkede kanunlar var ve kimse onlardan daha üstün değil. Kızcağız da aslında bunu savunuyordu. Her ne kadar olması gereken bu desem de Sancar’ın penceresinden bakılınca durum pek öyle değil.

Sancar, Menekşe’nin kendi çocuğunu taşıdığına inanıyor. Oğlunun annesi ona göre ve Loki’nin gerçekte kim olduğu ortaya çıkınca belki köyde çocuğun babasının kim olduğu sorgulanacak, belki de Menekşe bir daha insan içine bile zor çıkacaktı. Bu sorunlar, Nare için deli saçması olabilir ancak Sancar ve çevresindekiler için çok hayati meseleler. Sancar da bunu bildiği için hem kendi adını hem de Menekşe’nin adını korumak zorunda ve bunun için bir ceset daha mı saklanacak? Saklanır. Karşılığında da çocuğun ailesine diyet mi ödenmesi lazım, evet ödenecek, işte o kadar. Nare, buna kızarken iki küçük ayrıntıyı gözünden kaçırdı. İlki Loki’nin babasının diyeti kabul edip kimseye Sancar’ı şikayet etmeyişini diğeri de memleketi olarak gördüğü yeri, aslında hiç tanımadığı gerçeğini tamamen anlamazdan geldi. Halbuki biraz yakından baksa sadece sevdiği adam değil orada yaşayan herkes için bunun olağan olduğunu ve daha da mühimi Sancar’ın da bu durumdan aslında hiç mutlu olmadığını, kendisini üzdüğü için nasıl içinin kıyıldığını görürdü.

Sancar yapması gerekeni yaptı ama bunun sonucunda Nare’siyle bozuşunca yine ruhunu korkuları sardı. “Yine mi uçacaksın alacakuş?” diye sorarken aslında karşısındakinden gitmeyeceğini duymak istiyordu.  Nare ona günaşırı gitmeyeceğini söylese Sancar için yeterli olmayabilir. Sanırım evlenseler bile Sancar bu korkularından asla kurtulamayacak. Yıllar önce aralarındaki ekonomik farktan dolayı kendini aşağı görürken şimdi bambaşka bir ayrım ortaya çıktı ve doğal olarak Sancar’ın kalbinde tehlike çanları çalmaya başladı. Bu çanları her zaman susturan Nare olurdu ama bu sefer o da yapmadı çünkü Sancar’a oldukça öfkeli ve kendi tarafından bakınca oldukça da haklı.

Nare, olayların başında Menekşe’yle ilgili meseleyi zor da olsa sindirmeye çalışırken öyle bir şey gördü ki artık o noktadan sonra geri dönmesi de Sancar’ı anlaması da mümkün değil. Sancar’la Loki’nin babasının arasındaki anlaşmanın Sancar açısından durumunu konuştuk şimdi de Nare’nin gözünden bakalım mı? Nare zeytinliğe geldiğinde gördüğü manzara şuydu: Sancar bir adama silah veriyor, al beni vur diyor. Orada kim olursa olsun buna tepki gösterirdi. Belki bir Menekşe, Halise geleneği bildiği için sonrasında adamın diyeti seçeceğini bilirdi belki ama Nare için bunu söylemek çok zor. O ufacık anda Sancar’ın ölme ihtimalini düşünerek belki bin kez öldü. Şimdi böylesine korkan bir kadına töreymiş, gelenekmiş pek anlatamazsınız arkadaşlar, kendimizi kandırmayalım. “Başlatma geleneğine…” diye başlar, gerisini de siz doldurun.

Nare’nin bu sorunları aslında hep vardı. Bu kadar şiddetli olmasa da erkek egemen topluma, kız istemeye, gelin hamamına bir garip bakıyor. At sırtında konağa gitmek ona güzel gelse de diğer detaylar için pek de gönüllü değil çünkü o yerli biri değil. Sancar’ı da çok seviyor ancak hep onun bu yanını unutuyor. Sancar çok haklıydı, o Sancar Efe’ye sevdalandı ve onu böyle kabul etmek zorunda. Ondan yöresini, geleneklerini ayıramaz. Sancar’da aslında onun sevdiği ne varsa da o yöreden gelmiyor mu? Sevdasına olan bağlılığı, sevgisi, çevresine sahip çıkması, ona ihtiyacı olan herkesin yanında olmaya çabalaması hep böyle yetiştirildiğinden. Sen bu tarafı kesip almaya kalkarsan o adamdan geriye sadece bir et parçası kalır ki Nare’nin de bunu isteyeceğini pek sanmıyorum. İstemiyor ama tam olarak da empati yapamadığı için kendini uzaklaştırmaya başladı.

Nare’yle Sancar birbirlerini tanıdıklarından bu yana kalben yan yana oldukları için aralarına hiç mesafe girmemişti ama şimdi düşüncelerindeki farklılıklar, başkalarının senelerce yapamadığını yaptı. Nare de Sancar da o mesafe yüzünden önce yandılar sonra üşüdüler. Aynı çeşmenin başında birbirleri için acı çekerken aslında ikisinin de aklında tek bir soru var: “Peki şimdi ne olacak?” Bence onlar bunu aşarlar. Öyle ya da böyle ancak aşmaları gereken tek sorun, aralarındaki düşünce ve anlayış çatışması değil. Kapıda hazırolda bekleyen bunca düşman varken bu kadar birbirlerine düşmeleri ancak onlara zarar verir. Hele ki o düşmanlardan biri, ikisini ayırmaya yemin etmiş Gediz Işıklı’ysa.

Gediz, artık beni şaşırtmıyor. Yine ne yapmış acaba diye izlemeye başladım sahnelerini ve müthiş bir rahatlık geldi. Kafasına koymuş bir kere, Sancar’la Nare’yi ayıracak. Bunu yaparken de nasıl yapacağı ve kimleri harcayacağı önemli değil. Bu sebeple de ilk kurbanı tabii ki Zehra oldu. Nare, düğün hazırlıkları yaparken şirketle ilgili üst üste gelen haberlerden dolayı da diken üstündeydi bir süredir, özellikle de Gediz’in göz dağından sonra iyice panikledi. Nasıl strese girmesin ki? Gediz iş konusunda tam bir sırtlan ve karşısında, onunla bırakın boy ölçüşmeyi hiçbir şekilde aynı yolda bile yürüyemeyecek Zehra var. Bu sebeple ben de Nare gibi Gediz’in hamlesinden sonra her şey bitti, bitiyor derken Sancar’dan şu cümleyi duyduk:”Batmadık!”

Sancar’ın bugüne kadar bu hususta sessiz kalması beni çok endişelendiriyordu. İçimden bu adam liseli aşıklar gibi hayaller alemine dalıp da ailesini nasıl bu kadar kolay gözden çıkarabiliyor diye soruyordum ki o sözü söylemesiyle birdenbire huzur buluverdim. Daha önceki yazılarımda Sancar’ın Gediz’i çok iyi tanıdığını ve hamlelerini önceden tahmin edebileceğini söylemiştim. Hele hele Gediz Ağa’nın ikisine ait bir taktiği kullanması Sancar gibi bir stratejik deha için çantada keklik olmuştur diye düşünüyorum.

Sancar bence şirketi bir şekilde kurtardı ve zaten geldiğinde şirket için değil Nare’yle olan geleceği için endişeliydi: “Biz battık mı Nare’m?” diye sorarak asıl korkusunun ne olduğunu gösterdi. Bundan sonra ne olur bilmiyorum ancak onlar batmaz, ben de buna adım kadar eminim.

Sancar, Gediz’in şirket konusundaki hamlesini geri çevirmiş bile olsa bildiği yerden önlem almak kolaydır. Peki ya bilmedikleri? Sancar, Sahra’yı bilmiyor ve o, aslında herkes için çok tehlikeli olabilecek biri. Soğukkanlı bir katil o ve işine gelmediği noktada kimsenin gözünün yaşına bakmayacaktır bence. Ha onunla ilgili tek bir konuda içim rahat artık: Kahraman, Sahra’dan haberdar. “Delirdin mi sen?” demeyin ama ben Sahra gibi bir manyaktansa Kahraman’ı bin kez tercih ederim. Adamın en azından etik değerleri var arkadaşlar. Masumları gözeten bir tavrı var. Sahra’nın herhangi bir canlıya değer verme ihtimali yok ve zaten Akın’ı da niye bu kadar önemsediği ortaya çıktı: Para!

Sahra şimdi o mezara çok ama çok yakın. Umarım Sancar o mezarı da bir şekilde ortadan kaldırmıştır yoksa gerçekten düğünü birazcık ertelemek zorunda kalacaklar.

Yazıma burada son veriyorum, haftaya görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.