Siyah Beyaz Aşk 25. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Siyah Beyaz Aşk’ta senarist değişikliğine gidileceğini bir süredir biliyorduk ancak benim kafamda yeni ekibin bu hafta mı, gelecek hafta mı başlayacağı netleşmemişti. Jenerikte Duygu Nişancı ismini görünce değişikliğin bu haftadan itibaren başladığını gördüm. Devam eden bir ekipte şu ya da bu nedenle değişiklik yapmak her zaman sancılıdır. Üstelik dizi izleyicileri için senaristler daima “günah keçisi”dir. Fragmanın zamanında yayınlanmamasından tutun da oyuncu performansına kadar neredeyse her detaydan onları sorumlu tutar, izleyici. Oysa dizi sektörüne uzaktan yakından aşina olan herkes bilir ki yapımda senaristin adı da geçse yapımcıdan, kanal sorumlusuna hatta dramalar bölümündeki yeni mezun kızcağıza kadar herkes o senaryoya el atar çünkü herkes, sektörü çözmüştür(!) ve en iyi kendisi bilmektedir. Senaristlerin bazen, ekranda izlediklerine “Bunu ben mi yazdım?” tepkisi verdikleri de bilinen gerçek. O sebeple ben, bu tür durumlarda daima sakin olmayı ve yeni ekibe biraz zaman tanımayı tercih ederim. Her yeni ekibin kendi yolunu araması da eski çizgiden uzaklaşması da anlaşılabilir bir durum. Bunu hiç yargılamadan sadece bölüm içindeki bağlantılara ve tutarlılığa bakmayı seçtim bu hafta.
Aslı ve Ferhat arasındaki buzların erimesinin hepimizi mutlu ettiği ve ilişkilerinin alacağı yeni biçimi beklediğimiz anda, önümüze büyük bir bomba kondu bu hafta. Vildan’ın kızı Özge’nin Ferhat’ın kızı olduğu gerçeğini, Jülide’nin Handan’ın kasasında bulduğu DNA raporuyla öğrendik. Vildan’ın Ferhat’a olan duyguları bende baştan beri “platonik” izlenimi uyandırdığından bu gelişme, açıkçası beni fazlasıyla şaşırttı. Ancak Jülide, Vildan’ı sarhoş edip ağzını aradığında öğrendik ki geçmişte bir gecelik bir ilişki yaşanmış. Vildan ısrarla Ferhat’ın o geceyi hatırlamadığını ama kendisinin unutmadığını vurguladı. Ferhat’ın geçmişi düşünüldüğünde ilk etapta tutarlı gelen bu durum, Aslı’yla Ferhat yüzleştiğinde benim için çöktü. Aslı’nın “2010 yazı…” diye başlayan cümlesinde Ferhat’ın olayı hatırladığı, buna şaşırmamasından ve olayı inkâr etmemesinden son derece belliydi. Eski bölümlerle bağlantı kopukluğunu bir yere kadar anlayabilirim ama bölüm kendi içinde çelişki gösteriyorsa işte tam da bu noktada ben senaryoyu sorgularım, maalesef. Vildan’a “Ferhat, hatırlamıyor.” cümlesini kurdurtmamak çok da zor olmamalıydı.
Geçtiğimiz bölümlerde, Gülsüm’ün oğlu Necdet’teki doğum lekesinin aynısının Vildan’ın kızı Özge’de olduğunu öğrenmiş ve ikisinin de babasının Cüneyt olduğu düşüncesiyle bunu doğal karşılamış hatta bebeğin Cüneyt’ten olduğu gerçeğine de bu noktadan yürüneceğini düşünmüştük. Şimdi ise durum karıştı. Yeni oluşan tabloda doğum lekesi, Ferhat ve Gülsüm kanalıyla çocuklara geçmiş olmalı. Ferhat, Gülsüm ve Yeter’de bu leke yokken çocuklarda olmasını üşenmedim, araştırdım ve biyolojik olarak çok ufak bir ihtimal de olsa genetik bilminin doğası gereği imkânsız olmadığını öğrendim. Dolayısıyla şimdilik bunu bir tutarsızlık olarak görmezden geleceğim ama bölümün kendi içindeki çelişkiyi bir zaaf olarak düşünüyorum, ne yazık ki.
Vildan’ın aktardıklarından anladığımıza göre, planlamayan o birliktelikten sonra Vildan durumu annesine anlatıyor. Handan bir hafta içinde Cüneyt’i bulup kızını onunla evlendiriyor ve doğan bebeğe yapılan DNA testini değiştiriyor. Kızının kafası bulanmasın diye ona sahte testi veriyor ve Vildan bebeğin Cüneyt’ten olduğunu sanıyor ama gerçek test Handan’ın odasındaki kasada saklı. Anlaşılan o ki Cüneyt de geçmişte Vildan’la Ferhat arasında yaşanan o geceden haberdar…
Cüneyt’in her durumda zeytinyağ gibi üste çıkma huyunu ve şartları lehine çevirmedeki becerisini bildiğimiz için bir an “Acaba, Cüneyt testleri değiştirdi mi?” sorusu çoğumuzun aklına geldi. Eğer karakterin özüyle çok büyük bir oynama yapılmadıysa bu fikre ben kendi adıma “Hayır!” diyorum. Cüneyt, kurnaz bir adam ama hesap kitap adamı değil. Eğer karakterin özü korunuyorsa koşulunu bir kez daha vurgulayıp ben bu olasılığı eliyorum, izninizle. Bana sorarsanız o test gerçek ve maalesef ki Özge, Ferhat’ın kızı…
Aslında bu kriz, bir noktada bize yardımcı olabilir. Eğer olay düşündüğüm yoldan ilerlerse Jülide’nin Aslı dâhil herkes tarafından sorgulanmasını sağlar çünkü. Jülide, herkesin içinde sırrı açık etti. İyi de bu bilgiye ulaşmasını onlara nasıl açıklayacak? Gerçek test, Handan’ın kasasında… Vildan, çocuğunun babasını Cüneyt olarak biliyor. Duydukları anki tepkilere bakarsanız Cüneyt dâhil hepsi şoke oldu. Bu da demektir ki Handan dışında işin gerçeğini bilen yok. Handan da itiraf etmeyeceğine göre Jülide ya işi bir yalanla izah edecek ya da edemeyecek. Her iki durumda da batmış demektir. Elbette ki yeni bir test yaptırılarak olay netleştirilir ama burada bana kalırsa ana soru “Jülide bunu nasıl öğrendi?” sorusudur. Şu ana dek, onun pek açık vermemeyi başardığını kabul etmek zorundayım ama Aslı ve Ferhat gibi çok akıllı iki insanın bunu sorgulamasını bekliyorum açıkçası.
Peki, bu yeni çatışma bize neler getirir? En açık görünenden başlayacak olursam Aslı ve Ferhat’ın düzelme yoluna giren ilişkileri çok ağır bir darbe alır. Her ne kadar bu yaşananlar yıllar önce olup bittiyse ve Ferhat’ın artık Vildan’la hiçbir ilişkisi olmasa da çocuk gündeme geldi mi dengeler değişir. Kabul etsek de etmesek de Vildan ve kızı Ferhat’ın hayatına çıkmayacak biçimde dâhil olurlar bu da Aslı’yla bir başka hayat planını yok eder. Bu üçgende Cüneyt’e hiç yer kalmaz, bir süredir bence zaten işlevsiz olan Cüneyt iyice boşa çıkar. Olayın tek olumlu yanı az önce de dediğim gibi Aslı’nın zihninde Jülide’yle ilgili soru işaretleri oluşması olur.
Böylesi radikal bir dönüşe ve bu kadar aykırı bir yola sapmaya gerek var mıydı diye düşününce çok kişisel olarak “Hayır!” diyorum ben. Zaten ortada çok büyük bir çatışma yaratan ve hiç çözülmemiş bir düğüm vardı: Ferhat’ın babasının Namık Emirhan oluşu… Eğer ille Jülide’ye hamle yaptırılacaksa buradan yürünebilirdi, diye düşünüyorum. Vildan & Ferhat ikilisi doğurmak ve buna bir de çocuk halkası eklemek bana özellikle total izleyicisini ekrana çekmek için yapılmış bir atak düşündürüyor ki çok dürüst olacağım, Siyah Beyaz Aşk ilk günden beri “total” dizisi olmadı. Bu tür ara hamlelerle yeni izleyici kazanması çok güç. Bu yapılan sadece öykünün temelini sarsar ve savrulmasına neden olur.
Jülide, öyküye girdiği andan beri onun motivasyonunun açılmasını bekledim. Evet, annesi dolayısıyla bir intikam arzusu olduğunu hatta Cem’i de onun öldürdüğünü öğrendik ama bunlar yeterli değil. Jülide’yi bu hâle getiren dinamik ne? Bu sorunun cevabı verilmeden onun yaptıkları anlam kazanmıyor ve derdinin ne olduğunu çözemiyoruz. Emirhan konağında her tür ilişkiye burnunu sokan, her yere dalıp çıkan ve gerekli gereksiz bütün olayların içinde bulunan bir serseri mayın görüntüsü veriyor. Ne yazık ki oyunculuk da ortalamanın altında kalınca Jülide izlenmesi keyif vermeyen ve ne yaptığı belli olmayan, manasız bir “kötü”den öteye geçemiyor.
Aslına bakarsanız Siyah Beyaz Aşk, çatışmasını ve karakterlerini sıkı sıkıya koruyan bir özelliğe sahip. Bu yüzden de sonradan ilave edilen karakterler öyküye bir türlü oturmuyor ve tıpkı Ayhan ve Azad Baba gibi, işlevsiz kalıp bir süre sonra kendini imha ediyor. Hele hele bana sorarsanız çatışması ve “kötü”sü bu kadar çok olan bir öykünün yeni bir kötüye ihtiyacı hiç yok. Umarım hikâyenin talebi görmezden gelinmez ve Jülide olabildiğince çabuk yok edilir.
Jülide, sırrı herkese açmadan önce teyzesinde Ferhat’ın yalan söylediği izlenimini başarıyla yarattı ve Aslı da bunun hesabını vakit geçirmeden sordu. “Bu ilişkide yalan istemiyorum!” diyen Aslı, teoride haklı da olsa “Ferhat’ın babasının kimliğini ondan saklayan kadın” olarak çok sallantılı bir zeminde duruyor. Kendi sakladığı sırrın büyüklüğünü hesaba katmadan anlık duygularla verdiği tepki dönüp onu vuracak endişesi yaşıyorum, açıkçası. Âşık olduğu adamın geçmişte yaşadığı tek gecelik bir ilişkiden çocuğunun olduğunu öğrenmek her kadını yıkar. Üstelik bu kadın, aynı evde yaşadıkları ve Ferhat’a duyguları hâlâ bitmemiş biriyse daha da yıkıcı olur ne var ki Ferhat gibi bir adamın çoktan zihninden silip attığı bu olayı Aslı’ya anlatmamasının da kasıtlı olduğunu düşünmek, çok da mantıklı değil. Aslı’nın Jülide’ye söylediği “Ayrılmak için her şeye sahibiz ama bir şekilde ayrılamıyoruz!” saptaması çok doğru ve bu olay, o ayrılma sebeplerine bir yenisini ekler ama onları ayırmaya yeter mi, birlikte göreceğiz. Öyküyü kaleme alanların bakış açısını ve planlarını henüz algılayamadığım için bu noktada tahmin yürütmem de imkânsız.
Jülide’nin patlattığı bombadan evvel, Ferhat çok büyük bir karar vermiş ve bir yol ayrımına gelmişti. Aslı ve bebekleriyle birlikte yeni ve temiz bir hayatı deneyecekti. Çok iyi niyetli bir tavır olsa da öykünün gidişatı açısından bunun olamayacağının elbette farkındaydık. Yine de Ferhat’ın ilk kez Aslı’yla kendiliğinden konuşması üstelik bu konuşmaya “LÜTFEN” ricasıyla başlaması onun için dev bir adımdı, kabul edelim. “Burası bizim için bir milat olsun” dileği, o kadar samimi ve o kadar yürekten geldi ki Aslı’yla birlikte hepimiz o silahın gerçekten atıldığına ve bir daha kullanılmayacağına inanmak istedik. Keşke sahildeki sahneleri kesilmeden bütünüyle izleme şansımız da olsaydı ve o “milat” duygusunu kısacık bir süre de olsa doya doya yaşasaydık. Olup biten her şeyi, başta Jülide ve Namık üzere bütün kötüleri elimin tersiyle bir yana itip o sahnede Birce Akalay ve İbrahim Çelikkol oyunculuklarına bir defa daha hayran kaldım ben. Öylesine doğal, o kadar nahif ve bir o kadar yerli yerinde vurgularla sahneyi alıp yükseltiyorlar ki öncesi ve sonrasında ne var ne yoksa silinip gidiyor gözümden. Ferhat’ın “Sen benim yaralarıma dokundun!” deyişinde o yaraların iyileşmesini; Aslı’nın “Güzel de olsa çirkin de olsa kalbi senin gibi güzel olsun” dileğindeki içtenliği ve “Söyleyemiyorum ama seviyorum yani!” cümlesinde Ferhat’ın gizli kalmış güzelliğini sonuna dek hissettim ben. Adına ister “Güzel ve Çirkin” deyin ister “Aslı ve Ferhat”, onlar gerçekten büyülü bir masal yaratıyorlar ve o büyüyü “her şeye rağmen” hissetmek benim için paha biçilmez.
Siyah Beyaz Aşk, beni ilk bölümde ekran karşısında oturduğum anda daha jeneriğiyle çekip içine alan dizi olmuştu. Baştan beri de onun vak’a değil karakter odaklı ilerleyişini, Aslı ve Ferhat’ın o büyülü masalını ve oyuncularının başarısını hep bayılarak izledim. Sevdiklerimden kolay geçemeyen ve ufacık bir güzelliğe tutunup tadını çıkarmaya çalışan bir yapım var, benim. Kendi adıma Aslı ve Ferhat masalındaki güzellik beni finale kadar ekran başında tutar. Tutar tutmasına da şimdiye kadar olduğu gibi her hafta ekran başından cevap aradığım sorularla ya da duygusuna âşık olduğum sahnelerle kalkmamı sağlar mı? Onu da bekleyip göreceğim.