Siyah Beyaz Aşk 27. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Siyah Beyaz Aşk’ı üç haftadır biraz kaygı biraz da korkuyla izlemeye başlıyorum, dürüst olayım. Geçtiğimiz iki bölüm dilim döndüğünce beni rahatsız edenleri dillendirmeye çalıştım. Bu hafta ise “Madem önüme konan yemek bu, benim de karnım aç; o zaman lezzetine söylenmeyi bir kenara bırakıp karnımı doyuracağım.” düşüncesiyle oturdum ekran başına. Oldum olası sızlanmayı, mızıldanmayı sevmem; yapabileceğim bir şey varsa yapar, yoksa tercih kullanırım. Bu defa da aynı yolu izliyorum. Daha önce de yazmıştım, Birce Akalay ve İbrahim Çelikkol yıllardır benim rüya çiftlerimden biriydi. Hep “Birilerinin aklına gelse de ikisini aynı projede partner olarak izlesem!” deyip durdum, beni bilenler bunu çok duymuştur. Hayalim sonunda gerçek oldu ve ben ayıla bayıla haftalarca izledim, şimdi öykünün gidişatı benim beklentimi karşılamıyor. O zaman yol ayrımındayım. Ya olmamışlıklara tahammül göstermeyip vazgeçeceğim ya da onlara takılmadan yürekten alkışı, gerçekten fazlasıyla hak eden oyunculukların hatırına izleyeceğim. Kararım belli: Devam… O zaman da benim istediğim gibi olmuyor diye homurdanmayı, söylenmeyi kesip önüme konanı değerlendireceğim. Bu kararla ekran başına geçince aslında hafiflediğimi hissettim. Tadını çıkarmaya odaklandığımdan mıdır, bilmem ama bölüm bence iyi aktı.
Yan hikâyelerde hızla yol aldık ve benim haftalardır beklediğim, Namık Emirhan’ın köşeye sıkışması durumu yavaş yavaş belirmeye başladı. Yiğit, babasının ölümünün ardındaki ismin Namık olduğunu öğrendiğinden beri, kendi başına olayın üzerine gidiyor. Aslında çıkış noktası da doğru. Eğer o meseleyi öğrenip Namık’ı içeri atamazsa Ferhat gerçeği öğrendiğinde katil olacak üstelik bu defa “baba katili” olması gündemde. Ne var ki Ferhat da çok haklı… Yiğit, bu dünyayı bilmiyor ve kendi başına yaptığı her hamle başını belaya sokmaktan öteye gitmez. Ferhat’ın konuya dâhil olması bizi nelerle karşı karşıya bırakacak, bilinmez ama finalde silahın hedefinde bir Ferhat gördük. Bana sorarsanız, Ferhat’ın yapacakları bitmedi o yüzden vurulanın Ferhat değil karşısındaki adam olacağını düşünüyorum. Onun ölümü de Ferhat’ın bu konuyu daha da fazla kurcalamasını getirecek gibi.
Bu aralar Ferhat’ın başı kalabalık. Sadece Yiğit değil, Vildan’dan Abidin’e; Jülide’den Aslı’ya pek çok şeyi aynı anda düşünmek ve çözüm üretmek zorunda. Sorunların en büyüğü de Jülide’nin etkisiyle kendini olduğundan farklı konumlandırmaya çalışan Vildan… Baştan beri onun psikolojisi bozuk bir kadın olduğunu biliyoruz. Alkol sorunu da bunun sonucu… Jülide’nin teyzesine karşı onun cephesinde yer alması, sağlıklı bir insanı kuşkulandırır ama Vildan bunu düşünecek boyutta değil. Sık sık yinelediği gibi kendinden çalındığını düşündüğü hayatı geri istiyor, o. Algılayamadığı noktaysa öyle bir hayat yok Vildancığım! Geçmişte ne olduysa oldu (Bu arada belirteyim her şeye rağmen kuzenler arasındaki cinsel ilişki bana hâlâ çok iğrenç geliyor), Handan o zaman devreye girmeseydi ve gerçek o dönemde öğrenilseydi bile senin ne Ferhat’la bir geleceğin ne de hayalini kurduğun mutlu yuvan olurdu. O zamanki Ferhat Aslan, hamileliği öğrendiği an seni kolundan tutup götürmüş ve o çocuğu çoktan aldırmıştı. Sen de konağın dışında bir yere sürülüp gitmiştin. Ancak o minnak beynindeki gri hücreler alkolden boğuldukları için sen, kızına ve sana sahip çıkan ideal bir koca hayal ediyorsun.
Aradığında açılmayan telefonlar, “Hayal kurma!” cümlesiyle uyarılmalar normal kişilikteki bir kadın için durdurucu olabilir ama Jülide’nin sürekli beynini yıkadığı Vildan psikolojisindeki bir kadın için ancak depresyonunu biraz daha artıran etkenlerdir. Sonuç da doğal olarak intihar… Şuurunu tamamen kaybettiği intiharın şeklinden bile belli aslında. Biraz aklı başında olan bir anne, buna ne kadar kararlı olursa olsun, kızının yanında kendini öldürmeye kalkışmaz. En azından çocuğundan uzak bir mekânda kıyar canına ama Vildan, tümden kontrolden çıktığı için ilaçları içip kızının yanına uzanacak kadar sorumsuz davranmayı seçti. Bu onun için bile bence son nokta… Yani Vildan tamamen dibe vurdu diye düşünüyorum. Eğer öykü matematiği diye bir şey hâlâ varsa bu noktadan sonra Vildan’da tavır değişikliği bekliyorum. Umarım haklı çıkarım, umarım Jülide’nin planlarına bir engel de Vildan koyar.
Jülide, bir türlü yerine oturmayan, zemini çok kaygan ve altı boş bir kimlik. İlk bölümden itibaren “İnşallah ömrü kısa olur!” diye dua etsem de pek gidici gibi durmuyor. Geçen bölüm sonunda, Aslı’nın eline geçen zarf Jülide – Namık ilişkisini belgeleyen fotoğraflarmış. Onları görür görmez ardındaki ismin Hülya olduğu gelmişti aklıma. Hülya, güçlü sezgileri olan bir kadın ve ilk günden beri sevmedi Jülide’yi. Aslı’yı gerçeklerden haberdar etmek için elindeki fırsatı kullanmış olmasını çok takdir ettim ama olayın faturası İdil’e kesildi. Yine de Aslı’nın zihnine ekilen şüphe tohumları çok yerinde oldu. Kuşku öyle bir duygu ki o tohumlar içinize bir girdi mi mümkün değil söküp atamazsınız, bir şekilde sizi hep dürter, hep “ama…”lar ekler yargılarınıza. Hele Aslı gibi akıllı bir kadın söz konusu olunca ailesinden kalan tek kişi yeğeni olsa da “Ben onu gerçekte hiç tanımıyorum!” sonucuna çabuk varılır. Aslı’nın geçmişindeki karışıklık, ardından Namık’ın söyledikleri Jülide’nin eskort kimliğini de açık etti. Ne var ki bu durumun Jülide yapısındaki kronik bir yalancıyı pek etkilemeyeceği açık. Anında durumu lehine kullanıp olayı hasta annesini kurtarma çabasına taşıyıverdi üstelik bunu o kadar hızlı ve ustaca yaptı ki ben bile bir an “Aaa, acaba mı?” tereddüdü yaşadım doğrusu. Aslı’nın buna inanması ve yaşananlar için vicdan azabı duyması Aslı için çok normal. Yine de ben onun beynine ekilen tohumlara ve aklına çok güveniyorum. Jülide’nin bundan böyle en ufak falsosu Aslı’nın dikkatini çekecektir diye umuyorum.
Jülide, fotoğraflarla ilgili İdil’i suçlayınca işin rengi bir anda değişti ve beklenmedik bir hızla İdil’in sonu geldi. Ben haftalardır İdil’in işlevsiz bir karakter olduğunu söylüyorum. Artık öyküye hiçbir etkisi ve katkısı kalmamıştı. En fazla Cüneyt’in şantajlarına alet olan bir kadın pozisyonundaydı ki Cüneyt için bir sürü alternatif var zaten; biri olmazsa diğerine şantaj yapabiliyor. Sanırım ana öyküyü güçlendirmeyen yan çatışmalar azaltılmaya başlanıyor ki İdil’i de ne olduğunu anlayamadan öldürüverdik. Şimdi Jülide’nin Cem dışında bir cinayeti daha var. Cem’in olayını ustaca kapamıştı, görünüşe göre bu defa da akıllıca önlemler aldı ama olaya dâhil olan Cüneyt yüzünden o planlar aksayacak gibi geliyor bana. Cüneyt, kendisini hayatta tutacak her fırsatı kullanacak ve sıkıştığı ilk anda Jülide’yi de satacaktır. Planın zayıf halkası da bu bence… İçimden bir ses, Jülide’nin de suyu ısınıyor, diyor. Umarım haklı çıkarım çünkü ne yalan söyleyeyim karakter olarak da oyunculuk anlamında da bu kadar “kötü”yle karşı karşıya olmak gözümü fazlasıyla yoruyor.
Bu bölüm olaylar bir çözülme sürecine girdi, dedim. Aslı üzülmesin diye ondan gerçeği saklamaya kararlıydı, Ferhat. Dikkatini Vildan’dan çekmek için de bütün ilgisini onda toplamış, aklına gelen bütün jestleri yapan sevgi dolu bir koca olmuştu. Ferhat’ın sevgisinden zerre şüphem yok. Aslı ona hep iyi geldi ve iyi geliyor. Yüreğinde nadasa yatmış bütün sevgi tohumları Aslı’yla birlikte uyandı. Artık, hissettiklerini örtmek için çabalamadığından da rahat ve en azından karısının yanında mutlu bir adam. Bardaki çapkın tavırlar da sen hep güzelsin diye iltifat etmeler de özür niyetine getirdiği çilekler de “Seni sevmekten vazgeçmem” deyişi de hep bundan. Sevmenin ve sevilmenin tadını çıkaran, huzurlu bir adam artık o. Ne yazık ki dış etkenler o kadar karmaşıklaştırıyor ki yaşamlarını birbirlerine ait olmanın tadını bir türlü doya doya çıkaramıyorlar. En huzurlu uykuları Vildan’ın intihar haberiyle bölünüyor, en rahat olduklarında Jülide’nin karıştırdığı yeni numaralarla karşılaşıyorlar. Ferhat birden çok cephede savaşmak zorunda üstelik. Biriyle ilgilenirken ertelediği bir diğerinde sorun çıkıyor. Ferhat’ın deyişiyle ben de “Hay böyle hayatı…” diyeceğim, izninizle…
Vildan’ın intiharı bardağı taşıran damla oldu. O an hayata duyduğu öfkeyi, karşısına çıkan ilk insana, Aslı’ya, yöneltti Ferhat. “Senin yüzünden…” cümlesi ağzından döküldüğü anda belki pişman oldu ama yine dam derken duvar demenin ender bir örneğini sergilemişti bile… Kendimizi suçlu hissettiğimizde yaşanan bir olumsuzluğu ilk anda başkasına yıkıverme eğilimimiz vardır, bizim. Bu biraz pişmanlıktan, biraz vicdan azabından biraz da başka bir sorumlu bulmanın rahatlığındandır. Ferhat’ın tavrı da tam olarak bu…. Haaa, bu o cümleyi haklı çıkarıyor mu? ASLA…
Aslı onun sevdiği kadın, hayatta güvendiği tek varlık, üstelik özel bir hamilelik yaşayan çok hassas durumda bir kadın. Bu kadınla konuşurken boğazın dokuz boğum olduğunu unutmayacaksın Ferhat Aslan… Bırak, doğruluğuna hiç inanmadığın bir cümleyi; doğru olanı bile tartarak söyleyeceksin. Aslı senin kum torban değil! Ne demek, senin yüzünden?.. Vildan kim? Aklı bir karış havada, yarım akıllı kuzenin… Bugüne dek hayatında yeri hiç olmamış, aksine her gördüğünde ona böcek muamelesi yapmışsın, şimdi mi kıymete bindi? Haaa, eğer kızımın annesi gibi bir anlam yüklüyorsan Aslı’yı bilmem ama ben delerim tepeni! Kızın, bir anlam ifade eder doğru ama yumurtasının döllenmesine yardım ettin diye o kadını senin için özel kılmaz, hele hele gerçekten âşık olduğun kadının yanında esamesi okunmaz. Çocuk sahibi olmayı çok da önemseme istersen, netice de bir sperm bankası da seninle aynı katkıyı sağlayabilirdi. Bir yanda “aile” diğer yanda hasbelkader çocuğunun annesi olmuş bir kadın varsa tarafın bellidir, Ferhatçım… Her ne kadar Yiğit’le konuşmandan eşekliğinin farkında olduğun sonucunu çıkardıysam da bu pisliği nasıl temizleyeceğini de merakla bekliyorum.
Bana sorarsanız o rezil cümlenin tek hayırlı tarafı devamı oldu. Ferhat, gerçeği Aslı’dan saklamaktan vazgeçip söyleyiverdi. Bir kadın için çok acı verici, kocasının bir başka kadından çocuğunun olduğunu öğrenmesi. Rayında giden pek çok evliliği sonlandırabilecek kadar da tehlikeli bir bomba bu. Ne var ki, ben Aslı ne kadar erken öğrenirse o kadar iyi diye düşünenlerdenim. Bölümde “Benden bir şey saklıyor ya da bana yalan söylüyorsan sana çok kızarım” diyen bir Aslı izledik. Evet, ağzıyla itiraf etti Aslı. Bu durumda dahi Ferhat’ı sevmekten vazgeçmez. Zaten sevgi dediğiniz şey de “yaşananlara rağmen…” direnen bir duygudur. Bitti deyince biten ilişkilerdir, aşk değil. Ferhat’ın Özge’nin babası olması Aslı ve Ferhat arasındaki ilişkiyi bitirir mi? Sanmam ama çok büyük yara aldıracağı da kesin. Aslı, Vildan’ı değil ama Özge’yi kabullenebilir ancak. Özge günahsız bir çocuk ve anne, babasının hatasının faturası ona kesilemez, Aslı da bunu bir çocuğa fatura edecek kadın değil ama yaşadığı bu travma hamileliğini ve ilişkisini nasıl etkiler şu anda kestirmek benim için çok güç. Eğer Ferhat, finalde gördüğümüz silahtan çıkan bir kurşunla yaralanırsa o zaman Aslı bu sorunu şimdilik öteleyebilir.
Sık sık, Aslı’nın hamileliğinin riskli olduğu vurgulanıyor. Bu yaşananlardan nasıl ve ne kadar etkilenecek, bu da çok önemli bir soru. Eğer metne imza atan Erkan Birgören olsaydı Aslı’nın rüyasına anlamlar yükler, göndermeleri çözmeye çabalardım ama yeni kalemleri tanımıyorum o yüzden rüya ne kadar metaforik, kestiremiyorum. Yalnız beyazlar içindeki Ferhat’ın, kucağındaki bebeğe ninni söylemesi harika bir detaydı, belirtmeden geçemeyeceğim. Yine bebek ve Ferhat bembeyazken Aslı’nın gri oluşu da bana anlamlı geldi.
Gerek bardaki gerekse Ferhat’ın özür çilekleriyle geldiği sahnelerden söz etmezsen, ayıp olur. Baştan beri ben bu diziyi en çok Birce Akalay ve İbrahim Çelikkol için izledim diyorum. Sebebi de bu sahnelerde gizli… Her detayıyla o kadar ince dokunmuş, öylesine anlamlandırılmıştı ki izlemeye doyamadım. Dans eden Ferhat Aslan coolluğunu mu anlatayım, bir çilek için didişen çiftin şirinliğinden mi söz edeyim? O kadar iyi tamamlıyor ki oyunculukları birbirlerini bir başka çiftte çok sakil durabilecek detaylar, onlarda izleyicinin yüreğini fetheden unsurlar oluyor. Jenerikteki tango bence onların oyunculuğunun metaforu. Ritmiyle, ileri çıkış – geri çekilişleriyle, salınışlarıyla birbirlerini çok çok iyi dengeliyor ve gerçekten de dans edercesine oynuyorlar. Tam da bu yüzden bana her şeye rağmen Siyah Beyaz Aşk dedirtiyorlar.