Zümrüdüanka 1. Bölüm
YAZAR: Ayça AKMAN
Yöresel işlere pek de yakın duran bir seyirci değilim ancak Pastel filmin yapımcılığını üstlendiği Zümrüdüanka’yı İlk Durak’ta değerlendirmek üzere her zaman olduğu gibi tüm önyargılarımdan sıyrılmış şekilde geçtim ekran karşısına.
Adından da anlaşılabileceği gibi “ bir yeniden doğuş” öyküsü Zümrüdüanka. Dedesinin ona anlattığı masaldan adını alan Zümrüt etrafında şekilleniyor görünse de hikâye, küllerinden yeniden doğmasını beklediğimiz tek karakter o değil. Saflık, sadakat, hakkaniyet ve aşkın peşinden koşacak; diğer yandan ölümden geri gelip hayatın ona dayattığı sınavları vermeye çalışacak bir diğer karakter, Serhat. Aslında iki saat yirmi dakikalık akışın ilk yarısında yokluk içerisindeki bir genç kıza talip olan zengin iş adamı dışında elimizde hiçbir veri yoktu, çatışmayı ortaya koymadı hikâye. Bunun yerine yan karakterleri, Zümrüt’ün ve Adil’in ailelerinde olup bitenleri Vahap’a kadar öğrendik.Tabii bunda öykünün riskli bir tercih yaparak Serhat karakterini bölüm sonunda akışa dahil etmesinin etkisi büyük. Tanıtımları izleyip, Zümrüt’ün askerde şehit düştüğünü zannettiği sevdiğinin düğün günü döneceğini öğrenmiş olmasaydım hikâye daha sürprizli olur muydu, belki… Lakin sadece küçük geriye dönüşlerle asıl hikâyeyi saklayıp merak uyandırmaya çalışsa da öykü, Zümrüt’ün bir başkasına âşık olduğunu anlamak ve oradan yürümek hiç de zor olmazdı benim açımdan. Evet, açılmaya müsait bir yapısı var dizinin ama ben kendi adıma pek az karakterin alt metnini merak ettim, bu da pek olumlu bir başlangıç sayılmaz ilk bölüm için.Yine de hikâye ne de olsa daha yeni başlıyor diyor, bir açık kapı bırakmayı ihmal etmiyorum.
Doğrusunu söylemek gerekirse Zümrüt’ün çaresizliği beni hiç ikna edemeyince kırıldı benim seyir hevesim. Evet çok fakirler, umarsızca psikolojik baskı uygulayan bir anne var başında, maaşı; engelli babası ve iki kardeşine yetmiyor amenna ama sevdiği adamın amcası evlenme teklif ettiğinde yeğeninizi seviyordum demenin nesi imkânsız ? Bunu söylediği anda karşı taraf zaten evlenmekten vazgeçerdi. Küçük yer böyle şeyler hoş karşılanmaz derseniz, gerçekleri saklayıp koca bir yalan üzerine hayat kurmak daha mı evla, derim ben de.Tabii o zaman annesi Ülfet’in onu ikna etmek için kız kardeşi Meliha’yı evlendirmeye niyetlenmiş görünmesi, istikbalimizi sana heba ettirmem çırpınışları ve çocuk gibi kömürlüğe kapama girişimleri boşa çıkardı!
Serhat’ın başından geçenler, nasıl bir yıl öldü bilindiği ancak sonraki bölümlerde bize açılacak belli ki burada bir sıkıntım yok. Ne var ki onun Demirkan ailesinin en büyük torunu olması dışında hiçbir şey öğrenemedik. Ne anne var bize sunulan ne de baba ki sanırım onlar bir düğümün parçası olarak ileride önümüze çıkacaklar. Adil amcasının ve babaannesinin Serhat’a olan sevgisini sorgulamıyorum ama Abbas’ı koydum bir kenara. Zümrüt’le aşklarına dair tek gördüğümüzse dilek ağacı altında birbirlerine verdikleri sözler oldu. “Yeter ki sen bekle, döneceğim!” , “Seni ölene dek bekleyeceğim!” cümleleri biz seyircilerin bir aşka inanması için yeterli değil korkarım. Hâl böyle olunca Serhat’ın ve Zümrüt’ün düğün günündeki sürpriz karşılaşmasından hiçbir duygu alamadım ben maalesef. Aşk havada kalınca o aşkı tekrar elde etme çabası da nafile göründü gözüme ne yazık ki.
Abbas dizinin kötü adamı olarak çıktı karşımıza. Henüz neden bu kadar agresif ve içten pazarlıklı olduğunu bilmiyoruz. Annesiyle arasında geçen küçükken hiç sevilmedim ben, çıkışına ise şu an için ikna olduğumu söylemem mümkün değil özellikle de kardeşinin düğününü görmeden hapse girmek istemediğini söylediği, yaptığı her şeyden pişman olduğunu dillendirdiği tek kişilik dramatik performasının ardından patlattığı gülüşü duyduktan sonra. Adil’le Abbas arasındaki hesaplaşmanın kanlı biteceğini, Adil abisini şirketten azletmekle ve polise ihbar etmekle tehdit ettiğinde daha da önemlisi Abbas’tan hamile kız kardeşini toprağa veren abla cenazede Adil‘e “Abin insan değil, şerrinden koru kendini!” dediğinde anlamıştık. Adil ölür mü, hikâye buradan nasıl evrilir, Zümrüt’e de göz koyduğunu içten içe sezdiğimiz Abbas’la bu evliliği hiç onaylamayan aile büyüğü Azimet arasında, Serhat kendisine emanet edilen “yengesini” nasıl kollar bekleyip göreceğiz.
“Körkuyu” hem Zümrüt’ün annesi Ülfet’in, hem de Abbas’ın kuması Fitnat’ın geldiği muhit olarak sunulsa da bize, içinde barındırdığı metaforu sevdiğimi söylemeliyim. Dizinin belki de en renkli, potansiyeli en yüksek karakterleri onlar. Fitnat fettan, hayatı hafife alıyor görünen, Abbas’ı idare edebilecek kalibrede bir kadın, umutluyum ondan. Körkuyu’dan çıkan Ülfet’in, yer yer komediye göz kırpan karakteriyse Hatice Aslan’ın elinde bir başka olmuş. Kimi zaman biraz abartı mı var diye şüpheye düşsem de karakterin kendisi baştan aşağı sıra dışı olunca buna hiç takılmadım. Onun güç ve para hırsı evlat sevgisinin çok ötesinde ve bir gün bu ikisi arasında gerçekten seçim yapmak zorunda kaldığında tavrı ne olacak merakla bekliyorum. Bakalım “Sevgi dediği, ekmeğin arasına konan bir şey miymiş?” hakikaten. Demirkanların reisi Azimet’le, Kuloğluların her şeyi çok bilen annesi Ülfet arasındaki kazananı henüz belli olmayan mücadelede, ben çekimser kalıyorum. Sadece iyi olan değil, haklı da olan kazansın!
Zümrüdüanka, dünyasını Nevşehir Kapadokya’da kurmuş. Memnuniyetle ifade etmeliyim ki evreni, kullanılan mekânları sevdim. Özellikle sahne planlarını, çekim açılarını ve özenildiği her hâlinden belli olan görüntü yönetmenliğini beğendim, coğrafyanın hakkını vermişti. Tek bir çekincem olabilir, o da birçok kez kullanılan balonlu Kapadokya seması! Yöreyi tanıtmak amaçlanmış, buradayız biz duygusu verilmek istenmiş olabilir ancak olay bağlantısı olmayınca çok havada kalmış gibi geldi bana o manzaralar. Sekanslar arası bağlantılar da çok akıcı, ilgi çekiciydi: Misal, mezar tahtasına bağlanan yazmadan kırmızı kuşağa geçiş… Şöyle bir genele baktığımda yapım totalin sevebileceği bir iş, onu görebiliyorum. Ben daimi takipçisi olmam ama, castı ve hikâyeyi kendisine yakın bulan izleyiciler ilgi gösterirler kanaatindeyim, yolu açık şansı bol olsun.
Yazan, yöneten ,oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…