Adı Efsane 16. Bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Bu bölümün, Hakan için zorlu geçeceğinin sinyallerini geçen hafta almıştık. Tahmin edemediğim ise yalnız Melis boyutuyla değil her şeyin çocuğun üstüne gelmesi oldu. Hakan baştan beri grubun en çilekeşi… Bunun ana nedeni elbette kendi karakteri… Sadece kendisi ve ailesiyle ilgili değil, arkadaşları için de bütün sorumlulukları gönüllü olarak yüklenen, o.
Hakan’ı 17 -18 yaşında sıradan bir lise öğrencisi olarak görmek bence büyük hata. Hakan, fiziksel yaşıyla örtüşmeyen bir hayat deneyimine ve zor şartların ona hediye ettiği olgunluğa sahip. Bir başkasında abartı durabilecek tavrı ve davranışları beni o yüzden şaşırtmıyor.
Melis’e âşık olarak daha önce tanımadığı bir duyguyla karşılaşmış ve tam bunun coşkusunu yaşayacakken Tarık’ın tavrıyla birden ayakları yere basmak zorunda kaldı. Yaşadıkları kendi hisleri ve Melis’le mücadelesiyle sınırlı kalsa da aşması çok zor duygular yaşıyordu. Oysa onun bir de başında babası var ki düşman başına! Bu defa Bahar ve Tarık olayları onun öğrenmesine engel olmayı başardılar ama sonuç değişmiyor elbet: Annesinin ve kız kardeşinin sorumluluğu onun üzerinde.
Üstüne üstlük Fikret’in fizyoterapi parasının bulunması mesuliyetini da üstüne aldı. Arkadaşları söz konusu olduğunda onun zaten konuya duyarsız kalması düşünülemezdi. Eh, hepsini üst üste koyduğumuzda bırakın gencecik bir delikanlıyı, sıradan bir yetişkini dahi alıp yere çarpacak her türlü şarta sahip, Hakan.
Bütün bunların arasında sivrisinek gibi durmadan başını ağrıtan bir de Kıvanç var ki bence o, Hakan’ın asıl imtihanı…
Haftalardır Kıvanç’ın art öyküsünü çok merak ettiğimi söyleyip duruyorum. Yavaş yavaş ortaya çıkacağına da emindim. Kıvanç, çok özel bir karakter çünkü ve mutlaka karanlık Kıvanç’ın diğer yüzünü senaristler bize tanıtacaklar rahatlığı içindeydim. Nitekim hafif hafif başlıyor gibi…
Kıvanç’ın 20 sene sonraki hâlini gördüm ben babasında. Tabi ki engellenemez ve değişmezse… Para ve güce tapan bir adam… Her şeyi dudaklarının arasından dökülecek bir cümleyle halletmeye alışık bir şımarık… Anlaşılan aile bağları konusunda da sıkıntı var. Kıvanç’ın annesiyle evliyken Seçil’e yürüdüğüne göre sadakat probleminin varlığı da açık… Görülen o ki baba – oğul arası iyi değil. Büyük olasılıkla Kıvanç, babasının standartlarını sağlamış bir oğul değil. Tavrı Kıvanç’ı korumaya yönelik gelmedi bana. Amacı daha çok Ertüm soyadının gücünü göstermekle ilgili…
Annenin İspanya gezisine gideceğini unutuveren Kıvanç, bana anneyle de yakın ve sağlıklı bir ilişki içinde gelmedi. Ben onun Çiler’in ifadesiyle bir “psikopat” olduğunu düşünmüyorum. Kıvanç, büyük olasılıkla yalnız ve mutsuz bir çocuk… Kendini babaya kabul ettirme ve beğendirme peşinde. Sanırım sevgisiz büyümüş ve “sevgi” kavramının değerini yaşamının hiçbir yerinde görmemiş. Bu yüzden de babaya kendini kabul ettirme yolunu, tıpkı onun gibi, paranın verdiği güçle istediği her şeyi elde etmekte bulmuş. Bu anlamda Melis’in onu terk etmesi en büyük başarısızlığı… Bu ilişkiyi çözünce Hakan ve tayfaya kafayı niye bu kadar taktığı benim için daha anlaşılır hâle geldi.
Sibel ve Kıvanç ikilisine hep temkinli yaklaştım, gerekçem de tam olarak buydu. Kıvanç’ın dönüşümünü sağlayacak biri gerek diye düşünüyordum. Sibel, bu profile uymuyor. Ona sevgiyi ve iyiliği tanıtacak isim gibi gelmiyor bana. Oysa görünenin aksine bence Kıvanç’ın ruhunda dokunulmamış bir yer var. Oraya girip o noktayı deşen Kıvanç’ın aydınlık tarafıyla karşılaşır ya da o tarafı gün yüzüne çıkarabilir gibi geliyor. Bunun Sibel olmayacağı belli olduğuna göre benim ümidim her şeye rağmen Hakan ve tayfasındada ama bu nasıl olacak o düğümü kuramıyorum işte. Neyse bekleyip göreceğiz bakalım.
Seyfi meselesi sonunda çözüldü. Hakan’a bulaşmadan çözülmüş olması da ayrıca çok güzel oldu. Açıkçası Seyfi’yi tamamen sahalardan alırsak çok memnun olacağım. O sekansın bence artık öyküye katacağı bir şey kalmadı. Seyfi’nin bundan sonraki hamleleri, manalı olmayacak ve öyküye katkı sağlamayacak. Hakan, bari evde sorunsuz daha doğrusu babasının pisliğinden çıkacak sorunlar olmadan yaşasın. (Çocuğu bir yerde rahatlatsak mı, ne dersiniz)
Melis, Hakan’ın bir anda ayrılmak istemesini hemen kabullenecek değildi elbette. Çiler’e söylediği bence çok doğru: O, Hakan’ı çok iyi tanıyor. Yaşanmışlıkları az olabilir ama hamurları birbirine benziyor ve Hakan’ın dürüst yanına defalarca şahit oldu. Elbette kendisine yalan söylediğini hissedecek ve işin peşini bırakmayacaktı. Kıvanç bir ara kafasını bulandırsa da aslında sorunun kökeninde babasını aramakla da doğru yoldaydı. Finalde elindeki en önemli kozu yani mahkeme kozunu da bence doğru oynadı.
Tarık, şu ana kadar en yanlış adımı Hakan konusunda attı, ne yazık ki. Kızı adına kaygı duymasını elbette anlıyorum ancak Hakan’a “Bana benziyorsun, sen” demek tamamen yanlış teşhis. Bahar’ın da bu noktadan yürümesini çok sevdim. Kızı üzülecek diye korkan adam, hayatı acı ve üzüntüyle geçmiş biri. Başkalarını çok üzmüş olabilir ama en çok üzülen de Tarık olmuş. Acıyı ve üzüntüyü bu kadar yakından tanıyan birinin ondan kaçılamayacağını da bilmesi gerek. Hakan, Melis’i isteyerek üzecek bir adam değil en azından bunu fark etmesi lazım. Evet, şartlar gereği Melis, Hakan yüzünden üzülebilir bu doğru ama istemeden kızlarını çok üzmüş bir adam olarak bilmeli ki bundan da kaçış yok. Kızını koruma duygusu, aşırı korumacılığa varınca en büyük tepkiyi de kızından görmesi kaçınılmaz. Bu bölümden sonra Melis’in resti ve Bahar’ın konuşması onu düşünmeye itecek diye umuyorum. Yine de ortada büyük bir sorun var o da Tarık’ın geri adım atması yeterli değil, Hakan’ı çok kırdı ve bunu nasıl toparlayacağını bilemiyorum. Üstelik Hakan’ın başında Kıvanç’ın açtığı yeni bir dert varken ve bu Tarık’ı da etkileyecekken Hakan – Tarık düğümü nasıl çözülecek, merak içindeyim.
Sibel, ilk bölümden itibaren kanımın almadığı bir karakter. Ne üzüntüsüne inandım, ne sevgisine; ne dostluğuna ne yalnızlığına… Benim gözümde o sadece sorun çıkarsın ve çatışmalara kapı açsın diye var. Elbette öykünün ilerlemesi için buna çok gerek var ama iticiliği sınırlarımı fena zorluyor, elimde değil. Bu defa da çenesini kapayamaması Kıvanç’ın eline çok büyük bir koz verdi.
Kıvanç, aptal bir adam değil; elindeki bilginin değerini de ederini de çok iyi biliyor. Elbette ki bunu sonuna kadar kullanacak. Şimdi geldik bölüm sonundaki büyük soruya: Hakan, maçı satar mı yoksa Fiko’nun gerçeği öğrenmesine razı mı olur?
Eğer bu bir dizi olmasaydı en mantıklı çözüm, durumu Fiko’ya anlatmak olurdu. Bedeli ne olursa olsun… Ancak çatışma faktörü düşünüldüğünde Hakan’ın bu yolu seçmeyeceği açık. Benim gönlüm bu noktada, her iki düğümü birbirine bağlamaktan yana. Yani hem Kıvanç’ın tehdidini hem de Melis’inkini… Hakan’ın burada çok kritik bir hamleyle hem Kıvanç’ın elini boşa çıkarmasını hem de Tarık’ın Melis’le ilgili kaygılarını yok etmesini umuyorum.
Maçı satması onun için çok ağır bir bedel ve bana sorarsanız bu kadarını hak etmiyor. Fazla sıkıştırılan her şey patlar. Hakan da cidden çok sıkıştırıldı. Patlaması durumunda da ortada takım başta olmak üzere, hiçbir şey kalmaz her yeri dümdüz eder.
“Hiçbir gerçek sonsuza dek gizli kalmaz!” ilkesi uyarınca Fikret elbette Sibel’le Hakan arasında geçeni öğrenecek ve tepkisi çok büyük olacak. Bu kaçınılmaz… Ama Fikret ve Hakan dosttan öte, kardeşten yakınlar. Sonuç itibariyle Fikret, Hakan’ı silemeyecektir. Buna güvenerek benim arzum, gerçeği Sibel’den öğrenmesi. Böylelikle Sibel, hayatında bir defa doğru hamle yapar. Aksi takdirde benim için o kız ne yazık ki oksijen israfı…
Öyküyü biraz öteleyip başta oyunculuklar diğer detaylara akacak olursak bu hafta bana göre çok başarılı iki isim vardı. İlki Emre Bey, ikincisi Kaan Sevi… Önceki yorumlarda da söz etmiştim. Kıvanç çok kolaylıkla tahammül edilemez biri olabilir. ( bkz: Sibel) onu bu durumdan kurtaran en büyük etmen Emre Bey’in oyunculuğu… Kötüyü oynamak çok zordur hele bu kadar genç ve deneyimsiz bir oyuncu için çok daha güç. Yine de gözlemlediğim, bölümler ilerledikçe Emre Bey’in Kıvanç’a daha da çok sahip çıktığı… Bir kere falsosuz oynuyor, ikincisi şeytani bir kötülüğü olan karaktere bir şeytan tüyü katıyor. Kızsanız da itici bulamayacağınız bir kimlik Kıvanç. Bir yanıyla size “Ben bu değilim, beni hemen yargılama!” diye fısıldıyor, diğer yanıyla o kaybettiğinde mutlu oluyorsunuz. Karakter çok iyi ve detaylı yazılıyor kabul ediyorum ama ona nüansları ekleyenin de Emre Bey olduğunu düşünüyorum, özellikle kendine özgü çekiciliği oyuncudan geliyor.
Kaan Sevi’ye gelince bana kalırsa o, Ali’ye, tam anlamıyla, ittire kaktıra yer açtı, öyküde. Ali karakterinin hatları belirginleştikçe Kaan Sevi, eklenen her bir detaya alabildiğine bastı. O bastıkça karakter daha görünür oldu. Âdeta Ali’yi gözümüzün içine soka soka öne çıkardı. İlk bölümlerin silik, sıradan elemanı; “Ben burdayım, fark edin beni!” dercesine adım adım öne çıktı. Kendine özgü bir sempatikliği var Kaan Sevi’nin bunu çok akıllıca değerlendirdi. Karaktere yazılan detayları şirinliğiyle birleştirince Ali’yi ekibin olmazsa olmazlarından kıldı. Hatta bu bölüm bende “Hakan olmazsa grubun lideri Ali olur!” duygusu uyandırdı. Pratik, akılcı, çabuk öfkelenen ama bir yandan da çözüm adamı bir Ali yarattı.
Senaryo iyi değilse oyuncunun elinin kolunun bağlandığını düşünürüm hep. Oyuncunun asıl gücü de iyi kalemlerle ortaya çıkıyor. Karakter, tutarlı ve net yazılmışsa onu işlemek canlandıranın görevi. Adı Efsane senaryosu, bu anlamda oyunculara kapı açıyor. Karakterler iyi ve özenli için oyuncu kendini gösterme fırsatı buluyor. Hep dediğimi bir kez daha yineleyeceğim. Erdal Beşikçioğlu, Rojda Demirer, Reha Özcan gibi deneyimli oyuncuların çıkardıkları performans bence sürpriz değil. Karakter iyi yazılmış, oyuncu iyi yorumluyor elbette çok başarılı bir sonuç çıkacak. Asıl sürpriz genç isimlerde ve bence Adı Efsane castı bu anlamda çok iyi oluşturulmuş. Her bölüm genç oyuncuların yarattıklarını daha da büyük keyifle izliyorum. Yazan, yöneten, canlandıran ve kamera gerisinde var olan herkesin eline, emeğine, yüreğine sağlık.