Alacakuş Uçtu; Efe Yandı, Kül Oldu (Sefirin Kızı,36.bölüm)
YAZAR: Şeyma BULUT
“Ölürsen destan olur, yaşarsan yalan…” sözleriyle tanışmıştım Sefirin Kızı’yla. Daha tek bir replikle bağlanıvermiştim kırık dökük parçalanmış Nare’yle onun efesinin destanına. Nasıl bağlanmayacaktım ki? Bir yanda en kötü hikâyesi, sevdiği insan tarafından yazılan ama onu asla sevmekten vazgeçmeyen bir kadın, diğer yanda kendini hiçbir zaman sevilmeye layık görmemiş bir adam vardı. Alacakuşla, efenin aşkı uzaktan baktığında her şekilde imkânsız olan ama yaklaştıkça mucizelere tutunabileceğiniz ve imkânsız diye bir şeyin asla olmadığını iliklerime kadar hissettiğim bir sevdaydı. Belki de bu yüzden ben hâlâ bir mucize bekliyorum; ne yapayım, huyum bu.
Bu haftaki bölüm aslında final tadındaydı. Dizinin ilk bölümü tamamlandı, Nare’yle Sancar’ın destanının yalan(?) olduğu söylendi ve bitti ama benim söyleyeceklerim var. Bu sebeple bu hafta biraz dizinin ana hikâyesinden, karakterlerden bahsetmek istiyorum. Özellikle de baştan beri beni duygudan duyguya sürükleyen Kara Efe’den bahsedeceğim.
Sefirin Kızı’yla nasıl tanışmıştık hatırlıyor musunuz? Nare, küçük kızına yeşerebileceği bir toprak, mutlulukla ve onu seven insanlarla dolu bir yuva verme isteğiyle uzun yıllar sonra memleketine geri dönmüştü. Gidişi bir buhran, dönüşü de bir borandı. Kızını babasına emanet ettikten sonra da kendini yok edecekti ve hikâyesi orada tamamlanacaktı. Belki geç oldu ama tam da o küçük not defterine yazdığı gibi oldu: “Kızını babasına emanet et ve kendini yok et!” Eğer Nare’yi birileri kurtarmış olsaydı, ben bu hikâyeye gayet inanır ve pek de güzel bağlanmış derdim ama pek öyle olmadı tabii. O, bir anne olarak kızını bırakamadı ve yaşamaya, mücadele etmeye karar verdi. Geçmişinde yaşadığı acıları bir kenara bırakarak sadece küçük kızı için yaşadı. Şimdi bu kadının birdenbire “Ben sevmeyi bilmiyormuşum!” deyip çekip gitmesini kafamda pek oturtamasam da bu hareketiyle hem Sancar’ın hem de Melek’in hayatını kökten değiştirdiğini söyleyebilirim.
Sancar Efeoğlu! Çevresindeki herkesin saygı duyduğu, yiğit, mert bir adam. Özüne sonuna kadar bağlı, yetiştiği toprağın öfkesini de merhametini de kalbinde taşıyan ve çocukluğunda düştüğü sevda ateşinde harmanlanan bir Anadolu insanı. Şimdi böyle diyorum ama açıkçası ilk zamanlar kendisi benim kara listemdeydi. Sinir oluyordum çünkü aslında unuttuğum bir insan tipiydi. Ben şehirde büyümüş, yeni çağa ayak uydurmuş ve bazı şeyleri belki de hiç bilmediğim için modernlik diye bize sunulana önem veren bir insanım. Bu yüzden Sancar’ı anlamak benim için çok zordu ve belki de bu yüzden ilk zamanlarda Gediz’e, Sancar’dan daha yakındım. Gediz bildiğim bir insandı. Modern, esprili, yakışıklı, hayatı çok da ciddiye almayan, kıvrak zekâlı ve komik bir erkekti. Benim dünyamdandı. Sancar’sa o dünyaya oldukça uzaktı. İkisi arasında kalınca insan anlamadığından çekinir ya benim ki de o hesap, hep uzak durdum. Zaman geçtikçe anladım Sancar’ın yüreğini, kalbini çünkü her olayda bana unuttuğum birçok değeri tek tek hatırlattı.
Eski zaman âşıklarını bilir misiniz? Hani o sevdiğinin fotoğrafını, yazmasını ya da saçını; gömleğinin içinde, kalbinin üstünde taşıyan adamlar vardır. Bizim fiziksel dünyamızın tam aksine, bir kadını yüreğine yazdı mı geri kalan her şey hikâye olur. Sancar işte o adamlardandı. 11 yaşında sevmişti Nare’yi sonra da bir daha kimseyi sevemedi ve bu aşk onu içten yaktı, kül etti. Bu adam, hiç mi hata yapmadı diye düşünebiliriz. Elbette yaptı. Seneler önce sevdiği kadına inanmayıp ona da kendine de yazık etmişti ve zaten benim onunla en büyük sorunum da buydu. Ancak Nare’nin dönüşünden beri yaşananları düşününce Sancar yaptığı yanlışın bedelini çok ağır ödedi ve ödemeye devam ediyor.
Hiç şüphesiz ki Nare’nin gidişinin en çok etkilediği insan, Sancar. O sadece aşkını değil; ömrüm, nefesim dediği, varlığıyla onu iyi bir insana dönüştüren kadını kaybetti. Nare’nin ikinci kez hiçbir açıklama yapmadan onu terk etmesi Sancar’ın kalbinde çok derin yaralar açmışa benziyor. Daha önce ihanete uğradığını düşündüğünde mabetleri sayılan o küçük kulübeyi de mektuplarını da ateşe verememişti ama bu sefer yaptı. Aslında orada yanan kulübe ya da kâğıt parçaları değil Sancar’ın kalbi, ruhu, sevdası… Bütün ömrünü adadığı aşkını, artık yakma vakti gelmişti ve zor da olsa bu kararı aldı ama kendisi yapamadı, onların sevdasının dili olan Kavruk’a yaktırdı. “Nare, bizim için öldü!” dediler belki ama bu o kadar kolay mı? Bitti deyince her şey biter mi, bir kibritle tüm geçmiş birden kül oluverir mi? Bence olmaz. İşte Sancar’ın en büyük sınavı da buradan olacak diye düşünüyorum. İçeriden yanmaya devam edecek ama dışarıdan bakılınca kızı için yaşamaya devam eden bir enkaz olacak diye düşünüyorum. Halise’nin de dediği gibi “Böylesine bir aşk, asla bitmez!”
Sancar’ın Nare’den nefret etmesi kolay değil ama Melek için aynı şey pek geçerli değil gibi duruyor. O küçücük kızın, içine doğru akıttığı gözyaşları bu hafta beni çok hırpaladı. Daha sekiz yaşında ama bugüne kadar yaşadıklarını düşününce yaşından çok büyük davrandığını söyleyebilirim. Kendi başına kaldığında “Hani, hep çok mutlu olacaktık?” diye veryansın ederken babasının yanında acısını göstermeden ona sarılarak “Ben seni asla bırakmayacağım!” diyebilecek kadar da güçlü bir çocuk, o.
Melek’in en acılı anlarda bile umudunu asla kaybetmediğini fark ettim ben. Annesi gitmiş bir çocuktan dağılmasını bekleyebilirdim ve de bu da gayet normal aslında ama öyle olmadı işte. Annesini kaybetti, çok üzüldü, hırpalandı ama hemen babasına sarılıverdi. Geçmişte de benzer davranışlarını hep görüyordum. Ne zaman kötü bir şey olsa hep bir mucizeye sığınıyor bu çocuk, devam etmeye çalışıyor. Size de birini hatırlattı mı? Nare de bir zamanlar kızı gibi, hep bir umuda sığınarak devam etmeye çalıştı. Babasızlığında annesine, annesizliğinde Sancar’a ve en sonunda da küçük kızına, ona olan sevgisine bağlanarak devam etti. Melek’i o yetiştirdi. Annesinin gitmesi küçük bir çocuk için felaket olsa da babası hâlâ yanında ve Melek de tıpkı Nare gibi ona sarıldı. Gidenler için annesinin tavrını da düşünecek olursak mektubu yırtmasına da annesine olan sertliğine de şaşırmadım ben açıkçası. Şimdi onlar baba, kız bir şekilde devam etmeye mevburlar. Tıpkı bir zamanlar Nare’nin devam etmek zorunda olduğu gibi.
Ben Melek’in mektubu yırtmasını da Sancar’ın her yeri aleve vermesini de anladım da Gediz Efendi’yi bir türlü anlamadım. Açıkçası yaptığı onca şeyden sonra “Siz Nare’yi melek mi sanıyorsunuz? O gitti!” diyebilecek yüzsüzlüğe sahipmiş, öğrendim. Nare sırra kadem bastığında Müge’ye “Erkek egosu yapmıyorum, sadece onu merak ediyorum!” dedi ya. Tek bir harfine dahi inanmadım ben. Nare’yi ararken “Ben senin için bu kadar mı katlanılmazım?” diye söylenirken tam da olmadığını iddia ettiği adamı canlandırıyordu. İçten içe Nare’ye iyi geleceğini düşünüyordu çünkü egosu var. Hem de kendinden büyük bir ego bu. Bu sebeple de Nare kendine bir şey yaptı sandığı için vicdanı yüzünden onu arasa da tam aksini öğrendiğinde onun iyi bir insan olmadığını söyleyecek kadar ileri gitti ve bendeki kredisi de tek replikle vadesini doldurdu.
Gediz Işıklı’yı tanıdığımda gerçekten sevmiş, cesur ve iyi bir insan olduğunu düşünmüştüm. Dostunun sevgilisine âşık olsa da ona doğru bir adım dahi atmayacak kadar gururluydu. Ancak zaman geçtikçe destana olan inancını da kaybettiğinde Gediz’in bambaşka bir yüzü çıktı ortaya. Her ne kadar uzun yıllar dostuyla sırt sırta vermiş de olsa kendi istekleri ön plana çıktığında kimseyi gözünün görmeyeceğini de acı acı tecrübe ettim. Son zamanlarda yaşadıklarından dolayı bir an aklı başına geliyor diye düşünmüştüm ama maalesef hiçbir şeyin değişmediğini fark ettim. Hatta daha da ileri giderek düşünüyorum: Acaba malını mülkünü kurtarmak istemeseydi ya da hapse düşme riski olmasaydı Nare’ye bu kadar yardım eder miydi? Benim için hâlâ çok muallak. Demek ki ne kadar görmek istemesek de bazı insanlar asla değişmiyor. O yüzden attığı bomboş aşk naralarına benim karnım tok, arabasını istediği yere çekebilir, hadi eyvallah!
Sırada Nare Çelebi var, elbette. Ah Nare’m! Ah, benim kanadı kırık, incinmiş, hırpalanmış alacakuşum! Bu hayat ona hiç adil davranmadı. Daha küçücük yaşında baba sevgisine muhtaç bir çocuktu. İstediği o sevgiyi alamayınca önce abisi gibi gördüğü Akın’a sonra da âşık olduğu Sancar’a sığındı. İlk büyük darbeyi de abisinden yedi. 18 yaşında, hem de doğum gününde üvey abisinin tecavüzüne uğradı, ardından sevdiği ona inanmadı, uçurumdan atladı, her yeri yara bere içinde kaldı sonra kızına sarılarak en azından nefes almaya devam etti. Aslında onun bu yaşadıklarını ayrı ayrı düşünecek olursak bu topraklarda yaşayan kadınların bir temsilcisiydi diyebiliriz. Her gün şahit olduğumuz onlarca felaket haberinin başrollerinde olan kadınları düşünün ve sonra Nare’yi. Ne demek istediğim o zaman daha net çıkacaktır. O tek bedende birçok kadının çığlığını barındırıyordu. Önce umutları, hayattan kendisi için istedikleri vardı ama tüm umutları elinden alınınca sadece kızı için yaşayan bir anneye dönüştü. Hem de çok güzel bir anne… Kızına memleket sunmak için geldiği topraklarda, onun için kalıp, bir yuva kurup, öyle de yaşamak istedi ama olamadı ne yazık ki. Her bir yanından birisi tuttu, hepsi etinden bir parça kopardı ve geride artık devam etmeye gücü kalmayan bir kadın bıraktılar. Yine de kızı için kendini öldürmekten vazgeçen, direnen Nare’nin bu şekilde gitmesi beni çok da ikna etmedi, ne yalan söyleyeyim. Bu kimseye haber vermeden çekip gitme hele de kızını öylece bırakarak ortadan kaybolma pek Narelik değil! Daha önce intihar ettiği ve gittiği için bir şekilde inanmam beklenebilir ama yok ya… Bir sene önce Melek için kendini öldürmekten vazgeçmişti. Kimse onu vazgeçirmedi yani. Tüm gitmeleri de Melek’leydi. Onsuz asla gitmeye yanaşmadı. Sancar için video verildikten sonra, boşanma evraklarına kadar düşünen kadın, bunu da düşünürdü. Hele hele rahatlıkla, kaşarlı ekmek yiyerek “Ben sevmeyi bilmiyormuşum!” diye gitmesi, kusura bakmayın benim bu kadar bölüm yorumladığım karakterin yapacağı bir şey hiç değildi. Oyuncunun sağlık sorunları karakterin gidişatını etkilemiş olabilir ama bence bu destan “yalanmış her şey” denecek bir sonu da hak etmemişti.
Nare benim aklımda; güçlü, kızını her şeyden çok seven bir anne, sevdiği adamın kalbine aydınlıkları getiren bir pamuk ve sevdiklerini üzmektense kendisini yok etmeyi yeğleyecek bir alacakuş olarak kalacak. Belki bir sevgili olarak aşkına, o hayalini kurduğu mutluluğu veremedi ama kızına bir yuva, kendi gibi köksüz büyümemesi için bir memleket verdi. Nare Çelebi yazdığım diziler içerisinde unutulmayacak karakterler listesinde adını en üstlere yazdırdı ve hep orada kalmaya devam edecek.
Ne diyelim bu dünyadan bir Nare Çelebi geçti ve ben onu tanıdığıma çok memnun oldum.
Bitirmeden ufacık bir teşekkür: Nare’yi bu kadar sevmeme sebep olan, onun her bir zerresini büyük bir başarıyla ekranlara taşıyan, çok sevgili ve kıymetli Neslihan Atagül’e çok teşekkürler. İyi ki bu diziye evet demiş, iyi ki Nare olmuş. Bundan sonraki kariyerinde başarılar diliyorum. Daha güzel masallarda yeniden yolumuz kesişir diye umuyorum.
Yazıma burada son veriyorum. Sefirin Kızı’nın yeni hikâyesinde de birlikte olacağız.
Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın.
Bir de sakın ha mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin!