Aşk Zamanı (Ferhat ile Şirin, 4. bölüm)
Yazar: Zeynep BÖHÜRLER
“Yalnız onun yanındayken içimi müthiş bir korku, onu kaybetme korkusu sarardı.” der Sabahattin Ali o çok sevilen Kürk Mantolu Madonna kitabında. Hepimiz için öyle değil midir? Ailemize, eşimize, sevdiğimiz herkese ve her şeye bir gün kaybedecekmişiz korkusuyla baktığımız olmuştur. Şirin’in evlilik kararını duyan ve içindeki korkuyu istemeden de olsa dışarıya yansıtan Ferhat bir yandan, geçmişte ailesini yitiren ve bundan sonra sevdiklerinden ayrılmamak için tüm kalbiyle çaba gösteren Banu bir yandan,Ferhat’ı kalbinin derinliklerine gömmek istemeyen Şirin bir yandan derken hepsinin ortak noktası geliyor karşımıza.Sevmek ve kaybetmek düşüncesi. Bu bölümün asıl teması bu olmalıydı bence çünkü karakterlerimizin neredeyse hepsi bu bölümde aynı duygular için endişelenip mücadele ettiler.
Bu zamana kadar net kararlar alan ve kendinden emin olan Ferhat; Şirin ve Yiğit’in gelecek planını duymasıyla beraber duygu ve düşüncelerinde artık bocalamalar yaşıyor.Böyle bir durum beni memnun etti dersem yalan söylememiş olurum.Aslında Ferhat‘ın hesaba katmadığı çok önemli bir gerçek var ki Karalı Ailesi, tahmin edemeyeceği kadar dürüstçe ve iyi niyetle karşılarındaydı…Şirin’i kaybetmek istememesi, onu annesini bulma düşüncesi ile yüz yüze getirirken Banu’nun ona karşı bu kadar iyi davranması Ferhat’ın vicdanında hareketlenmeleri başlattı, diyebilirim.Ah, Banu!Bu bölümde seni bir başka tanıdık ve sevdik. Sert duruşunun, soğuk mizacının altında aslında nasıl bir karakter yatıyormuş da bizler fark edememişiz.Hayatında kendisi için hiçbir şey yapmamış”Ben yıkılırsam ailem de yıkılır.” diyerek hep güçlü olmaya çalışmış ve duygularına ket vurmuş Banu’yu; içten,samimi bir aile ortamının özlemini çeken bir kadın olarak gördüm bu bölümde.Ferhat’la onu büyüten ustasının evindeki akşam yemeğine sanki kırk yıldır yaşadıkları semtin komşusu gibi uyum sağlayarak hevesli,doğal ve samimi bir şekilde yaklaştı.Hep beraber yedikleri tavada balık,bol limonlu salata motiflerini es geçemeyeceğim çünkü tipik bir Türk ailesi sofrası görüntüsünü bizlere yaşattılar.En azından benim için öyle oldu.Yemek sonrası Banu’nun orta şekerli kahvesi de artı puan aldı tabi.
Bence Banu’nun tek istediği sevdikleriyle beraber büyük ve birbirine bağlı bir aile olabilmek.İş yaşamındaki “Banu Hanım” duruşundan sıyrılıp kendini huzur bulduğu kişilere bırakma isteği onu değiştiriyor ve bu özellikle bu bölümde daha çok fark edildi. Biricik kardeşini ve nişanlısını bir yanında,sevdiği adamı bir yanında görmek istemesi de aslında en doğal hakkı. Bizler çok özelimizdeki insanları çok özel yerlerde görmek isteriz.Banu için de bunun en güzel örneği, ailecek önemli olduğunu hissettikleri bağ eviydi.Kendince herkesin hoşuna gider diye ufak bir emrivaki yaptığı bağ evi buluşması maalesef istediği gibi yaşanmadı.Bence Banu hariç herkes ortamdan dolayı gergindi. Banu’nun bu buluşmayı ayarlaması bir çeşit meydan okuma gibi göründü gözüme. “Ben bu adamı hayatımın özeline koydum,tüm yakın hissettiklerimle beraber aynı sofrada olmalı ve olacak.” tarzında bir meydan okumaydı, bence vermek istediği mesaj. Babaanneleri Hayriye Hanım, utanılacak bir durum diye nitelendirilse de Banu son derece yüreklice bir tavır seçti demeliyim.Sadece âşık olduğu için değil,aşkını sonuna kadar koruduğu için benim gözümde yüreklice bir tavırdı.”Eğitim,kültür,ekonomi ve statü farkı umurumda değil;karşı çıkan herkesle başa çıkarım.” dercesine Ferhat’ı tüm benliği ile seviyor, görünüyor.
Karanlıkta yolunu el yordamı ile bulmaya çalışan ve yolun ucunda gördüğü ışık için çabalayan Ferhat,o ışığın kaynağına ulaşacak mı bence az kaldı ama dikkat etsin çünkü emelime yaklaştım derken arkasında pek çok kırık kalp ve incinmiş duygular bırakacak gibi duruyor.Keşke onu babası gibi büyüten ustası, Banu’nun bu umut dolu sevecen duygularını görünce Ferhat’a ettiği sitemleri en başından demiş olsaydı. Bildiğim ve gördüğüm tek şey Ferhat’ın Banu’yu aslında sadece annesine kavuşmak için bir araç olarak kullandı ve bunun sonucunda izleyenlere “Bu da Banu’ya yapılır mı?” dedirtecek kadar Banu, Ferhat’a bağlandı.
İnsan, vaktinin çoğunu sevdiğinin yanında geçirmek ister hatta saatlik ayrılık bile uzun gelir. Dikkat ettiyseniz Banu’da sürekli Ferhat’la bir arada olmak istiyor.Bu durum Ferhat için aslında Şehnaz’a ulaşmak için yeni bir kapı açmış oldu. Ferhat’ın Banu’yla vakit geçirmesi onu annesinin yanına getiriverdi. Bu noktada Şehnaz’ın oğlunu Beşiktaş sloganıyla hemen tanımış olması bana pek gerçekçi gelmese de annesidir ne de olsa diye senaryonun akışı içinde çok da büyütmedim.
“Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü. O gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni” diyen Hüsrev’in biricik ve saplantılı aşkı Şehnaz geçmişten bugüne kadar tüm hayatını altüst edecek kadar çok zorlu bir süreç yaşamış ve Hüsrev yaşadıkça da bu devam edecek görünüyor. O suskunluğun ardında sessiz çığlıkları olan, donuk bakışlarında bir gün yüzünün güleceğine dair hep umutla bekleyen yaralı bir kadın var. Şehnaz, Hüsrev’in sesinden, nefesinden bile nefret ediyor. Elinde olsa bu şekilde esir hayatı yaşamaktansa eskiden olduğu gibi korkarak, kaçarak ama Hüsrevsiz bir hayatı oğluyla yaşamayı tercih ederdi. Hüsrev’den haz etmeyen sadece Şehnaz değil aynı zamanda beş para etmeyen oğlu Yiğit’i de hesaba katalım. Sadece Şirin’in yanına yakışmamasını geçtim, babası ve Karalı Ailesi için de korkak bir hain olmaktan öteye gidemez bence. Babasına olan bu tutumunun güç savaşından ziyade, geçmişte Şehnaz’ın annesinin yerine konulmasından dolayı da oluştuğunu düşünüyorum. Bu saatten sonra Hüsrev’in, oğlu hakkında gözü açıldığından ona karşı gardını alıp temkinli yaklaşmasını bekliyorum. Zaten Hüsrev’e göre ”Bu hayat da bir o bir Şehnaz var,başka kimseleri yok.”
Beklenmedik gelişmeler yaşatan ve bizleri şaşırtan bir bölümdü özellikle Hüsrev her ne kadar kendini kurtlar sofrasında yalnız hissetse de arkasında kapı gibi duran, onu ailesinden bir parça sayan Banu’nun yaptığı büyük fedakârlığı ömrü boyunca unutmamalı. Banu’nun kurtarıcı hamlesi beni bile şaşırttı aslında. Kendinden çok başkalarının hayatı yolunda gitsin diye sahip olduğu gücüyle sorunda anahtar görevi gören Banu’nun bu zamana kadar kendi için tek istediği yanındayken huzur ve sıcaklık bulduğu, kendine sadece “sıradan bir benim işte” dedirtecek bir yakınlıktı. En azından biz böyle biliyorduk ta ki Ferhat ile ortak bir çabada olduğunu görene kadar. Yani Şehnaz’ı sadece arayanın Ferhat olmadığından artık eminiz. Sonuçta kendisi henüz çocukken ailesinin canına kıyan adamın ailesini ve bunlara sebep olan kadını görmek ve bulmak istemesi de çok normal ancak bu olayda burnuma kötü kokular gelmiyor değil.Acaba geçmişte yaşananlar ona anlatıldığı gibi mi işte hep beraber merakla bekleyeceğiz.
Gözlük, sadece gözlerimizi saklar ama hislerimizi saklayamaz.“ Sevenin hâlinden sevenler anlarmış” sözü bir kez daha doğrulandı ve Ferhat, Sadık’ın platonik duygularını hemen fark etti. Sadık’ın Banu’ya olan hisleri açığa çıkmışken Ferhat’la günden güne yakınlaşmasına tahammül edemezken afili gözlüklerini çıkarıp bence biraz etrafına bakarsa yakınındaki cevheri fark edeceğine inanıyorum. Eleni‘nin ”Sevdiğim mutlu olsun, uzaktan da olsa severim” dercesine içten içe Sadık’a beslediği duygularını ortaya koymanın zamanı geldi de geçiyor.Ferhat’ı kendisine rakip görüyor ve yenemeyeceğini bildiği için hıncını fiziksel olarak çıkarmak istedi. Bu noktada Sadık’ın dövüş düellosu iyi bir sekanstı ama sonrasında bu anları seyreden Banu’nun bu durumla ilgili düşüncelerini neredeyse hiç duyamadık. Ben isterdim ki o akşamın sonunda Ferhat ve Sadık düellosu hakkında özlü bir Banu konuşması yapılsın.
Banu bu aralar gayet keyifli çünkü ona ilk görüşte âşık olduğunu söyleyen bir Ferhat’ı var. Ferhat’ın herkesin içinde ”ona ilk görüşte âşık oldum” demesi Şirin için yenilir yutulur bir laf değildi.Kim olsa Şirin gibi öfke ve acınası bir resim ortaya koyardı.Ferhat odasına gelip usul usul konuşmasaydı Şirin, gözyaşlarını akıta akıta intikam peşinde koşacaktı fakat Ferhat’ın bilmece konuşmalarını işitmiş oldu. Ferhat’ın gizlice eve girmesi de bana pek mantıklı gelmedi.O kadar korumaların olduğu köşke arka taraftan gir,odasına kadar çık,Banu duymasın ama tam bir güvenlik açığı diyebilirim.Bir önceki bölümde, Banu artık Şirin’in Ferhat için söylediklerine inanmaz demiştim. Nitekim de öyle oldu. Kıskançlık edip ara bozmak isteyen huysuz bir kız gibi olayın sabahında Banu’ya gidip durumu anlatmak istemesi Banu tarafından neredeyse kaale bile alınmadı. Bu nasıl olur, nerden anladın gibi sorular dahi sormadan Şirin‘in ağzını kapadı maalesef. Yeşilçam filmlerinde hatırlarsınız, çiftlerden birinin başına bir yalan,sıkıntı,tuzak gelse filmin sonuna kadar muhakkak susardı.Dolayısıyla sevenler birbirini yanlış anlardı Ta ki filmin sonunda gerçekler ortaya çıkına kadar.Sonrasında barışır, koklaşırlardı. İşte Şirin’de Ferhat’ın kapısına dayanıp neyin peşinde olduğunu öğrenmek istediğinde Ferhat lal oldu ,sus pus oldu. Aslında Ferhat‘ın ortaya laf attım şimdi kaçıyorum sessizliği âşık Şirin’in sevda gözyaşı dökmeyi bırakıp iz peşinde koşmasına sebep oldu.Şirin bu gidişle Ferhat’ın annesini bulma konusunda görünmeyen el gibi yardım edeceğe benziyor.Dizide gördüğüm durum çok ironik aslında. Aşkı için dağları delmesi gereken Ferhat yerine onun peşinde pervane olan Şirin’i seyrediyoruz adeta.
Her seyrettiğim dizide anlamlı repliklere dikkat eden biri olarak yazımı Ferhat’ın babasının sözüyle sonlandırıyorum:
“Bir kapı kapanır, biri açılır evlat fakat sen tüm kapıları açmak istiyorsun.”
Gelecek bölüm görüşmek üzere…