YAZAR : Ayça AKMAN

Romantik komediler sezonu geldi çattı ve Aşkın Tarifi seyirciyle bu yaz buluşan ilk proje oldu. Her ne kadar bu tür ilk tercihim olmasa da insan; yormayan, hoşça vakit geçirten, gülümseten işlere de terapi niyetine gerçekten ihtiyaç duyuyor ki ben genellikle  “nefes alma” araları olarak nitelendiriyorum böyle yapımları. Aşkın Tarifi de bu umutla yaklaştığım özellikle de işin içine mutfak ve baharatlar girdiğinden benim için bir adım önde başlayan bir diziydi ve iki buçuk saatin sonunda karşısından gülümseyerek kalktığımı memnuniyetle ifade etmeliyim.

Geleneksel romantik komedi klişelerine ters köşeyle yaklaşan bir iş olmuş Aşkın Tarifi ve en çok bu yönünü sevdim ben. Zaten terk edilen damat  Fırat’ın hikâyesine odaklanıp kaçan gelinin değil, geride kalanın acıları üzerinden yürümesiyle ilk yirmi dakika hemen dikkatimizi çekip meseleyi önümüze koyuverdi. Aşk Doktoru Taylan’ın telkinleri yüzünden düğün günü kaçan, müstakbel gelin Asuman nedeniyle Fırat’ın, Taylan’a duyduğu büyük öfkeye yaslanıyor hikâyenin çıkış noktası. Neticede intikam adına sözde yaşam koçunun sevgilisi Naz Soyluer’ i kendisine âşık etmek için bir “aşk oyunu” planlayan Fırat’ın, Naz’ın Fransız restoranında şef olarak işe girmesiyle başlıyor öykü. Malum aşkla oyun olmaz, karakterlerin bunu zor yoldan öğreneceğine şüphe yok. Bu noktada dizinin, iki klişeyi daha tersine çevirdiğini görmenin çok eğlenceli olduğunu söylemeliyim. Esas kızın sevgilisi var ve klasik aşk üçgeni Fırat’ın müdahalesiyle ters yüz olacak! Diğer yandan  “yakın kız arkadaş Şebnem” in esas kızın tarafını tutmak yerine,  Fırat’ın yanında durmayı tercih ederek oyuna ortak olması da sevdiğim diğer bir dokunuş olmuş.

Castta da yepyeni yüzler görmek beni mutlu etti, hatta bunun hikâyeye büyük artı sağladığını düşündüm, özellikle Serra Arıtürk’ü çok beğendim. Oyunculukların abartıdan uzak olması, benim bu türde hoşlanmadığım aşırı hafifliği ve basitliği de yok etmiş. Elbette karikatür tiplememiz var yine doğrudan totale yönelik ancak Gülendam’ın da ayakları yere basan Fırat, Naz, Şebnem ve Taylan arasında fazla göze batmayacağını düşünüyorum. Hikâye karakterlerin geçmişini saklı tutup yavaş yavaş ilerlediği için merakı da diri tuttu. Bu yüzden atmış olduğu düğümleri sakin sakin açmayı seçmesini olumlu buldum. Ayrıca bölüm sonunda harika bir hamleyle olayı Fırat’ın tepkisinden Taylan’ın tepkisine çevirmesi seyirciyi ikinci bölüme çeken sağlam bir kanca olmuş. Derli toplu temiz bir hikâye var karşımızda sonuç olarak. Ha, hiç mi kusuru yok? Dış çekimlerdeki seslerde yankılanma vardı maalesef ama bu da çözülmeyecek şey değil.G

Geleneksel bir mahalle delikanlısı Fırat. Yolu bir ara Eyüp Şef’in Fransız restoranından geçmiş amma Sultan teyzesinin kebapçı dükkânında karar kılmış. Mutlaka sebepleri var ancak biz bilmiyoruz henüz. Annesini kaybetmiş “Deli Oğlan”, babasıysa kocaman bir soru işareti. Yani zaten yaralı ve eksik… Öfkesi aklına baskın çıkmasıydı hiç bilmediği sularda kulaç atmaya soyunur muydu? Acıyı, oyuna çevirmeye yeltenir miydi? Hiç sanmıyorum. Oyunbaz, kötü bir ruhu yok onun, birkaç hamle sonrasını düşünecek kurnazlığı da. Kendine bir hedef belirledi ve bodoslama gidiyor. Şebnem bu oyunda beklenmedik bir destek olarak kuşku yok, birçok engeli bertaraf edecek. Ancak Fırat terk edilmenin ne olduğunu bilen biri olarak hesapta olmayan bir hata yaptı. Aynı acıyı taa derininde hisseden Naz’ı buldu. Biliyoruz ki oyun gerçeğe dönüşecek ve birbirinin acısını tanıyan iki farklı insan bu ortak noktada birleşecek. Tabii ki Taylan engelini ve Antepli bir gelin için neredeyse adak adayacak Sultan teyzeyi aşabilirlerse. Naz’ın babası Hazım da girerse devreye ki hiç şüphesiz girecektir, şenlik var!

Naz, Fırat’ın deyişiyle çetin ceviz! Kalın duvarları var; bu duvarlar disiplin, mükemmeliyetçilik, ciddiyet ve esnemeyen kurallarla örülü. Masadaki bir leke yahut garsonların ütüsüz kıyafeti tolore edilebilir değil onun için çünkü işine çok saygılı. Naz, Fırat’a kıyasla gizemli bir karakter. Onun gizem örtüsü altına saklanan hastalığı da idealize yaşantısı da hiç fikir sahibi olmadığımız aile geçmişine, anne yokluğuna yaslanıyor muhtemel. Onun kendi başına ayakta durma çabası, hayallerinin peşinden gitmesi, kimseye müdanası olmaması, aile işlerinin başına geçmek istememesi özgür ruhuna dair sağlam ipuçları bizim için. Yalnız bu kadar bağımsız bir karakterin nasıl olup da Taylan gibi her şeyi sahte, kontrolcü bir insana takıldığı; Şebnem bile onun asıl yüzünü görebiliyorken Naz’ın nasıl hissedemediği ilgimi çekti benim. Bunu Naz’ın zayıf karnı gördüm ve sevgi açlığına verdim ben. Zira onun Taylan’ı sevmekten ziyade bir alışkanlığı sürdürdüğü, boşluğu doldurduğu fikri uyandı bende. Taylan ona gerektiği anda, ihtiyacı olan şeyi veriyor ve o da bunu sevgi sanıyor. Fırat’ın hayatına girişiyle bu kurulu düzen şaşıverdi. Karşısında tartışan, kendi fikirleri olan, “rahat” , işinden keyif almayı düstur edinmiş, doğal, akışına, programsız yaşayan biri var artık. Ve o ne kadar reddetse de etkilendiğini; Fırat’ı gördüğü rüyasına onu “saten gecelikle” sokan bilinçaltı, hiç aynı fikirde değil! Naz kontrolünü kaybedeceğini anladığı anda Fırat’ın işine son verdi ve  onun işyeriyle ilgili yalanlarını yakalaması ikinci bir kırılma noktası oldu. Evlenme teklifi alacakken kendisini hiç tanımadığı birinin kollarında bulan Naz Soyluer’in kafasının daha da karışacağını görmek için müneccim olmaya gerek yok. Şebnem gibi bir dostu varken endişe gereksiz, diyor sabır ve kolaylıklar diliyorum, çok ihtiyacı olacak çünkü.

Taylan Bey, namı diğer Aşk Doktoru “Sen sevmeyi bilmiyorsun!”la biten muhteşem(!) tiradını atmasa ne Fırat intikam yollarına düşer ne de muhterem yaşam koçu, “sevgilisi” ni başkasının kollarında görürdü. Ama hayat bu, acısı da var tatlısı da…Tanrıyı oynamaya soyunup başkalarının yaşamlarına, kaderlerine burnunu sokarsan bunun bir bedeli mutlaka olacaktır. Taylan aptal bir sahtekâr mı yoksa zeki bir narsist mi bunu söylemek için biraz erken ama daha ilk bölümde net olarak anladığımız tek şey var: O müthiş bir ironinin içinde yaşıyor ve aslında aşkın ne olduğundan habersiz, sevmeyi bile bilmezken bunun üzerinden iş yapıyor, para kazanıyor! Naz’ı sevmediği, her hamlesini planladığı belli oluşu, başkalarıyla flört etmekten geri durmayışı, sevgi sözcükleri yapmacık bu insanın asıl amacı henüz muğlak ama ondaki “çöp” kokusunu Şebnem bile almışken bir çıkar ilişkisi tahmininde bulunmak abartı olmaz biz seyirciler için. Taylan’ın sinsi bir tarafı var, içten pazarlıklı ve kurnaz. Naz’ın vakıf işini iptal ettirip kendi yamacında iş yapmasını sağladı. Onun kararlarına müdahale etme meyli var ve evlendikten sonra onun çalışmasını istemiyor. Tipik narsist insan tepkileri ve evlendikten sonra ezip değersizleştirmeye kadar gider, bunun ucu. Neyse ki Fırat’la Şebnem destek kuvvet olarak hazırdalar ve hiç farkında olmasa da Naz’ın arkası sağlam. Üç cephede birden çarpışmak zorunda kalacak Taylan’dan esaslı bir kötü çıkar mı çıkar, elinden geleni ardına koymasın!

Kalabalık bir kadrosu var dizinin özellikle de totale göz kırpan mahalle ayağında. Sultan’ı sevdim, hiç geride duracakmış izlenimi vermiyor bana. Ayrıca Antep ağzı cuk oturmuş dudaklarına. Mirza da Şebnem ayağıyla hikâyeye bağlanacak gibi görünüyor buradan da naif bir komedi bekliyorum.

Ben dizinin dünyasını inandırıcı buldum, yadırgamadım. Mekân çeşitliliği özellikle hoşuma gitti. Naz’ın soğuk ve mesafeli dünyasıyla Fırat’ın sıcak ve samimi ortamı iyi dengelenmişti. Reji de derli toplu temiz iş çıkarmış. Sahne geçişleri akıcıydı, gece çekimlerini ayrı sevdim. Kulağıma çalınan müzik tınıları ayırt edici ve akılda kalıcı değildi yalnız, burası biraz üstün körü geçilmiş gibi geldi bana. Günün sonunda firesiz castı ve ilginç hikâyesiyle birçok gruptan seyirciyi çeker kanaatindeyim. Yolu açık şansı bol olsun.

Böyle zor bir zamanda yazan, yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreğine sağlık…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.