Erkenci Kuş 22. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Erkenci Kuş’ta bu hafta komedi giydirilmiş yoğun bir Sanem bölümü izledik. Ceyda’nın ısrarla Can’a yürümesi baştan beri Sanem’i tedirgin ediyordu. Ceyda tempoyu artırdıkça Sanem’in de gerginliği arttı ve biliyoruz ki stresli bir Sanem tek başına 7.0 şiddetinde bir depremin vereceği hasarı yaratabilir.
Bir yandan Emre, öte yandan Ceyda ve hepsinin ötesinde yaklaşan lansmanın üzerine bindirdiği iş yükü, Sanem’in kontrolü tamamen kaybetmesine neden oldu. Güçlü sezgileri, Emre konusunda yanılmıyor elbette. Emre de gerçek rengini sadece Sanem’e belli ediyor. Dürüstçesi ben Emre’nin ileride bir gün pişman olacağını, yaptıklarından çok utanıp “Aman abim, canım abim! Ben ettim, sen etme!” moduna geçeceğini hiç ama hiç düşünmüyorum. Adamın yapısı buna müsait değil. İlk günden beri kaypak, bencil ve sinsi. İçinde bir melek uyuyorsa da bana sorarsanız o, uykuya kıyamete kadar devam edecektir. Öykünün de “engelleyici” olarak ağırlık merkezine giderek Emre’yi yerleştirmeyi hedeflediğini düşünüyorum. Zira Aylin’den, umulan “kötü” çıkmadı. Onun alt metninin oluşamaması, yaptıklarının sadece hırsa bağlanması Aylin’i iki boyutlu olmaktan kurtaramadı. Oysa hikâyenin daha güçlü bir engele gereksinimi vardı. Sanıyorum bu ihtiyaçla Emre’yi odağa çekme durumu oluştu. Kendi adıma, bunun akıllıca bir hamle olduğunu düşünüyorum çünkü Emre’nin gerekçeleri Aylin’e göre daha sağlam. Ancak ondan da ne denli kurnaz ve akıllı bir kötü çıkacağından emin değilim. Sanem’e “Ben seni denedim, bakalım abim için fedakârlık yapabiliyor musun?” yaklaşımı bende bu anlamda soru uyandırdı. Emre, Sanem’i doğru algılayamıyor.
Aslına bakarsanız Sanem, kendini iyi saklayan bir karakter. Herkesin gözünde başka bir Sanem var çünkü. Annesinden, Ayhan’dan tutun da Cey Cey’e, Ceyda ya da Aylin’e kadar kime sorsanız size başka bir Sanem anlatacaktır. Gerçek Sanem’i en yakından tanıyan Can’ın bile bütününü henüz kavradığını sanmıyorum. Onun herkese başka bir “Sanem” sunmayı bilinçli yaptığını düşünmüyorum ama insanlara sadece gerektiği kadarını gösteren bir kadın, o.
Onu en iyi tanıyan Can bile röportajda onu “Çocukluk heyecanlarını yitirmemiş; merhametli, düşünceli, anlayışlı, sağlam karakterli ve zarif” nitelemeleriyle anlattı oysa bizim gördüğümüz Sanem’in çok belirgin iki özelliği daha var: Zeki ve kararlı. Bunlar aslında onun diğer özelliklerini biçimleyen tarafları. Eğer onları fark etmezseniz Sanem; herkesin gözündeki “çocuksu ama tuhaf” kadına dönüşüveriyor.
Can; Ceyda ve Deren başta olmak üzere kadınların hedefinde olduğunun elbette farkında. Hayatı boyunca ilgiye alışık insanların genel tavrıyla da sonuç alamayacaklarının farkında olduğundan bunu umursamıyor ve işin açıkçası Sanem’in kıskançlığıyla çok eğlendiğinden bunun tadını çıkarıyor. Önceleri kıskanç Sanem’in sarsaklıklarıyla alaya eden bir Can Divit görürdük ama zamanla bu, törpülendi. Yaşananların keyfini çıkaran ama izleyici konumunda kalmayı seçen Can Divit’e evrildi. İster istemez olaya kadın bakışıyla yaklaştığım için Can’ın “kıskanılan adam” olmaktan aldığı zevk beni sinirlendiriyor. Ona bu keyfi tattırdığı için Sanem’e de kızıyorum. “Niye buna koz veriyorsun, kızım? Yürü git, ilkokul arkadaşın Sinan mı olur, kapının önündeki güvenlik mi olur, restorandaki garson mu olur birine küçük bir şirinlik yap, sonra çekil kenara sen çıkar, kıvranan Can Divit’in keyfini!” diyorum ama Sanem bu, işte ve laftan anlayacak gibi durmuyor.
Ceyda’ya fırsat vermeme yemini eden Sanem, asıl sorumluluğunu unutuverdi. Umursamazlığının yol açtığı hata, ciddi bir krize yol açtı. Kim ne derse desin, Deren’in tepkisine yerden göğe hak verdim, ben; her ne kadar altında Sanem’i kıskanması yatsa da ona âşık bir patronu olmasa Sanem, bu kadar şanslı olabilir miydi, sanmam. Şirketi zor duruma düşürdüğü için üzülse de ben Sanem’in yeterli pişmanlığı yaşadığını da düşünmüyorum. Can’ın bir şekilde arkasını toplayacağından çok emin olduğundan üstelik yaratıcılığı sayesinde kendini vazgeçilmez saydığından anlık bir üzüntü dışında hatasını sorgulamadı bile. Lansmandaki başarısı da egosunu birkaç beden yükseltti, açıkçası ben olsam Sanem’in buradan sağlam bir darbe almasını ve ayaklarının yere basmasını sağlardım. Hayatı sadece aşktan ibaret görmek ve bu uğurda her şeyi ihmal etmek on beş yaşındaki ergen bir genç kız için tolere edilebilir olsa da yetişkinler dünyasında bedeli ağırdır ve Sanem Aydın’ın da o bedelle bir yüzleşmesi gerek. İçimdeki iş insanı Sanem’e sinirlense de Ceyda konusunda, kadın tarafım bütünüyle ondan yana.
51 yapımı, çok özel ve harika(!) fotoğraf makinesini müzayedelerden alacak ekonomik güce sahip değil Sanem (Bu arada Ceyda’nın “Bi’ gün lazım olur” mantığıyla müzayedelerden parça toplamadaki öngörüsüne de şapka çıkardım(!)) fakat Can’ı yuvasında hissettirme ve iyileştirme gücüne sahip, o. Can için nesneler ne denli özel olursa olsun “harika” denip bir rafın üstüne yerleştirilecek objeler sadece. “Hem benim olup hem bende olmayanı arıyorum.” diyen Can’a aradığını sadece Sanem’in kokusu verebilir çünkü “maskesiz” bir kadını sadece o koku, sunabilir ona. Ceyda ve Çaki suratlı ikizinin de Deren ya da Aylin’in de asla anlayamayacağı “tuhaflık” tam da bunda gizli.
Emre ipleri eline alıp Sanem’i saf dışı etmeye çalışıyor ve anlaşılan olay, bu noktadan yürüyecek. Sanem’e “Abimi bırak!” diyerek vurguladı, hedefini; işe yaramadı. Lansmanı kullanmak istedi yine başaramadı ama eninde sonunda başaracaktır. Şu an Sanem ve Can arasında her şey yolunda görünüyor. Oysa romantik komedi janrının kuralıdır. Sevgililerin aşklarının sınanması için ayrılmaları gerekir. Ayrılıkta aşklarını güçlendirip mutlu sona ulaşırlar. İşte tam da bu nedenle Emre’nin bir biçimde onları birbirinden koparacağını tahmin ediyorum. Yalnız, daha önce de Aylin’le Sanem’i Can’dan uzaklaştırma planı yapmışlardı ve Fabri’ye bir doğum günü partisi düzenletmişti, Aylin. Bu kadının şu ana dek başarıya ulaşmış herhangi bir planı olmadığından ona güvenmek ne kadar doğru bilemedim, valla. O zaman da fena patlamıştı, lansmanda da yarı yolda kaldı. Hayır yani, nasıl bir zekâ “görsel hafızası” ile bilinen bir kadının işine suikast düzenlemek için bilgisayardaki görselleri yok eder? Üstelik de bunu akıl ettiği için kendisiyle gurur duya duya ve şişinerek yapar? Kendi çapsızlığını da rakibin gücünü de algılayamamak bu olsa gerek!
Baştan beri her fırsatta “Her şey beynimde!” deyip durdu Sanem, ancak görsellerin silindiğini fark ettiği anda doğal olarak bir şaşkınlık da yaşadı. O an içimden “Can’ın gözünün içine bak Sanem, sadece o var salonda ona anlatıyorsun, hadi kızım!” diye taktik veriyordum ki beni duydu ve içindeki “saklı” Sanem açığa çıktı. O kadını durduramazsınız; hanımlar, beyler! Çünkü o garip tavırları olan “tuhaf çocuk” değildir; bilen, her şeye hâkim ve bunun verdiği güvenle herkesi etkisi altına alabilecek, çok çekici bir kadındır, artık. Nitekim gerek konuşmasıyla gerek görünüşüyle çok etkileyici bir sunuma imza attı. Bu arada söylemezsem olmaz, çok şık ve çok sofistike bir Sanem yaratılmış, kıyafet ve makyajla. Elbette Sanem tarzı bir kadının günlük hayatta Aylin ya da Leyla kıyafetleriyle dolanması beklenemez ama spor giyim, sakil giyim de değildir. Keşke orada da “Sanem ruhu” korunsa ve Sanem’le bütünleşmiş farklı bir kostüm anlayışı görebilsek.
Aylin’in yine çok gerçekçi ve başarılı(!) planıyla Sanem tuvalete hapsedildi. Amaç: Sanem’i ekarte edip Ceyda ile Can’ın arasını yapmak… Sanem’in ne yapıp edip oradan çıkacağını ve Can’ı, Ceyda’nın pençelerine bırakmayacağını bilmeleri elbette mümkün değildi ve plan tersine dönüp Sanem’i Can’ın kucağına attı. Üstelik de başta “Biz arkadaş kalalım” diyen kendisi değilmiş gibi “Ben bu arkadaşlık oyunundan fazlasıyla sıkıldım” itirafı yaptırdı Can’a (Valla Can ağzına sağlık, ben deeee diye yürekten destekledim seni) ve Sanem’in “Hangi sıfatla yanında duracağım?” sorusuna ilk kez bu kadar netleşip “Sevgilim olarak…” dedirtti. “Arkadaşlık” manasızlığının bitmesine deli gibi sevindim de “Çok muhabbet, tez ayrılık getirir.” sözü de yankılanıyor beynimde. İki sıçrayışında başarılı olamayan Emre çekirgesi, üçüncüde ne yapacak, merakla bekliyorum.
Başlarken bu bölüm için “Sanem bölümü” oldu demiştim. Demet Özdemir de bölümün hakkını sonuna kadar verdi, Allah için. Kıskanç, sarsak ve komik Sanem’de ayrı; röportaj sahnesinde ayrı iyiydi ama lansmanda, sahnedeki Sanem’e ben apayrı bayıldım. Can’la gözleriyle konuşmaları, sahnenin hâkimiyetini sırtlanışı ve kendinden emin tarzı o kadar iyi yüklenmişti ki Demet Özdemir spor salonunda temizlik yapan kızdan buraya nasıl geçtiğini düşünmeden edemedim. Ardından tuvalet penceresindeki Sanem’in şirinliğine bir başka vuruldum. Sıkışıp kalmanın çaresizliğini, sakin ve akılcı olabilmeyi, “ünlü” psikolojisindeki o şımarık yanı çok akıcı ve doğal yansıtmayı bildi hele “Genelde hafta sonları tuvalet penceresine sıkışırım ben!” repliğine kalbimi bıraktım. Repliğin kendisi başlı başına güzel ama söyleyişteki sempatiklik ayrıca çok iyiydi.
O sahne bende sıcacık bir doğaçlama etkisi uyandırdı. Öyle mi, değil mi bilemem fakat o kadar akan, o kadar doğal ve o kadar sıcak bir sahneydi ki Demet Özdemir’in de Can Yaman’ın da oynarken ne kadar eğlendiklerini ve nasıl keyifle sahneyi götürdüklerini ekran başında hissetmemek mümkün değildi. Sanem de Can Divit de öyle doğru ellere teslim edilmiş ki…
Sevgili Can’a gelince bu hafta söze Deren’le sahnesinden başlamam gerek. Deren’in her zamanki feveranını duyup pek de ciddiye almayan Can’la girdik sahneye. Sanem’in hata yaptığını fark edene kadar da aynı ilgisizliği sürdürdü tavrında Can. Deren, Sanem’i azarlarken hareket hâlinde, sakalıyla oynayan bir Can Divit gördük çünkü o an kendini ortamdan soyutlamış ve çözüm arayışında bir adamdı, o. Ardından Deren’in öfke kusmasını sabırla bekleyişine geçtik ama konu uzayınca “Yeter Deren!” dediği andan itibaren bambaşka bir oyun gördüm, ben. Gözlerine mesafeli bir bakış gelip oturdu, bedenini geriye çekip mesafeyi arttırdı ve konuşma, sesini yükseltmeden çok keskin bir hâl aldı. “Şu an çözüme odaklı, faydalı bir şey çıkmıyor ağzından” derken bir insan azar tonu kullanmadan nasıl silkelenir milim milim gördüm. İş hayatımda benzer cümleyi milyon kez söylemek zorunda kalan biri olarak o an fark ettim niye Can Divit kadar etkileyici olamadığımı. Çünkü o cümleyi kurarken ben, aslında çok gergin ve çoğu kez panik oluyorum ve bu beden dilime geçiyor. Oysa Sevgili Can, Can Divit’ten o gerginliği ve paniği silmişti. Çok etkileyiciydi çünkü çözüm odaklı düşünmüş ve kafasında olayı çözmüştü. Ardından Can’ın lafını kesen Deren’e “Bi’ izin verir misin, Deren?” derken, ona hitap ediyor ama ona hiç bakmıyordu çünkü koyduğu mesafenin karşı tarafça net algılanmasını bekliyordu. Amacı, Deren’i kendine getirmekti ve bunu olabilecek en etkileyici kılıfa sokmuştu. Bu defa yaptığına şapka çıkarmakla kalmayıp gidip Sevgili Can Yaman’dan ders almayı planlamaktayım. Nasıl yapıyorsan bana da bi’ öğret, gözünü seveyim Can!
Bu hafta bayıldığım ikinci sahnesi de elbette final bölümüydü. Tuvalet penceresinde Sanem’i sıkışmış gördüğündeki şaşkınlık, anlık bir mimikle gülümsemeye, oradan dalga geçmeye döndü. Tam anlamıyla işin gırgırındaydı ve bunu en sempatik yanını ortaya çıkararak vurguluyordu ki bir anda sahnenin atmosferini bakışıyla değiştirip ağır bir romantizme çeviriverdi. Sanem’in “Ne sıfatla?..” sorusuna cevabı sesinden önce bakışlarıyla verdi ve ben o bakışta Can’ın Sanem’e bütün aşkını tüm derinliğiyle gördüm. Orada “sevgilim…” repliğiyle özetlese de “benim olan ama bende olmayan” dediği her şeyi gözleriyle Sanem’e tek tek dillendirdi. Komediden romantizme, öfkeden aşka; aşktan kırgınlığa o kadar mükemmel geçişler yapıyor ki duygu, tam da böyle somutlanır diyorum her defasında. Emeğine, aklına ve o güzel yüreğine sağlık Sevgili Can!
Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde yükün büyüğünü omuzlayan herkesin eline, emeğine sağlık.