Yazar: Sinem ÖZCAN

Haftalardır 40. bölümün Erkenci Kuş için bir “yeni başlangıç” olacağını biliyorduk. Öykünün getirildiği noktadan nasıl çevrilip tekrar rayına oturtulacağı herkes gibi benim de en büyük merakımdı. Geçen bölümü bir sezon finali mantığıyla kapamış ve bu hafta için heyecanla geçmiştim ekran başına. Uzun soluklu işlerde zaman atlaması genellikle problemlidir. Anlamsal ve kurgusal olarak çok iyi bağlanması ve izleyiciye atlanan sürecin bir şekilde doğru sezdirilmesi gerekir, aksi takdirde kopukluk oluşur ve bunun giderilmesi de sıkıntılı olur. Ancak Erkenci Kuş’ta çok akıllıca bir yöntemle oyuncularda imaj değişikliğine gidildi. Bu yenilik hissini vurgularken seyredenleri de değişime hazırladı. Kendi adıma hem Demet Özdemir’in hem Can Yaman’ın yeni imajlarını çok beğendim. İkisi de bana biraz Kızılderili havası verdi; çok otantik ve özgün olmuş ama ondan da mühimi ikisinin tarzları birbirlerine yakınlaştırılıp hoş bir kombin yapılmış.

Zaman atlamasının vurgulandığı bölüm girişi, “yeni” bir öykü izleyeceğimizin ipuçlarını kusursuz verdi. Bir önceki bölümden tam bağımsız sanki dizinin uzantısı bir sinema filmini izliyormuşuz havasıyla girdik hikâyeye ve uzun süre hafızamdan silinmeyecek enfes bir sinema sahnesi izledim ben. Eski bir Yeşilçam filmi göndermesiyle Sanem & Can aşkına nostaljik bir havayla selam çakılmıştı. Hele filmin adının Kötü Kral oluşu Sanem’in gözündeki ilk Can’a götürdü bizi. Bilet kuyruğundaki sahnenin vaktiyle Fabri’ye anlatılan tanışma hikâyesine birebir uyumu sadece Can’ı değil beni de olduğum yerde kilitledi. “Koku” dinamiğinin geri dönüşünü bayılarak izledim hele hele o bomboş salonda apayrı yerlerde birbirlerinde kaybolan ikiliyi hayranlıkla izledim. Sahnenin duygusu, atmosferi ve kurgusu harikaydı hele hele renklerine bayıldım; itiraf ediyorum, o sahneden sonra kendime gelip bütüne adapte olmam bir hayli zaman aldı.

Tesadüfen aynı havayı soludukları sahil kasabasında bir türlü karşılaşamasalar da unutulduğu köşeden sonunda çıkıp gelen Remide Hanım ve nihayet yurda dönen Aziz Bey sayesinde İstanbul’da bir araya gelmek zorunda kaldılar.

Can, geçmişte yaşananlardan sonra kendini denizlere atmış ve bir tür uzlete çekilmiş. Yola çıkan adamı, yolda denize atmış Can. “Son zamanlarda ben çok kötü bir adama dönüştüm.” dedi, kendisi için: Kaba, aşırı sahiplenici, sert, kıskanç ve zarar veren. Haklı da… Aşk onu çirkinleştirmiş ve bencil bir adam yapmıştı. Deniz, onu kucağına alınca içindeki bütün kiri pası emip en saf hâline dönüştürmüş onu ama deniz de yapsın? Kendinde var olmayanı ona nasıl geri versin? “O adam”ı öldürmüş Can öldürmesine ama artık eksik, artık yarım… Kendine sessiz bir dünya kurmuş, Sanem’den sonra en sevdiğine kaçmış ama “tam” olamamış. İçinde bir yerler ona “git” diyene çok kırgın, dönemeyeceğini düşünecek kadar hem de … Ne var ki o olmadan da “Can” yok. Evet, tekneyi kıyıya çeken yeni bir adam ama o adam Can değil.

Diliyle değil belki ama hâliyle ona “git” diyen Sanem, Can gittikten sonra içi bomboş bir kabuğa dönmüş ve hâlâ “yanıyor”. Küllerini toplayıp onlardan Zümrüdüanka ile Albatros yapmış ama yangın yeri hâlâ tütüyor onun. Bir sığınağa kaçıp kendine kurduğu paralel evrende ayakları üstünde durmaya çabalıyor. Yanmış sayfalarını toparlayıp birleştirmiş ama “yıkılmış hayaller”ini denizin koynuna bırakıyor. Bedeni, zihni ve ruhu iyileşsin diye içtiği her ilaçtan sonra yüreğindeki bir yanığı şişeye koyup denize bırakması öyle dokundu ki bana… İlaçların dermanına sığınan kadın, içinde küle dönenleri, “denizdeki”ne yolluyordu; derdi de dermanı da oydu çünkü.

Dili hâlâ” Git!” diyor Sanem’in ama yüreği “Git desem de gitme!”… Gittiğinde sadece kendini alıp götürmüyor çünkü Can, Sanem’de ne varsa çekip götürüyor. Onun “Can suyu”nu çekiyor damarından ve sadece kabuğunu bırakıyor hâlâ onu yaşatmak için çabalayanlara. “Kızımın bir daha kollarımda kuş gibi çırpındığını görmek istemiyorum, ben.” diyen evladını her şeyden çok seven o babanın yüreğinin hiç anlayamayacağı bir ikilem bu. Bir zamanlar eliyle ikram ettiği sarmaları yiyen adama “Boğazında kalsın!” bakışı atan kadının yüreğinin asla kaldıramayacağı bir ağırlık, bu. Bilemezler ki yarayı açanın, aslında o yaranın tek ilacı olduğunu…

Şöyle bir durup düşünüyorum. “Giden”e mi zor ayrılık “kalan”a mı? Can, onu ele geçiren adamı öldürmüş öldürmesine ama öyle kaçmış ki içine, o derinlikten gün yüzüne nasıl çıkar? Sanem, onu saran yangında neyi var neyi yoksa kaybetmiş. Yeniden nasıl yeşerecek, nasıl çiçek açacak? İkisi de dağılanın kendisi olduğunu düşünerek geçirmiş bir yılı. Can, Sanem’in klinikte yattığını öğrendiğine ilk kez yüzleşti madalyonun diğer yüzüyle ve “Ben ne yaptım?” duygusuyla asıl şimdi tanışıyor. Belki de bu duygu “Git!” diyenden, gitmemesi gerektiğini öğretecek ona.

Teknede elindeki halata gemici düğümleri atan adamı izlerken içimden “O düğümleri sen aslında kendi yüreğine atıyorsun, be oğlum!” diye geçirdim. “Kötü”yü öldürürken “iyi”ye de düğüm üstüne düğüm atmaya öyle alışmış ki ancak bir sabırlı el onları teker teker çözmeyi göze alırsa ruhu özgür kalacak. Can, içindeki bütün fırtınayı sessizliğine yüklemiş, Sanem de hayallerine… Baktığı her yerde Can’ı görmüş, onun hayaline sığınmış, onunla düşler kurmuş. Tedavi, ilaçlar, dostlar onu bu dünyada tutmuş ama o, hasrete yüklediği yepyeni bir anlamla “üç çocuklu, mutlu” ailesinde var olmuş. Aslında bütün yıkılmışlığına karşın Sanem, gerçekten bir Zümrüdüanka. Öldürmeyen acı, güçlendirir kuralı, Sanem’de de çalışmış görünüyor. Eskisinden çok daha dirayetli bir kadın ve başkaları için yaşayan Sanem değil artık, o. “Hayır!” demeyi öğrenmiş ve öyle ya da böyle kendini küllerinden yeniden yaratmış. İçindeki ateş varsın tütsün, onu da Can’ın dökeceği bir avuç su söndürür elbet. Bir yıl önce sadece dillerinde var olan aşk, artık yüreklerini sarmış ve gerçek anlamıyla sevda olmuş. Şimdi ona tutunup ayağa kalkmak ve birbirlerini de kaldırmak zorundalar ki karasevdaya dönmesin.

Can’ın kitaptan rastgele açtığı sayfa, aslında her ikisi için de artık “sözcük”lerin yetemediği anlamı dolduruyordu. “Aslında sözcüklere gerek yoktu. Ben onundum o benim. Bütün dünya oydu…” ve gittiğin yere dünyanı götürdüğün sürece kaçmanın da kalmanın da içi boşalıyor. “Git” de anlamını yitiriyor. “Hoşça kal!” da… Sanem, Can’ın vedasıyla; Can da Sanem’in cümleleriyle aydınlanma yaşadı. Bir kez daha ayrı yerlerde, aynı dünyayı yaşarlarsa bu defa iflah etme şansları yok çünkü. Sanem, Can’ın gidişini durdursun diye aytaşından medet umarken Can, onu uzaklara kaçıran teknenin parçasını söküp atarak “kalma” kararını mühürledi. Bundan sonrası zor, bundan sonrası çetrefil, bundan sonrası özellikle Can için bir büyük sınav daha… Şimdi öldürdüğüne inandığı aşkı hem kendisi için hem de Sanem için diriltmenin yolunu bulmak zorunda.

Masal gibi başlayıp masal gibi bitti, bölüm. Bu güzelliğin içine şimdilik Yiğit gibi bir devedikenini de Hüma gibi bir kötü cadıyı da sokmaya içim elvermedi ama Aziz Bey’le Mihriban’ın henüz ucunu gördüğümüz hikâyelerinden anladığım kadarıyla Hüma’nın zehirledikleri sadece Sanem ve Can değil. Bence onun için artık son hükmün yazılmasının vakti geliyor. Kendi mutsuzluğuna kurban ettiklerinin bedelini ödeyecektir, diye düşünüyorum. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim Emre gibi snop bir adamın parasızlıkla sınanmasını da çok hoş buldum.

Komedisi ve dramı çok iyi harmanlanmış, ana ve yan kahramanların dengesi çok doğru kurulmuş, su gibi akıcı, enfes bir bölüm izledik. Dramın harikulade duygusunun Cey Cey’in “Can Divit” taklidiyle dengelenmesine de ayrı bayıldım. Anıl Çelik, bir kez daha kalitesini konuşturmuş ve Can Divit’i gerçeğinden ayrılmayacak detaylarla çok güzel karikatürize etmiş. Emeklerine sağlık.

Bu hafta bir kez daha anladım ki kurgunun en önemli parçası senaryo… Erkenci Kuş’un yeniden dirilişinde de en büyük pay onun. Öyküyü öyle bir noktadan alıp çevirdi ki Ayşe Kutlu ve ekibi, “hayata döndürmek” dedikleri bu olsa gerek. Tanışma hikâyesinden, Kötü Kral’a; Sanem’in kokusundan, bandanasına ve hatta onun fotoğrafik hafızasına kadar özlediğimiz bütün detaylar onlarla birlikte geri döndü. Eklenen karakterler öyküde kendilerine çok doğru yer buldular ve hepsinden önemlisi duygu yüklü bir Sanem ve Can’la özlem giderdik. Siz hep yazın olur mu Ayşe Kutlu, hep ama hep yazın…

Başta sinema filmi gibi bir bölüm demiştik; anladığım, reji de bütünüyle bu mantıkla düşünülmüş. Başta sinema sahnesi olmak üzere çok başarılı bir reji izledim. İskeledeki Can ve Sanem karşılaşması, gecenin karanlığında teknenin ışıklarıyla yakalanan o siyah – beyaz kare, Sanem’in atölyesindeki sekans ve finaldeki iskele çekimleri harikuladeydi. Hele hele renkler öyle güzel ve ustaca kullanılmıştı ki hayran oldum. Özellikle dram sahnelerinde repliklerin minimalize edilmiş olması ve o planların çekimindeki vurgular tam sinema filmi havasını vermişti, bölüme. Elleriniz dert görmesin Sayın Çağrı Bayrak ve Sayın Aytaç Çiçek.

Yepyeni bir Sanem yaratmış Demet Özdemir, bu bölümle birlikte. İçi boşalmış, dünyayla arasında bir pamuk ipliği kalmış, baştan ayağa “acı” bir kadın; bu Sanem. Öyle sevdim ki bu yeni kadına kattığı yorumu… Sanem’in gözlerine yerleştirdiği boşluk ifadesini, kalabalığın içindeki yalnızlığını ve hüznünü çok nahif ve çok ince dokunuşlarla yansıtıyor, Demet Özdemir. Sanem’in “üç çocuklu, mutlu aile”sini anlatırken hüznü coşkuya çok ama çok güzel bindirdi. İskelede Can’la ilk karşılaması tam anlamıyla nefisti. Sahnenin bütün ağırlığını avcuna alıp alabildiğine yükseltti. Hele final sahnesinde duruşuyla, gidenin ardından boynunu büküp izlemesiyle, gözlerindeki anlamla harikulade bir atmosfer yarattı. Bir yanıyla Belgin Doruk, bir yanıyla Audrey Tautou rüzgârı estirdi bana ve bunu çok ama çok beğendim. O yanmış ve yanmakta olan kadını çok iyi yakalamış ve çok iyi vurgulamış. Emeğinize ve gönlünüze sağlık Demet Özdemir.

Ve Sevgili Can… En sonda söyleyeceğimi en başta diyeceğim: Bana göre, hüzne en yakışan adam sensin! Saçından tırnağına kadar akan hüzün beni büyüledi. O hüzne kocaman bir suskunluk eklemişti. İçinden konuşuyor, kavga ediyor, ağlıyor ve vicdanı sızlıyordu. Sükûtuna bindirdiği karmaşaya ve gürültüye hayran oldum ama ama ama ben en çok sinema sahnesinde Sanem’i izleyen Can’da vuruldum bu hafta ona. Başını ellerine dayayıp özlemle Sanem’i izlediği anı, gözümden inen yaşların buğusunda izledim. Nasıl koyu bir hasret, nasıl güzel bir aşk yüklemişti bakışlarına… Sanem’i sözleriyle sarıp sarmalıyor, gözleriyle okşuyor, gözleriyle öpüyordu. Hani “bakmaya doyamamak” denir ya, hah tam da o işte…

Bir de mutfakta Sanem’i izlediği sahne beni, benden aldı. Babasına su götürmek için mutfağa gelip Sanem’i gördüğünde varla yok arası bir yutkunuş gördüm onda. Kendi minicik, anlamı çok büyük bir jest. Sanem’i gördüğü an, kendini içine çekip yutuyor gibiydi sanki. İç sesi “Yoksa sözcükler mi tükendi?” diye sorduğunda bütün o içi boşalmış sözcükleri aslında kendisinin tükettiğini seziyorsunuz. Artık onun kelimelerle işi yok, anlatıyor o zaten. Zihnindeki, bedenindeki ve yüreğindeki her şeyi o; bakışıyla, duruşuyla ve bedenine yüklediği anlamla kusursuz anlatıyordu. Bir kez daha karar verdim ben en çok ondan sözcüklere dökmediklerini dinlemeyi seviyorum. Emeğine, aklına ve o kocaman yüreğine sağlık Sevgili Can.

Bu hafta öyküye yeni bir renk getirenlere; Aliye Uzunatağan ve Ahmet Somers gibi yeniden aramıza dönenlere de ne iyi ettiniz de geldiniz, diyorum. Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde yükün ağırını sırtlayan herkese bütün kalbimle emeklerinize sağlık, diyorum.

 

 

 

Benzer Yazılar

Sinem için bir cevap yazınCevabı iptal et

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

5 Comments

  1. Anonim 05/05/2019

    Erkenci kuşa bailirim ama çok kus oluyor yaa sanem ve can evlensinler 3 cocuklari olsun

  2. Sinem 05/05/2019

    Filmi izlerken yaşadığım tıkanma ve donukluk yorumunuzla çözülüp, gözyaşına dönüştü en sonunda… Bu yüzden bir solukta okuyamadım ilk kez. Bölümden kaynaklı daha merak ve heyecanla okurken, keşke tüm izleyenler de okusalar diye düşündüm(hiç bir hesabım olmadığı için adresinizi paylaşamıyorum) . Bu arada bunları iltifat için değil, öyle hissettiğim, hissettirdiğiniz için yazıyorum. Demet Özdemir ile ilgili size ek olarak; Sanemle Can´ın ilk iskele karşılaşmalarında „off sen ne yaptin Demet kızım“ dedim ve kaldım. Jestleri (yürürken kollarının aldığı hal kasılma), mimikleri, ses tonu, gözlerindeki donukluk ve boşluk iş ve yakın çevresinde psikolojik tedavi ve ilaç etkisi altındaki bireylerin sıkıntılarını deneyimlemiş biri olarak hafızamdaki resimleri canlanlandırdı, nasıl da örtüştü. Çok etkilendim. Alkışlıyorum. Enfes, ilmek ilmek işlenmiş, boşlukları doldurulmuş, vazgeçilmişleri, terkedilmişleri özenle yeniden dahil edilmiş, ciddiyet, samimiyet dolu, büyük çaba verilmiş, emek dolu bir bölüm izledik. Emeği geçen herkese çok teşekkürler. Tüm ekibin emeklerine sağlık demek çok hafif kalıyor yüreğimde.… Çabalarının değerini bulmasını tüm kalbimle diliyorum. Hoşgeldi ve iyi ki geldi Ayşe Kutlu Öner. Aliye Uzunatağanı da tekrar izleyeceğim iҫin sevinҫliyim. Sizin de emeklerinize ve yüreğinize sağlık. Duygularımıza aracı olduğunuz için de teşekkürler. Sevgiyle...

    1. Sinem ÖZCAN 06/05/2019

      Ben de bu bölümü çok uzun aradan sonra gerçekten çok beğendim. Her detayı ile uğraşılmış, çok özenilmiş ve büyük emek verilmiş bi bölüm. Değerli yorumunuz için de ayrıca çok teşekkür ederim. Gerçekten çok mutlu oldum. Bunları hissettirebiliyorsam ne mutlu bana. Sevgiler...

  3. Zohreh 07/05/2019

    Sizin yorumlariza o kadar alismisim ki her bolum bittikden sonra yorumlarinizi merlaka bekliyorum, cok dikketli okuyorum ve bir diziyi nasil izleyecegimi ogreniyorum. tum parcalara dikket ettinizden okadar zevk aliyorum ki bir daha izledigimde size cok noktada katiliyorum. Benim en cok aklima takildigi Sanem'in o gozlerindeki bosluk belki de daha dogrusu kalbinde ki bosluk du bakdikca icim parcalandi o kadar iyi 1yil ayriligin bedelin gozlerinde ifade ediyor ki takildim kaldim. Onun ayrilik atesi gozlerinde de kalbinde de sonmemis belli ki Demet Ozdemir nasil bu guyuyu yasattin bize harikasin.Sanem'in yuzuyu her an boynunda olmasi ve ona dokunmasi beni hem etkiledi hemde buyuk bir hasret yasatti. Deniz kenarinda ilaclarin ardinda kucuk bir notu suya birakmasi belki sudaki (Can) onlari bir gun okur diye yada su atesi sondurur diye. Can'in denizde dolasdigindan icindeki tum paslar ve sozcukler bitmis yerine suyun sesine suskunlugna alisan bir adama donusup. Can deniz kenarinda Sanem'ile karsilasdiginda ona dokundugunda kalp atisini merak ediyordu sanki her an onu gorunce sadece bakisi'ile ona dokundu ve kokladi.1yil gecmisten sonra huy ve giyinisler ayni hale gelmis ve uyum saglamis. Bakislarindan ayni duyguyu sezdim ben ama Sanem'e gelince o firtanadan once bir suskunluk geldi bana. Ne kadar cabalasada o icindeki yangini sondurememis. Bir tek sey dikkatimi cekdi oda Sanem'in son sahnede elbise deseni allahim ne desem enfes kalbindeki daha dogrusu herseyi Albatross deseni bir elbise onun hatirasi tas yuzuk mukemmel ya ................ Tum ekipde ki herkesin kalbine emegine sagilk. Gorusmek uzere

    1. Sinem ÖZCAN 07/05/2019

      Ufacık bir faydam ya da katkım olabiliyorsa ne mutlu bana! Güzel iltifatlarınız için yürekten teşekkür ederim. Sevgiler...