Yazar: Sinem ÖZCAN

Tatil dönüşü ayağımın tozuyla 5. bölümün başına oturdum, bugün. Hafta içi bölüm reytinglerini görmüş ve çok sevinmiştim. Erkenci Kuş, kuşkusuz, bu yazın en tutan, en sevilen işi. Bunun büyük payı Can Yaman & Demet Özdemir uyumu, tartışmasız ama onun yanında zorlamalara yer vermeden gerçekten güldürmesi, sıcak aile ve dostluk ilişkileri ve en önemlisi dizinin iyi akması izlenme oranın giderek yükselişinin etkenleri. Ritmin ve geçişlerin doğruluğu bütünüyle Çağrı Bayrak rejisinin eseri, elbette. Dizinin yönetmeni olduğunda derin bir “Ohhh!” çekmiştim şimdi kendi içimde haklı çıkmanın keyfini sürüyorum.

Erkenci Kuş, 4. bölümde öyküsünü tam oturtmuş ve açılmaya başlamıştı, bu yüzden 5. bölümü gerçekten merakla bekliyordum. İzledikten sonra ilk yorumum: Şu ana kadar seyrettiğim bölümlerin en keyiflisi olduğuydu. Zor gülen, çoğu espride göz deviren benim gibi “sinir bozucu” bir izleyiciyi güldürmeyi başardıysa aldığı izlenme oranlarını fazlasıyla hak etti demektir.

Can’ın Sanem’i elinden tutup partiden ayrılmasında bırakmıştık 4. bölümü. Bunun doğurduğu krizi “ADAMIM” Cey Cey çok başarıyla ve çok atak bir hareketle çözüverdi. Üstüne üstlük “sinir bozucu” Deren’i de yalanına ortak ederek işi tatlıya bağlamasını ayrıca sevdim. Gerçi işi alıp almamak Can’ı zerre kadar ilgilendirmiyor, biliyoruz da o noktada Deren’in müdahalesini de çok yerinde ve doğru buldum. Can, ani tepkiler veren ve bu tepkilerinin çoğu da duygusal olan bir adam. Aziz Bey, onu şirket yönetimine Emre’den uygun buldu ama bu bir yönetici için büyük zaafiyet aslında. Allah’tan ki mantıksız bir adam değil ve yerinde uyarılara Deren’den gelse bile kulak vermeyi biliyor. Ben baştan beri Can’ın fazla mükemmel olduğunu ve mutlaka onda bir zaaf görmek istediğimi söyleyip duruyorum. Böylesi bana daha inandırıcı gelecek ve Can’ı daha normalleştirecek çünkü. Bu nedenle duygusal kararlar alıp hata yapan iş adamı Can’ı sevdim. Onda kusur görmek çok hoşuma gitti.

Can; şehir hayatını, kalabalıkları ve protokol görüşmelerini sevmeyen bir adam ama babasına verdiği söz, onu zaman zaman buna mecbur ediyor ve her seferinde ilk bulduğu fırsatta, baskıcı havadan kaçıp ruhunu özgür hissettiği gizli köşelerine atıyor kendini. Üstelik bir süredir Sanem’i de sürükleyip götürüyor yalnızlığına… İşte benim için en ilginç noktalardan biri o, Sanem ve Can ilişkisi adına. Yalnızlığına düşkün ve kendileriyle mutlu olanlar beni çok iyi anlayacaklardır: Eğer kurduğunuz dünyaya sığınmak üzere kaçıyorsanız ve o sırada birini kendi rızanızla çekip o dünyaya sokuyorsanız o sizin için çok ama çok özel biridir. Bilirsiniz ki sizi bölmez, bilirsiniz ki onun varlığı sizi kendinizden uzaklaştırmaz ve bilirsiniz ki o, size huzur veriyordur. Aşk; çok sarsıcı, rahatsız edici ve karmaşık bir duygu ama âşık olduğunuz insanda aynı zamanda huzur buluyorsanız aşkın o deli dalgaları geçince yerini sevginin sükûneti alacak demektir ki işte o zaman “hayatınızın insanı”yla karşılaşmışsınız demektir. Can, henüz bilinçli mi bilemem ama şimdilik bunun istemsizce de olsa farkında, bana kalırsa.

Sanem, Can’a kapılmaya başladığını fark etmiş ve o “kötü kral”ın niye peşinden gittiğini sorgulamaya başlamıştı. Can’ı “kötü” bildiğinden ve gördükleriyle yaşadıkları örtüşmediğinden onun karmakarışıklığı çok normal geliyor bana. Can’a âşık olduğunu tam kabullendiği anda öğrendiği “Polen sürprizi” ise bir defa daha sallanmasına ve kurduğu hayalin yıkılmasına neden oldu. Açıkçası ben onun Polen’i öğrenmiş olmasına memnunum çünkü şartlar eşitlendi. Can, “sözde nişanlı Osman”la ne zamandır boğuşuyordu zihninde şimdi Sanem de “görünmeyen sevgili Polen”le aynı karmaşayı yaşamaya başladı. (Belirtmeden geçmeyeyim sözde nişanlının Osman olmasına çok sevindim)

Sanem’in “Polen alerjim var da…” göndermesi kadar Can’ın “O günden sonra onun kokusunun bağımlısı oldum.” deyişine de bayıldım. Oldum olası böyle ufak göndermelerle duyguların ifadesi çok sevmişimdir ama ondan da öte Can’ın duygularını “koku”ya bağlaması benim için ayrıca güzel. Niyeyse “koku”nun diğer duyulardan özel olduğunu hissettim, hep. Daha unutulmaz, daha etkileyici geldi bana. İşte o yüzden de görsel detaylar gibi bir sıradanlığa düşmeden yaratılan bu farklılığı çok hoş buldum.

Sanem de Can da gerek kendi duyguların gerekse birbirlerinin ilgisinin artık çok net farkında. Gel gör ki Osman, albatros ve Polen düğümleri yüzünden yaşadıklarıyla ilgili, zihinlerinde bin bir soru dönüp duruyor. Sanem’i saran Emre ve yalanları dışında da duygusal bir kaos hâkim atmosfere. Öte yandan Can, küçük adımlarla Sanem’in ailesinin içine de sızmaya başladı. Leyla’yı zaten yanına çekmişti. Nihat ve Mevkıbe’yi de yedeğine aldı. Kimseye sezdirmeden dükkânı da kurtardı. Şu an Sanem’e göre eli çok daha güçlü. Beklentim gerçekleşirse “dedikoducu teyze”nin de özel çabasıyla bu sahte nişanlılık işi Sanem’in anne, babasına dek ulaşacak ve o zaman mahalle öyküsüyle ana öykü birbirine sımsıkı bağlanacak. Sanem’in hayatı biraz daha karışacak ama olsun ben onun her şey birbirine girdiğinde saçları diken diken oradan oraya koşturmasını ayrı seviyorum.

Sanem’in zihninde, malum, bir de “Albatros kim?” sorusu dolanıyor. Baştan beri onun gerçeği nasıl öğreneceğini merakla bekliyorum. Can, sonunda dayanamayıp söyledi albatrosun kendisi olduğunu ama kendinden geçmiş Sanem duymadı. İyi ki de duymadı çünkü ben bunu Sanem’in kendiliğinden algılamasını istiyorum. Can’ın “Kokusunun bağımlısı oldum” deyişinden hafif hafif aymaya başladı zaten ve detayları zamanla birleştirip kendi anlasın gerçeği istiyorum. (Kulübedeki dans için “Bana Ellerini Ver” şarkısını seçen arkadaş, senin de yüreğine sağlık.) Albatros = Can aydınlanmasından sonra yaşayacağı şaşkınlık ve duygularının alacağı şekil çok ama çok güzel olacak, bence.

Bölüm finali çok kritik bir noktada kaldı. Can’ın “Eğer istiyorsan ama gerçekten istiyorsan o zaman yanımda kal.” cümlesine Sanem’in “Git, derseniz giderim; kal, derseniz kalırım.” cevabı beni ciddi bir kararsızlığa itti, ne yalan söyleyeyim. O cevabı beğendim mi beğenmedim mi, bilemedim. Çok ağır bir ifade o! İpleri olduğu gibi Can’ın eline bırakan, hatta kendini bütünüyle ona sunan bir teslimiyet… Doğru mu? Sinem kimliğimle bakınca “HAYIR!!!” diye bas bas bağırıyorum. Hayır; birinin eline hayatını, kimliğini ve varlığını koymak, bu kadar savunmasız teslim olmak hiç doğru gelmiyor bana. Öte yandan olaya Sanem boyutuyla bakınca körkütük âşık olduğu bir adama bu duygusunu daha net açıklayabilir miydi? Ona da cevabım hayır! Gönlüm Sanem’in kendi kararını verip “gidiyorum” demesini istiyor, açıkçası çünkü şartlar eşit. Sanem her ne kadar bu oyundan rahatsızsa da Can’dan Polen’e rağmen vazgeçemiyorsa Can da aynı ölçüde rahatsız ve o üstelik de şahsen tanıdığı Osman’a rağmen Sanem’den geçemiyor. Orada o blöfü görür ve giderim ben olsam. Vazgeçebiliyorsa Can Divit vazgeçsin, bakalım! Aklımsa Can’ın Sanem’i anlaması için o cümleyi duyması gerektiğini söylüyor ama Can Divit, sinir bozuculuğunu düşününce onun ilk etapta “Git öyleyse!” diyebileceğini de düşünmüyor değilim. Umarım Sanem, bunu duymak zorunda kalmaz.

Öykünün dışına çıkıp da oyunculuklara zoom yaptığımda, izlediklerimden bir çıkarıma vardım kendimce: Çağrı Bayrak; oyuncuyu baskılamayan, boğmayan ve kendine alan açmasına izin veren bir yönetmen anladığım kadarıyla. Bu aslında iki ucu keskin bıçak. Oyuncunun kapasitesi buna uygun değilse karakteri savurmasına yol açar ama burada oyuncuların bunu iyi sırtladıklarını görüyorum. İnisiyatifi belli oranda oyuncuya bırakınca karakterler ufak dokunuşlarla güzel özgünleşti. Ben giderek daha çok seviyorum Demet Özdemir’i. Hele bu bölüm birçok yerde kahkaha atmama neden olan, onun mimikleri ve tavrıydı. Şaşkın Sanem’den, âşık Sanem’e oradan evin küçük kızı cici Sanem’e; gıcık kız kardeş, afacan arkadaş Sanem’e geçişlerine bayıldım. Hele evde anne babasıyla Can’ı kahkahalar içinde gören Sanem beni benden aldı. Çok doğru vurguluyor onun ruhunu. Görünüşündeki doğallık da Sanem karakteri için büyük avantaj ve bunu iyi değerlendiriyor. Kısacası yönetmenin ona açtığı alanı bence çok iyi değerlendiriyor. Baştan beri, benim Sanem’i bu kadar benimsememde büyük rolü var. Emeklerine sağlık….

Benim için dizinin en izlenmesi keyifli karakterlerinden biri Cey Cey… Anıl Çelik’i ilk kez izliyorum ve ona Cey Cey’de tek kelimeyle bayıldım. Komedi unsurunun onun üzerine yüklenmesi çok ama çok doğru bir karar olmuş. Çok dozunda bir vurguyla yaratıyor karakteri Anıl Çelik. Bir tık aşağısı sıradan, bir tık üstü abartılı kaçacak ince bir ayarı var ve bu ayar sayesinde pek çok sahneyi sırtlayıp götürüyor. Baştan beri en çok güldüğüm ve en çok benimsediğim karakterlerden biri o. Gayreti ve yaratıcılığı için Anıl Çelik’e yürekten teşekkür ediyorum.

Sevgili Can’a gelince (“Yaman” olanı tabi. Allah’ım bu isim eşlemesi çok zorluyor beni ya…): Bu bölüm onun sayesinde Can Divit bütünüyle şekillendi zihnimde. Her boşluğu ince ince doldurmuş yine Can. Bakışların bana çok değişik geldiğini geçen hafta yazmıştım bu hafta ona ilave edeceğim şey “Can Divit bakışlarına” tam anlamıyla hayran olduğum. Sadece bakarak Can Divit’in zihnindeki karmaşayı kelime kelime ekranın diğer yanına geçirmesine bayıldım. Hatta utanarak itiraf ediyorum ilk defa “maço tavrı” bir adama yakıştırdım. Oldum olası nefret ettiğim o tavrı öyle ince ayarlamış ki Can, sinirlenemedim bile. Hele uzaktan Osman’a bakışındaki “Ne geniş adamsın sen kardeşim!” tavrını beynimin unutulmayacaklar köşesine ekledim bile. Sanem’e bakışlarındaki sevgi, Deren’e bakışlarındaki tahammülsüzlük, Cey Cey’e bakışındaki “Bu da böyle n’apalım” kabullenişi… Daha sayamayacağım kadar çok, incecik detaylar ve hepsinin arasında bana göre dans eden Can Yaman ustalığı… Ben onu izlemekten hiç ama hiç bıkmayacağım, bu kesin.

Bakışların yanında bir nüans daha vardır ki onu da çok severim Can Yaman’da: Ses tonunun değişmesi… Çakal İhsan’ı tehdit ederken, normal konuşma ve Sanem’le ilgili ya da onunla konuşurken farklı ses tonları kullanıp durdu. Çakal İhsan’la konuşurken her bir hecesi vurgulu ama çok sakin, tane tane bir tarz, talimatlar yağdırırken hızlanan ama yükselmeyen bir tonlama ve benim en çok sevdiğim, Sanem’le konuşurken kısılan ses ve yavaşlayan ritm… Sadece o konuşma tarzı bile Can Divit’i çok etkileyici kılmaya yetiyor. Sanem’le konuşurken sesine işleyen duyguya vuruldum Sevgili Can, tek kelimeyle vuruldum!

Oyuncu olmanın fizikten fazlasını gerektirdiğini, fiziği tıpkı bir kostüm gibi kullanmanın gerekliliğini hep dillendirdim. Can Yaman, tam da bu nedenle çok özel benim için. Vücudunu, sesini, bakışını ve duruşunu orkestra şefi gibi yönetmesine hayranım ben onun. Bu detaylar için ne kadar kafa yorduğunu çok iyi biliyorum. O yüzden de her şeyden önce aklına, o güzel yüreğine ve emeklerine sağlık Sevgili Can.

Yeni bölümü büyük merakla bekliyorum. Bütün ekibin yüreklerine sağlık.

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.