Erkenci Kuş 7. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
“Kal, dersen kalırım; git, dersen bir daha yüzümü göremezsin!” repliğiyle bitirdik bu hafta Erkenci Kuş’u. İki hafta öncenin rövanşı geldi bir bakıma. Bu kez, seçenek sunan Can’dı ve aynı cevabı aldı: “Gidin!” Valla, ne yalan söyleyeyim ben o “Gidin!”i duyduğumda bir oh çektim içimden. Geçen sefer canımı acıttıydı, Sanem’in Can’a böylesine teslim olması. Hele onun “Git!” deyişi içimi iyice yaktıydı. Şimdi durumu yeniden eşitledik. Bu kez, yüreğini avcuna koyup Sanem’e uzatan Can oldu.
Can, Sanem’e göre çok daha özgür çünkü onun hesap verdiği sadece kendi yüreği var. Şu ana dek herhangi bir hatası ve yanlışı da olmadığından o, duygularıyla kolayca hesaplaşıp sonuca vardı. Ayrıca Sanem’in Cey Cey’le dertleşmesini dinleyip Sanem’in gerçek duygularını da öğrenme fırsatına erişti. Bir tek kamburu Polen’di. Onu da telefonda da olsa “şimdilik” çözdü. (Şimdilik diye vurguladım zira ben Polen’in bu kadar kolay kapatılacağını pek de düşünmüyorum.) Can zaten sonuç odaklı bir adam ve çok net. Kendisiyle hesaplaşmasını bitirdiği noktada da direk Sanem’e yürüdü. Oysa Sanem için olay o kadar basit değil… Her şeyden önce Can’ın Polen’iyle kıyaslanmayacak dev bir “yalan” kamburu var onun. Üstelik Emre’den öğrendiğimiz kadarıyla Can’ın tahammül edemediği tek şey yalan… Güvenini tümden yitirmesine, annesini dahi silmesine neden olacak kadar ağır bir suç onun için. İyice anladık ki Can’ın kırmızı çizgisi bu. Bu koşullarda doğruyu ona söyleyemedikçe Sanem, hep bu yükün altında ezilen, hep tedirgin ve hep duygularını doya doya yaşayamayan taraf olacak. Finaldeki göz yaşları da gösteriyor ki yüreğine taş bassa da o da “şimdilik” Can’a “Git!” demek zorunda. Eğer o anda aksi karar verseydi ben, hayal kırıklığına uğrayacaktım.
Can, daha önce “Git!” dese de uzak duramamıştı Sanem’den. Peki, Sanem uzaklaşabilir mi? Hayır, elbette ama yakında durmak da onu mutlu etmeyecek. Biz bir süre Sanem’in bu çelişkisini izleyeceğiz; yok, yapılacak bir şey. Düğüm tam da “yalan” odağında duruyor çünkü. Sanem’in gerçekleri açıklaması da şu an için mümkün görünmüyor. Aylin yılanı bir noktada haklı: Kadın psikolojisi malum… Aklımız ne kadar doğruyu bilse de yürek onun komutlarını almaz bazen. Üstelik doğruyu söylediğinde Can’ı tümden kaybedeceğine inanan Sanem, şu an buna cesaret de edemez. (Keşke edebilse ama o zaman çatışma kurulamayacak ne yazık ki!)
Sanem, Ayhan’la dertleşirken çok doğru bir yere değindi: “Benim duygularımı biliyor ve benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor.” dedi. Evet, Sanemcim! Sen onu şaşırtmadığın sürece de bu oyunu sürdürecek o. Çünkü hem senin hem kendi duygularının farkında Can. Senin tavrını da “itiraf etmekten korkmak” olarak yorumluyor. Sonuna kadar üstüne geldi, sonuna kadar üstüne gelecek ta ki sen köşeye iyice sıkışıp çıkış kalmayıncaya dek. Sen adamın içindeki “avcı”yı uyandırdın bir kere. O da genetiğinin ona dayattığını yapacak, kaçış yok maalesef.
Bu bölüm, Can’ın Polen’le konuşmasını düşünürken bir ışık yandı kafamda… Bize tanıtılan Can Divit, özgür ruhlu bir adam ve baskıdan, boğulmaktan alabildiğine kaçıyor. Polen’e baktığımızda kendi ayakları üstünde duran, kendi hayatı olan, Can’ı hiç boğmayan ve onun özgürlüğüne dokunmayan bir kadın… Can, o kadına “Yürümüyor işte!” dedi, büyük rahatlıkla ve doğru, gerçekten de yürümüyordu. O zaman, Can’ın istediği bu değil demektir. Bağlardan haz etmeyen adam, şimdi kendi rızasıyla bağlanıyor hem de o bağların kendisinde yaratabileceği Mevkıbe, Nihat ve mahalle baskısına rağmen… Sanem’de olup Polen’de olmayansa sıcaklık ve doğallık. Polen’in kontrollü ve dengeli tavrına karşılık Sanem’in coşkulu sarsaklığı, içtenliği Can’ı kendine çekiyor. Tam da bu yüzden aklı başında bir Can’ın Mevkıbe ve çetesini görünce 180 derece dönüp kaçması gerekirken onlara rağmen değil, onlarla bir Sanem’i tercih ediyor. O zaman durup düşündüm Can’ı uzaklara, dünyanın bir ucuna savurup atan etmeni… Belki de özgür ruhu değil onu oradan oraya savuran… Belki de arayışı… Annesinden, kardeşinden ve çevresinden bir türlü doya doya alamadığı sıcaklığı arayışı… Ona iki ay bakan yaşlı bir kadında bulmayı ümit ettiği, taşlarla içini ısıtmaya çabaladığı bir üşüten yalnızlığı var onun. Sanem şimdilik bilmese de işte tam da bu yüzden Can, istediği kadar “Bir daha yüzümü görmeyeceksin!” tehdidini savursun; kopup gidemez ki yüreğinin ısındığı yerden. Yalan onun güvenini yok ediyordur, doğru ama yalandan yalana, söyleyenden söyleyene de fark var. Sanem’in yalanını öğrendiğinde çok büyük bir deprem yaşayacak kabul ama söyleyen Sanem olunca üstelik gerekçesini de öğrendiğinde istese de bağlarını bir kez daha koparıp gidemez Can.
Can’ın elinde Milena’ya Mektuplar’ı gördüğümde üstelik de ikisinin de “en sevdiği kitap “ olarak geçince düşündüm. Milena’ya Mektuplar’da en sık geçen sözcük, dolayısıyla duygu “korku”dur. O duyguyu alıp Can ve Sanem’e uyarlayınca çok başka yerlere gittim. Sanem’in korkusunu biliyoruz. Söylediği yalan yüzünden Can’ı kaybetmek ve onu bütünüyle kırmak… Ya Can’ın korkusu? Bence onunki de yalnız kalmak… Yalnız olmak değil, yalnız kalmak… İlki tercihken ikincisi terk edilmişlik barındırdığından mı bilmem ama onda bir üşüme, bir endişe ve bir çaresizlik sezerim ben. Emre’nin düşündüğünün tam aksine avcuna konan(!) fırsatlar Can’a yalnız olma, özgür olma şansı sunsa da o, içten içe yalnız kalmaktan korkuyor ve Sanem’in varlığı belki de çok uzun zaman sonra onu bağlanmaya hazır hâle getiriyor. Kitabın bir yerinde Kafka, Milena’ya “Milena bana yardım et; söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla!” diye âdeta yalvarır. Can da hâl diliyle Sanem’e aynı çağrıyı yolluyor aslında. Sanem, söyleyebildiklerinden fazlasını anladığı gün, yalanı itiraf etmeye hazır olacak diye düşünüyorum.
Bölümün içinden komediyi ve diğer karakterleri çekip çıkardığınızda böylesi çok ağır bir duygu kalıyor geriye ama gerek Sanem’in hâli gerek Cey Cey ve gerekse her geçen gün daha da sevdiğim Mevkıbe, ortamı yumuşatıp boğmadan tatlı tatlı duygunun bana geçmesini sağlıyor. Bu hafta da bir yandan öğrendiği sırrın ağırlığı altında ezilirken diğer yandan Ayhan’la yakınlaşmaya çalışan Cey Cey’e de Aysun yüzünden delirip çığrından çıkan Mevkıbe’ye de çok güldüm ama en çok güldüğüm yer “hayalî nişanlı”sıyla konuşurken çalan telefonuyla kalakalan Sanem oldu. Bir insan bu kadar da bahtsız olmaz kardeşim. Tam kendini kaptırmış “Osman”la konuşurken Cey Cey arasın, evden bin bir zahmetle tüyerken Can’ın kucağına düş, o da yetmesin Hilmi evden kaçacağım diye seni duvara yapıştırsın. Ne diyeyim, Allah kimseye Sanem şansı vermesin…
Sanem, Can’la; Mevkıbe, Aysun’la; Cey Cey de Ayhan’la uğraşırken Aylin bu hafta biraz gözden kaçtı. Emre, sonunda aklını başına toplayıp Aylin’den yakasını kurtarma girişiminde bulundu ama bunun düşündüğü kadar kolay olacağını sanmıyorum ben. Sezgilerim beni yanıltmıyorsa Emre, Aylin’in ikinci tercihi. Hemen herkes gibi Aylin’in de önce Can’ın peşine düştüğünden ama ondan umudu kesince ağına Emre’yi düşürdüğünden şüpheleniyorum ben çünkü Sanem’in Can’a âşık olduğunu anlayıp da Can’ın Sanem’e ilgisini fark etmemek ancak görmek istemeyen bir kadının tavrıdır. Can’ı elde edemeyen, Emre’yi de elinden kaçırma tehlikesi bulunan Aylin, bana sorarsanız pimi çekilmiş bombadır. Bu noktada ne yapar ne eder Emre’yi bırakmamak için direnir ki öyle de yaptı ama bununla da yetinmez kendini sağlama almak için adımlar atar. Sanem, Aylin’in çok fazla önüne çıkmaya başladı. Aylin düşündüğüm kadar akıllıysa Sanem’i ortadan çekmeye kalkışmalı ya da en azından onu bir biçimde tedirgin etmenin yolunu aramalı. İçimden bir ses “Polen’i acaba İstanbul’a gelmeye ikna eder mi? “ diyor ama çok da emin değilim. Emin olduğum tek şey, Aylin’in pes etmeyeceği. Hele hele Emre’yi Leyla’nın ellerine öyle kolayca hiç bırakmayacağı. O kadını görmeye tahammülüm bile yok ama ne yazık ki o olmadan da çatışma ilerlemeyecek.
Bu hafta yine çok keyifle izlediğim bir bölüm oldu Erkenci Kuş’ta. Pencereden atlayıp kaçmaya çalışan ya da havuz başındaki yengeç Sanem’i çok beğendiğim gibi; Hilmi’yi hırpalayan, Sanem’e şirinlikler yapan ya da Deren’e tahammül etmeye çalışan Can’a da bayıldım ama ben Can Yaman ve Demet Özdemir’e bu hafta en çok final sahnesinde vuruldum.
Can, Sanem’i köşeye sıkıştırdıkça gözleri dolan ve dudakları titreyen; çaresizliği gözlerinden okunan Demet Özdemir, bence sahnenin hakkını fazlasıyla verdi. Sanem’in acısını ekranın diğer tarafına olduğu gibi geçirdi. Hele o “Gidin!” deyişindeki duyguya bayıldım. Can Yaman’la enerjileri çok iyi tutuyor ve bu duygusal sahnelerde çok net ortaya çıkıyor. O sahnede birbirlerini ezmeden çok doğru bir tonlamayla bence bölümün en etkili sahnesini çıkardılar.
Sevgili Can’a gelince final sahnesine değineceğim ama bu bölüm beni ondan önce ilk sahnede çarptı. Sanem’in yaralandığını gördüğü andaki duygusu, o dokunuşlardaki şefkati hele hele Hilmi’ye saldırdığındaki öfkesi ardı ardına ama çok birbirini bütünleyerek yansıdı. Ben o sahnede en çok ellerinin Sanem’in başına dokunmaya kıyamayışını sevdim. Sevdiğinin eline batan diken, insanın yüreğini kanatır ya, Sevgili Can bu kez o duyguyu bakışla değil dokunuşla geçirdi bütünüyle. O Sanem’in başına dokunamadıkça ben ekran başında onunla aynı acıyı yaşadım.
Beni bu hafta alıp götüren Can Yaman oyunculuğu, az önce sözünü ettiğim final sahnesinde geldi, asıl. O sahnenin başından sonuna her detayına vuruldum ama iki yeri var ki bambaşkaydı. Sanem’e “Bak, bunun şakası yok!” derken repliği öyle bir vurguladı ki o sözler ağzından çıkamadı. Sanki söylemezse gerçek olmayacakmış, sanki söylemezse gitmesi gerekmeyecekmiş gibi bir duraklama bir zorlanma ve bir söyleyememe… Ardından Sanem’in “Gidin!” sözünden sonra bir an kalıverdi öylece vücudunda hareket eden tek yer parmakları… Hani kendinizi kontrol etmekte zorlanırsınız, hani beyninizden yüreğinizden binlerce şey aynı anda geçiyordur ama siz donar kalırsınız ve huzursuzluğunuz sizden izinsiz dışa vurur ya Sevgili Can’ın da o sahnede bütün huzursuzluğu parmak uçlarından döküldü. Daha önce onda hiç görmediğim, belki de hiç dikkat etmediğim minicik bir hareket bu ama içinin kaynamasını öyle bir çıkardı ki ortaya bir kez daha “İşte bu!” dedim. Dolan gözlerini Sanem’den kaçırmak için çevrilen başı, o gözlerin bir anda sulanması zaten beni benden aldı. O kadar ufacık detaylarla öyle vurgular yapıyorsun ki Sevgili Can, ben senin oyunculuğunu bayıldığım bir dansı izler gibi seyrediyorum. Hiçbirinin rastgele olmadığını, hepsine kafa yorduğunu da çok iyi biliyorum. O yüzden de hep aklına, yüreğine ve emeğine sağlık diyorum.
Haftaya görüşmek üzere; yazan, yöneten, canlandıran ve set arkasında büyük yük çeken herkesin emeklerine yürekten teşekkür ederim.