YAZAR: Ayça AKMAN

“Bozkırda bir Anadolu masalı” mottosuyla yola çıkan Gönül Dağı, tanıtımlarını ilk gördüğümde değişik bir iş olacağının işaretlerini vermişti. Mustafa Çiftçi’nin öykülerindeki kahramanlardan esinlenen senaryo yakaladığı anlatım diliyle bu sezon beni şaşırtan ikinci iş oldu.

Aslında komedi damarına çok da yakın duran bir seyirci değilim. İşlenmesi çok zor, kolayca basitleşebilecek, iyi örnekleri yok denecek kadar az bir tür olması elbette bunun en büyük sebebi. Gönül Dağı’na bu yüzden ilk başta bir parça mesafeli yaklaştığımı saklayamam, biraz da bundan belki olumlu anlamdaki şaşkınlığım!

Anadolu bozkırının ortasındaki Gedelli’de yaşayan, hayal kurmayı dedeleri ciritçi Abdullah’tan öğrenmiş, yürekleri de hayalleri kadar büyük üç kuzenin hikâyesi sunuluyor bizlere. Mucit beyinlerini muzip yürekleriyle buluşturan amcaoğulları, yöre sakinlerinin aklına yaramazlıklarıyla isimlerini kazırken aslında gelecekte nasıl anılacaklarının da yolunu yapıyorlar ister istemez. Kimsenin ciddiye alıp inanmadığı Taner, Veysel ve Ramazan’ın yokluklar içinde arıların uçuş sisteminden esinle yaptıkları uçak “66”, her biri için hayallerine açılan bir kapı görevi görüyor. Veysel düğün borcunu kapatıp rahat bir hayat sürmek, Ramazan belediye reisinin kızı Asuman’a kavuşmak, Taner’se gidip de dönmemiş çocukluk aşkı Dilek anısına, gelenler bir daha gitmesin diye o uçak uçsun istiyor! Ağlarını ören kader Dilek’i tekrar Gedelli’ye  gönderince de öykü başlıyor… Bu hâliyle kulağa pek de farklı gelmeyen diziyi bir üst seviyeye taşıyan aslında, metaforlar, tekrarlayan motifler ve  kişiselleştirilmiş nesnelerle kıvrak bir anlatım dili yakalayarak duyguyu seyirciye net olarak geçirmesi olmuş. Gönül Dağı, neredeyse castın masalsı bir parçası olarak öykünün merkezinde duruyor, gözyaşı döküp iç çekerek ne zaman bir âşığın ya da yetimin gönlü kırılsa kopan kayalarıyla, düşen taşlarıyla sarsılarak… Tren, kavuşmaların ve ayrılığın habercisi… Yörenin çocukları hep geride kalan el sallayan olmuşlar, tıpkı Taner gibi. Neşet Baba; bozkırın ruhu, sesi, nefesi… Duyguların eşlikçisi türküler; ne zaman sussa insanlar, onların yerine sevinip onların yerine ağlıyor. Sonra toprak…İnsanla toprak arasında bir bağ var, hiç kopmayan. Memleket o toprak, bazen el sürüp ayak basıp sakinleştiğimiz, Veysel’in yaptığı gibi; sadık yâr, besleyen doyuran, neticede ondan gelip ona döndüğümüz.Ve kitap… Jules Verne’in “Balonla 5 Hafta” kitabı kâh Dilek’in elinden nehre düşüp hayallerle birlikte suya karışıyor kâh uykuya dalan küçüklerin bağrında ortaya çıkıyor. Ve inanmayan onca insana inat balonla Afrika’yı keşfe çıkan üç kâşifin hikâyesi; Taner, Veysel ve Ramazan’ın öyküsüne yaptığı göndermelerle anlam kazanıyor. Replikler manalı, duygulu, gerektiğinde komik. İşlenen aşklar naif. Komedi ayağında basitlik yok. Aksan kulağı tırmalamıyor. Reji akışı hiç koparmadan flaskbackleri öyküye yedirmiş. Evet süresi iki saatin üzerinde, benim için hâlâ çok uzun, temposu da ortalarda hâliyle düştü ancak son yirmi dakika hariç sıkıldığımı söyleyemem. Ne diyebilirim yazan kalemlerin yüreğine sağlık!

Taner, eğer çocukken Dilek’in ağzından onun hayalini dinlemeseydi ve bir gün Dilek tayini çıkan öğretmen annesiyle kasabayı terk etmeseydi, uçak “66” ya her şeyini verir miydi, emin değilim. Uçak kolyesini boynundan çıkarmayan ve pilot olup uçmak istediğini söyleyen çocukluk aşkıyla yaptığı konuşma, onun hayatının dönüm noktası olmuş, başarmak için önüne bir hedef koymuş. Başlarda çok nahif bir motivasyon, uçarak yörenin sınırları dışına çıkıp onu bulma isteği Taner’i kamçılasa da sonrasında yöreyi, gelenlerin bir daha terk etmek istemeyeceği bir yer hâline dönüştürmek amacı olmuş.Tahsili yok, imkânları kısıtlı, ailesine o bakıyor ama içinde hep bir ukde var: “Gelse, bana ne oldun dese ne derim ona?” Hayalinde çok yüksek yerlere koyduğu aşkıyla şimdilik arasındaki en büyük engel de bu! Jeoloji mühendisi Dilek’e uçak için geldiklerini sanarak yaptıkları uçağı anlatan Taner, aslında ilham kaynağına, hayalini armağan etti. Dilek’in onu görmek için evine gelmesi ve geçmişe dair her şeyi hatırlaması Taner’in sevdası için güzel haber ancak onun sadece beş haftası var, bu da bir keşif yolculuğu ve onun pes etmeye hiç niyetinin olmadığı aşikâr!

Veysel ve Ramazan da hayalleri için Taner’in yanındalar, en çok da bir şeyler başarmanın gururunu yaşamak saygı görmek için ki gerçekten sahip olmadıkları yegâne şey bu. Onlar babalarıyla birlikte komik damarın da lokomotifleri aynı zamanda, tıpkı dolmuş şoförü Sefer gibi. Onun aracı Badegül’le iletişimi gerçekten görmelere değerdi, özellikle de”kalbini” söktüklerini keşfettiğinde:)) İki kardeş, Ağıtçı Hüseyin’le düğüncü Muammer’in küslükleri, aralarındaki tezat gülümsetti. Neticede ölüm de hayata dair, hayatı çok da ciddiye almamak lazım. Küslüklerinin bile sebebini hatırlamayan, buna rağmen didişmeye devam eden kardeşler, eşlerini de birbirine düşman etmeye çalışmış, başardıklarını da düşünmüşler lakin aralarından su sızmıyor eltilerin, tıpkı kuzenler gibi. O küslük fazla su kaldırmaz kanımca hele de babaları başlarında dağ gibi dikilirken!

Dede Ciritçi Abdullah’ın hikâyesi en merak ettiğim aks oldu doğrusu. Saf Anadolu insanı, toprak bilgesi dede, torunlarını bozkırın masallarıyla büyütmüş, bildiklerini aktarmış. Gönül Dağı da ondan soruluyor, toprakta yetişen patates de yılkı atları da… Trene el sallatan da o, kendini dağa vuran âşık çobanın hikâyesini anlatan da… Yalnızca çocuklarını barıştırmayı başaramamış, bu da atılan küçük düğümlerden biri olarak öylece duruyor.

İnandırıcı bir dünya kurmuş Gönül Dağı, insanı hemen içine alıveriyor.Tozlu, kuru sarı atmosferiyle rüzgârı bile hissettiriyor. Sarı filtre kullanımı çekimler için çok isabetli bir tercih olmuş, bozkır ruhuna uymuş. Görüntü ve sanat yönetmenliği planlarda ve çekim açılarında hemen kendini belli ediyor, çok beğendim. Mekân seçimlerini ve gece çekimlerini özellikle sevdiğimi söylemeliyim. Türküler de renkler ve çekimler gibi dizinin ruhuna oturmuş. Keşke Taner ve Dilek’in ilk buluşmasında Gönül Dağı türküsünü de duysaydı şu kulaklar! Günün sonunda hiç fire vermeyen oturmuş “cast”ı, masalsı anlatımı ve insanı içine alan atmosferiyle total izleyicisini rahatlıkla cezbedebilecek bir iş olmuş. Yolu açık şansı bol olsun.

Yazan, yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.