YAZAR:Şeyma BULUT

Sefirin Kızı başladığı günden bu yana bana hep bazı duyguları, kavramları sorgulattı. Uzun süreler aşk, sevda, inanç gibi durumları tartıştık burada. Dizide çok büyük değişimler olsa da bu özelliğinden hiçbir şey kaybetmedi, hala her yeni bölümde yepyeni bir duyguyu sorgularken buluyorum kendimi. Bu hafta üstünde uzun uzun düşündüğüm mesele acıydı! Evet, acı. Tıpkı aşk gibi, dostluk gibi bunun üzerine de binlerce söz söylenmiş, şiirler, şarkılar yazılmış, türküler yakılmış. Demek ki acı, her bünyede aynı şekilde kendini göstermiyor. Burada evrensel bir gerçek yok.

İnsanlar da bu duyguyu evrenselleştirmez ama yarıştırır! Evet bizler acılarımızı birbirine emsal göstermeye bayılıyoruz. En popüler sözümüz de şu: “Senin acın, benimkinin yanında ne ki?” Çok yanlış ve sakat bir yaklaşım bu bence. Düşünsenize üç kişi aynı şiddette elini bir yere çarpsa, üçü de çok farklı şekilde hisseder bunu ama belki sorsan üçünün de canı çok yanmıştır. İşte olay tam olarak bu. İnsanlar bu hayatın içerisinde farklı farklı şekillerde sınanıyor, bambaşka acılar yaşıyor ve yaşadıkları ıstırap kendileri için çok yakıcı olabiliyor. Burada kıyas olmamalı bence. Asıl mesele kimin canının daha çok yandığı değil, o yaraların nasıl sarılabileceği olmalı. Ben sarılamayacak yara, dindirilemeyecek acı olmadığına inanlardanım. Sadece merhemi bulunsun yeter, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Bunları söylüyorum çünkü Sefirin Kızı’nda tam olarak bunu görmeye başladık. Sancar da Mavi de aynı gökyüzü altında bambaşka acılarla sınandılar. Biri sevdiğinin ellerinin arasından kaymasına engel olamazken diğeri evladının acısıyla yandı. Hissedilenler, yaşananlar farklı da olsa ortak bir paydaları var: İkisi de yüreklerinden yaralı.

Ah Sancar Efe’m, Ah! İnsan bazen sadece üzülüyor. Öyle bir hayat düşünün ki 18 yaşından sonraki her anı kendisine zehir olsun. Aldığı her nefeste ciğerleri sökülecek kadar koyu bir acıydı onunki çünkü kendi yangının ilk kibritini çakan Sancar’dan başkası değildi. Sevdiği kadına bir kez inanmadı, onun çığlıklarını sadece bir kez duyamadı ama o bir tek hatası onun hayatını mahvetti. Mazide susmayı tercih etmişti çünkü ona öyle öğretildi. Erkek adam acısını mı anlatırmış arkadaş? Olabilir mi öyle bir şey? O böyle görmedi, böyle büyümedi. Bu yüzden yıllarca tuttu içinde biriktirdiklerini, insanlara kulaklarını tıkadı ve asla konuşmadı. Yıllar sonra sevdiği kadına yazık ettiğini öğrendiği an değişmeye başladı aslında. Artık susmuyordu. İçindekileri olduğu gibi dışarı vurabilmeyi az da olsa başarabiliyordu. Yıllar sonra kavuştuğu Nare’yle hayata tutunmuş, mutlu olabilmiş en azından sevdiklerinin yanında o içini kor gibi yakan vicdan azabının sesini susturabilmişti. O içinde vicdanıyla savaşırken de yazık ki etrafında dönen oyunları göremedi ve Nare’nin yavaş yavaş sürüklendiği sona engel olamadı.

Bundan sebep zaten Mavi’nin peşinde perişan olmuyor mu? Hiç tanımadığı bu kadına adım adım çekiliyor ancak asla bu duygunun adını koyamıyor. Aşk, hoşlanma falan değil yani henüz böyle bir şey hissettiğini sanmıyorum. Sancar, zor durumda gördüğü Mavi’nin peşinde çünkü ona yardım etmek istiyor. Bir başka kadının daha yitip gitmesine dayanamaz. Onu bu konu ne ilgilendirir diyebiliriz ama ben Sancar’ı anlıyorum. Nare’si çaresizdi, kimse onu dinlememiş, çığlıklarını kimseye duyuramamıştı. Böyle böyle, yavaş yavaş yok oldu o.Bu seferse karşısında hikayesini asla bilmediği, anlayamadığı bir kadın var ama o bir şekilde onun zor durumda olduğunu görebildi. Ben yaralı insanların birbirlerini kalplerinden tanıdığına inanırım. Sancar kulaklarıyla gerçek hikayesini duymasa da yüreğinden hissetti onun sancısını.

Mavi, evladını kaybeden bir anne. Birçok ebeveyn bu acıyı “erken kıyamet” olarak yorumlar. Ben anne olmadığım için bu konuda ahkam kesecek son insanım ama yetiştirdiğim çiçek öldüğünde bile günlerce kendine gelemeyen bir insan olduğum için, canından bir parça olan çocuğunu kaybetmenin acısını tahayyül dahi edemiyorum. Zaten bu yüzden o kulübede kalmaya tahammül edemedi ya. Eski haliyle olsa belki kalabilirdi ama bir kız çocuğuna inşa edilmiş bir yerde, evladını kaybeden bir anne olarak kalmaya dayanamadı ve eşyalarını topladığı gibi oradan ayrıldı. Bana kalırsa Mavi’nin içinde taşıdığı tek acısı bu da değil. Ben kızıyla birlikte eşini de kaybettiğini düşünüyorum. Onu ilk tanıdığımızda bir şeylerden kaçan bir insan görüntüsü çiziyordu ve ben hala aynı şeyi düşünüyorum. Mavi, kaçıyor ama biri ya da birilerinden değil, kendisinden kaçıyor gibi duruyor. Bu kanıya vardım çünkü bu davranışlarına başka bir açıklama bulamıyorum. Aslında onu ilk gördüğümde eşinden mi kaçıyor acaba diye bir düşünmedim değil ancak bu haftayla birlikte asıl kaçtığının kendisi olduğunu düşünmeye başladım.

Mavi, Bodrum’a ilk ayak bastığından beri ağzında tek bir cümle var:”Benim Kos’a gitmem lazım!” Bu adada ne var? Neden oraya gitmek istiyor? Mavi’nin bu karanlık yolculuğunu biraz aydınlatmaya çalışalım. Sancar ona “Sana ne oldu?” diye sorduğunda asla cevap vermedi, hep gözlerinde derin bir hüznü vardı. Kendisiyle kaldığı anların birinde elinde bir fotoğraf gördük. Üç kişilik bir aile fotoğrafı ve ardından gelen keskin bir kaza sesi. Bu bir araba kazasına benzemiyordu sanki, başka bir şeydi. Fotoğrafa biraz dikkatli baktığımdaysa anne, baba ve çocuğun deniz kıyısındaki bir anılarını gördüm.Mavi, her neye mal olursa olsun o adaya varmayı kafasına takmış vaziyette hatta teknenin arızalı olması bile onu bu yolundan vazgeçiremiyor. O zaman hayatta kalmaya çalışmak gibi bir derdi de yok. Bana kalırsa bu kadın son bir yolculuğa çıkmaya çalışıyor ve içinde taşıdığı o travmanın  ana vatanı da o adadan başka bir yer değil. Biri ya da birilerinden kaçsa, elinde parası olan bir insan vizesini hallettiği gibi çok uzak bir ülkeye gidebilir ama o inatla bu adaya gitmenin derdinde.  Kim bilebilir? Belki o da Nare gibi kendini tamamen yok etmek, geçmişinden acılarından kurtulmak için bütün acılarının başladığı noktaya geri dönmeye çalışıyordur?

Mavi her ne kadar bu yolculuğa çıkmayı kafasına koysa da onu bu yola göndermemeye kararlı sert bir kayaya çarptı: Sancar! Ne yaparsa, yapsın bu engeli bir türlü aşamıyor. Bana kalırsa Sancar’ın neden bu kadar debelendiğini de pek anlayamadı.  Onun gözünde Sancar, yardıma muhtaç bir insana yardım eden, iyi bir insandı ta ki Kahraman’dan destanı dinleyene kadar. Tabii ki Kahraman da diğerleri gibi o hikayenin eksik kısmını bilmediği için Mavi’ye yakıcı ve dehşet verici kısmını anlattı. Bu noktadan sonra Mavi’nin Sancar’ı anlaması, güvenmesi de zorlaştı elbette. “Sen bir kadını yok ettin!” derken gözlerindeki korku değil, öfkeydi. Bu kızgınlığından dolayı onu asla suçlamıyorum. Hangi kadın bakire değil diye nikah gecesi kapının önüne atılan ve intihara sürüklenen bir başka kadının hikayesine sessiz kalabilirdi? Evet hikayenin aslı bu değil ama bilirsiniz, bir şeyi yüz kişi konuşuyorsa ona inanmak da çok kolaydır. Bölüm boyunca “Eğer Sancar anlatırsa Mavi onu anlayacaktır” diye düşündüm ve bence öyle de oldu.

Sancar çok uzun yıllar sonra içinde biriktirdiği tüm acıları hiç tanımadığı bir insana satır satır anlattı. Mavi’nin de tam o sırada evladının acısını Sancar’a söylemesi bana kalırsa bir şeylerin de başlangıcıydı. Peki onların bir şeylere başlamasına izin verecekler mi? Halise Efe gibi kadın varken bunun hiç kolay olacağını sanmıyorum arkadaşlar, üzgünüm.

Halise Efe demişken…İki haftadır sinirden tırnaklarımı kemiriyorum ben ya. Bu kadın ne yapmaya çalışıyor? Daha önce evlatlarının hayatını kontrol etmeye çalıştığında olanlar ortadayken, bir insan hiç mi ders almaz? Dudu’nun Yahya’dan hamile kalmadığını biliyor ama nedense kendilerinden olmayan çocuğu sanki Efeoğlu torunu gibi ilan ettirdi. Sebebi ne biliyor musunuz? Ailelerinin ismi. Efeoğullarından biri kısır olabilir mi? Bu duyulursa neler olur, neler… Koskoca soylu aile bu utançla nasıl yaşar?  Halise’nin bu dünya görüşü iki çocuğunun da hayatını mahvetti ama inatla bildiğini okumaya devam ediyor. Tamam öyle yetişmiş, böyle inanmış olabilir ama bu hayatta tecrübe denen bir şey de var değil mi? İnsan biraz olsun ders almasını bekliyor. Ama yok, asla ama asla ders falan almadığı gibi yine bir sürü oyunu tek başına kurdu. Bir yanda Yahya’yı baba olacağına inandırdı diğer yanda da soyunu bilmediği Mavi’den kurtulmak için Kahraman’la anlaşma masasına oturdu. Daha önce Sancar onu keskince uyarmıştı ama o yine bildiğini okurken bu arada en büyük zararı da kime verdi biliyor musunuz? “Kızım benim” dediği Elvan’a!

Ah Elvan, ah! O kadar üzülüyorum ki ona, o kadar canımı yakıyor ki durumu size anlatamam. Yıllarca kimsesiz yaşamış bir kadın olarak Efeoğlu ailesine öylesine bağlı ki, onları canı gibi seviyor. Sancar ve Zehra’yı çıkartırsak üzgünüm ama ne Halise ne de Yahya bu sevginin zerresini hak ediyor. Onun yeni bir başlangıç yapmasını ben her şeyden çok istiyorum. Yeniden kendisine bir aile kurabilir, birini sevebilirse belki o da anne olabilir. Belki “Anne” diyeceği biri olmaz hayatında ama kendi evladına annelik yapıp, kendi yaşadıklarını onun yaşamamasını sağlayabilir kiiiii bunun için artık umudum da var. Bora’yla olan karşılaşması beni pek bir heveslendirdi. İki renkli kişilikten harika bir gökkuşağı yaratabilirler bence,olur mu olmaz mı bilemem ama hayal de mi kurmayalım?

Elvan’ın bu süreçteki en büyük destekçisi de Sancar olacaktır. Zaten onun hayatı artık üç kadın arasında gidip gelecek gibi. Mavi, Elvan ve tabii ki Melek!

Sancar bir tarafta Mavi’nin sırlarının peşinde koşarken, diğer yanda küçük kızını da mutlu etmeye çalışıyordu. Hatırlarsanız Melek, annesinin mektubunu yırtmış, okumamıştı ama bu tabii ki annesini özlemediği anlamına asla gelmez. O  Nare’yi çok özlüyor. Öyle ki annelik yapmak istediği oyuncak bebeğiyle tanışırken bile, adını Melek değil, Nare olarak söyledi. Ben onun bir başkasını annesi yerine koyabileceğini pek zannetmediğim gibi Sancar’ı da bu hususta çok hırpalayacağını düşünüyorum. Babasının bir başka kadın için üzüldüğünü gördüğünde “Ben sana yetmiyor muyum baba?” demesi, Sancar’ı asla paylaşmak istemeyeceğinin de işareti. İleride işler nereye varır bilemiyorum tabii ki ama Sancar’ı çok sıkıntılı günlerin beklediğini şimdiden söyleyebilirim.

Sefirin Kızı’nda artık yeni bir dönemdeyiz. Evlat acısı çeken ve kaçmak isteyen bir anneyle, sevdiği kadını tek bir hatasıyla kaybetmiş bir adamın yollarının kesişmesini izleyeceğiz gibi duruyor. Bu iki karakterin birbirleriyle ortak noktaları da oldukça fazla. İkisi de acılarının telafisi olmadığını düşünüyorlar. Ayrıca oyuncaklara dahi tahammül edemeyen Mavi’yle,tek varlığı küçük kızı olan , kalbinde hala başka bir sevdanın izlerini taşıyan bir adamın birden bire bir başkasıyla ilişki kurabilmesi de pek kolay olmayacak.

Sancar ve Mavi’nin hikayesi şimdi tam olarak başladı diyebiliriz. Bakalım Sancar kendisini affedebilecek, Mavi de  hayatında bir başka çocuğu kabullenebilecek mi? Bekleyip, göreceğiz.

Bu haftalık da benden bu kadar, haftaya görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.