YAZAR:Şeyma BULUT

Kanunsuz Topraklar benim neredeyse iki yıla yakın süredir beklediğim bir projeydi. Dönem işi olması ve konusuyla merakımı fazlasıyla cezbetmişti. Bir de üstüne Diriliş Ertuğrul‘dan bu yana severek hemen her projesini izlediğim Esra Bilgiç ve Uğur Güneş’in kadroda yer alması sayesinde heyecanla yayın gününü beklemeye başladım.

Kanunsuz Topraklar bir başkaldırı hikâyesi. Davut ve ailesinin adalet arayışını ve 1930’lu yılların Türkiye’sinde yaşananları, düzeni gözler önüne serse de beni sadece iki nokta cezbetti : Birincisi bu kadar doğru olan Davut bunca kötülüğün içinde beyaz kalabilecek mi, ikincisi de akla kara kadar birbirine tezat, bambaşka dünyaların insanı olduğu Gülfem’le yollarının ve dünyalarını nasıl birleşeceği?

Bana romantik diyebilirsiniz ama Gülfem ve Davut’un yollarının kesişmesine sadece aşk hikâyesi olarak bakmıyorum ben, çok daha farklı bir hissiyatım var. Biri dünyaya kuş tüyü yastığından, tertemiz ve güvenli evinden bakarken diğeri nemli, simsiyah, yaşam ve ölüm çizgisi arasındaki karanlık bir maden tünelinden bakıyor. Birinin dünyası bembeyaz, diğerininki katran karası ama dünyada griler de vardır.

Öykünün baş kahramanı olan Davut, kendini ailesine adamış ve hayatı maden ocağıyla baba ocağı arasında gidip gelmiş bir adam. O, alışageldiğimiz beyaz atlı prens ya da ağzında altın kaşıkla doğan bir maden sahibi değil. Tam aksine tüm hayatı boyunca çalışarak evine ekmek götürmüş, tek gayesi de ailesi olan bir adam. Babasından miras aldığı maden işçiliğine devam etse de babasından çok farklı. Önüne konulanla idare etmeyen, hakkını arama cesareti varken bunu da kaba kuvvetle değil konuşarak yapmayı öğrenmiş biri. Bunu anlamak için öyle uzun uzun düşünmeye gerek yok. Gördüğümüz iki detay bu sonuca vardırıyor beni:

İlki sabaha karşı madene giderken babasıyla arasında geçen konuşma… Davut, zam isterken patronun ücreti düşüreceğini öğrenen babası, bunu yapamazlar diyerek patronuna, ekmek verenine hâlâ güvendiğini ortaya koydu. Davut’sa bunun olacağı ihtimaliyle hemen çalışmayı durdururuz diyerek adaletsizlik karşısında boyun eğmeyeceğini göstermiş oldu. İkincisi de maden kazasının ardından jandarmaya ziyarette bulunduklarında Celal’in olay çıkarmasına rağmen Davut’un olanca sakinliğiyle olaya çözüm odaklı yaklaşmasıydı.

Davut kız kardeşi Elif’in ölümüne kadar da aslında hep olması gerektiği gibi davrandı. Jandarma onu Malik Bey’in gücüyle tehdit ettiğinde de ailesinin evden atıldığını gördüğünde de kendini kaybetmedi. Bu kadar sabırlı kalabilmesine hayran mı olsam, böyle bir insan var olabileceğini mi sorgulasam diye düşünürken üst üste yaşanan iki olay gördüğüm kadar da sakin biri olmadığını anlamama yetti de arttı bile. İlki maden ocağında açılmayan demir kapının Murtaza tarafından kilitlendiğini öğrenmesiyle oldu. Davut o ana kadar çok sakindi ancak olayı öğrendiği anda Murtaza’nın üstüne kâbus gibi çöktü. Diğeri de Elif’in Malik yüzünden yolda can vermesi. Babasının ölümüyle yıkılsa da Davut’u esas yıkan, kırmızı kurdele hayaliyle yaşayan, iyileşmek isteyen küçük kardeşinin cansız bedenini kollarında bulması oldu. İşte tam da o andan sonra Davut olması gerektiği gibi değil duygularıyla hareket etti ve  silahı kaptığı gibi Malik’in evine gitti. Bence Davut için milat, o andı çünkü her yerde adaleti arasa da arkasında bir güç yoksa bunu hele de o zamanlarda elde etmesi çok zor ancak Davut’un buradaki hareketinin sebebi adalet değil, intikam. Kardeşinin, evlat acısıyla yanan annesinin, babasının, ölen sekiz canın adaleti için gitti belki de bilemiyorum ama gözünü dahi kırpmadı. Yazının başında sorduğum sorunun cevabı da burada bence. Davut, bunca kötülüğün arasında kirlenmeden, kötüleşmeden kalabilecek mi?

Ben salt iyilik ve kötülük gibi bir kavrama inanmam. Mutlaka herkesin bir kırmızı çizgisi, onu kendi olmaktan çıkaran bir sınırı vardır. Son yaptığı hareket Davut’u kötü biri yapmaz ancak gerektiğinde onun gibi doğru yoldan çıkmamaya çalışan birinin bile istemediği şeyleri gözünü kırpmadan yapabileceğini gösterir. Nihayetinde küçük bir kedinin bile kuyruğuna basınca pençelerini geçirir. Davut’ın kırmızı çizgilerinden ikisini öğrendik: Adalet ve ailesi. Peki ya Gülfem? Onun kırmızı çizgisi nedir? Kardeşleri mi, kalbi mi yoksa vicdanı mı?

Aslında, Gülfem izlerken biraz sinirlerimi bozmadı dersem yalan olur. Aşırı kibirli, dünyayı çiftliklerinden ibaret sanan, gerçek hayatla ilgili en ufacık bir fikri bile olmayan, babasının söylediğini kanun kabul eden bir kadındı. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü minik Elif’in ölümü, sadece Davut’u yoldan çıkarmakla kalmadı, Gülfem’i de bir şeyleri sorgulamaya itti. Halbuki bölümün ilk yarısında “Babam her zaman haklıdır!” düşüncesinde olduğunu, önüne gelen hiçbir şeyi sorgulamadığını düşünmüştüm ama bence Gülfem o kadar sığ biri değil. Sadece bir sebepten – hâlâ tam emin değilim- babasının kurallarıyla yaşamayı ve soru sormamayı kendisine ilke edinerek yaşamış. Bunun sebebi annesi mi yoksa babası mı bilmiyorum ama  altından bir şey çıkacak bence. Aslında derinine bakınca çok da kural tanıyan bir yapısı yok: Malik evden çıkılmayacak dedi, Gülfem çıktı; kasaba yolundan uzak dur, dedi kızı tam tersini yaptı; bir daha Davut ve ailesini konuşmak yasak, dedi Gülfem yine tam tersini yaptı. Yani sözün kısası Gülfem önüne konulanı bu yaşına kadar kabul etse de vicdanını rahatsız eden ya da gerçekten yapmak istediğini düşündüğü bir konuda da babasının küçük kızı olarak kalmayacağının ilk sinyallerini vermiş oldu. Olaylar geliştikçe Gülfem’in sorgulamaları ve kuşkuları da artacaktır. Davut’un yörüngesine tam olarak ne zaman ve nasıl girer bilmiyorum ama çok da uzun süreceği kanaatinde değilim.

Davut ve Gülfem kötü bir başlangıç yaptılar. Davut, Gülfem’in babası yüzünden kendini adadığı ailesini koruyamadı, Gülfem de babasının ölümüne şahit oldu ya da şimdilik öyle sanıyor. Bölüme Gülfem’in “Katil!” haykırışıyla veda etsem de bu hikâyede en zor duruma düşecek olan da yine Gülfem’den başkası değil. Davut doğru olanın, beyaz olanın yanında, etrafındaki herkes iyi ama Gülfem öyle değil. Ne kadar şaşaalı gözükse de başta babası olmak üzere bir bataklığın içinde kalmış bir kadın, o.  Her ne kadar Gülfem şimdilik babasıyla gibi gözükse de Malik, Davut için düğmeye bastı bir kere. Panikle hareket ediyor ve atmaya çalıştığı her adım ayağına dolanmaya başladı. Akıllıca davranamadığı sürece de tek kaybedeceği şey parası ve gücü olmayacak diye düşünüyorum. Bakalım zaman bize ne gösterecek, hep birlikte göreceğiz.

Kanunsuz Topraklar beni kendine çekmeyi başardı ancak taş gibi bir ilk bölüm kotarılmış da diyemiyorum. Konu çok  dağınıktı ve izlerken aşırı derece yordu. Yine de derdi olan, bir meselesi olan hikâyeleri, imkânsız aşkları ve dönemin puslu yapısını çok sevdiğim için yazmak için bu işi düşünmeden seçtim.
Dizinin ekran yolculuğu süresince birlikte olacağız.
Haftaya görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.