Siyah Beyaz Aşk 32. bölüm yorumu
Yazar: Sinem ÖZCAN
Kişisel ekran maceramda hiç unutamadıklarım, hep çok özlediklerim, hâlâ ara ara açıp izlediklerim vardır benim. Bir İstanbul Masalı vardır mesela… “Bir yanım demirden kor, bir yanım aklı selim…” diyen bence gelmiş geçmiş en iyi dizi jenerik müziği, zaman zaman kulaklarımda yankılanıp durur. Sonra Güneşi Beklerken vardır, benim için çok özel olan. Sosyal medyayla tanışıklığım da ondan gelir, eksik yerleri zihnimde tamamlayıp kendimce yaptığım kurgular da… İnadına Aşk’ım vardır bir de… Hayatıma çok özel insanları katan, elime kalem alıp diziler hakkında yazmamı sağlayan, öyküsüne de oyunculuklarına da vurgun olduğum… Şimdi yüreğimdeki o çok özel “ÖZLENENLER” sandığına güzelce sarıp sarmalayıp Siyah Beyaz Aşk’ı da yerleştiriyorum.
Siyah Beyaz Aşk’la ilgili ilk haberler medyaya düştüğünde işittiğim ilk isim İbrahim Çelikkol oldu. “Ok, ben tamamım! İbrahim Çelikkol varsa al, izlenecekler listesine Sinem!” deyip beklemeye başladım. Birce Akalay adını duyduğumdaysa bildiğiniz bayram ettim. Her ikisi de ayrı ayrı benim bayıldığım oyuncular listemde, kare asımdaydılar ve bilenler bilir, ben yıllardır ikisi için “Ah, bir dizide birlikte oynadıklarını görsem…” deyip durmuştum. Siyah Beyaz Aşk, benim rüyalarımın gerçeğe dönmesiydi, yani…
Ben sevdiklerimi hep güzellikle anmayı seçenlerdenim. Hatalar, olmamışlıklar, istenmeyen durumlar her projede, her işte olur. Düzeltilme şansı varken söylenmesi de anlamlıdır ancak her şey bitip gittikten sonra söylenenler, benim anılarımı lekeler o yüzden de açmam o sayfaları, hiç. Bu yazıda da olmamışlıklara değil “olanlar”a bakmayı, emekleri takdir etmeyi ve yürekten “Güle güle!” demeyi arzu ettim.
Siyah Beyaz Aşk’ın teaserları dönmeden önce Kanal D’nin yeni sezon tanıtımı yayınlanmış ve Birce Akalay & İbrahim Çelikkol ikilisini ilk kez orada birlikte görmüştüm. Gördüğüm ilk karede de “Yanılmamışsın, Sinem! Oldu bu!” diye kutladım kendimi. Öyle güzel bir ışıkları, öyle hoş bir uyumları vardı ki o tanıtımdan aklımda kalan tek çift hâlâ onlar. Ardından dizinin jeneriğinde kullanılan tangonun yer aldığı tanıtım geldi ve ben sözün gerçek anlamıyla “vuruldum”. Dürüstçesi “partner uyumu” denen şeye hep çok fazla anlam yüklendiğini düşündüm ve çok da ciddiye almadım. İki profesyonel, işlerini hakkıyla yaptıklarında o “uyum” doğar ve izleyiciyi kendine çeker, düşüncesi taşıdım. Hâlâ da aynı fikirdeyim ama insanların yaydıkları enerjinin uyuşması diye bir olgu da varmış bunun en somut örneklerinden birini izledim ben Siyah Beyaz Aşk’ta… Dizinin ilk sahnesinden son karesine kadar söylenecek, eleştirilecek tonla şey bulunabilir ama izleyen herkesin hemfikir olacakları bir tek gerçek var, o da Aslı ve Ferhat aşkına izleyici inandıysa bundaki tek etken Birce Akalay& İbrahim Çelikkol uyumudur.
Her ikisi de oyunculuğu çok güçlü isimler… Aralarındaki güzel enerjiyi oyunculuk güçleriyle birleştirmeyi bildiklerinden her seferinde duygusu çok yüksek, çok etkileyici ve unutulmaz sahnelere imza attılar. Bunu yaparken de biri diğerinden rol çalmadan, karakteri öteleyip “ben”ini vurgulamadan ve son derece senkronize bir oyunculuk çıkardılar. 32 bölümden geriye dönüp baktığımda birkaç sahne hariç hafızamda yer alan bütün sahneler onlara ait… Aslı’nın sırtlayıp kamyonete taşıdığı yaralı Ferhat’ı nasıl unutabilirim? Ya saklandıkları evden kaçarken Aslı’ya “arkandayım!” diyen Ferhat’ı? “Ben seçim yapmak zorunda kaldığım için suçluyum öyle mi doktor?” diye başlayan Ferhat Aslan tiradını… Hele Özgür’e anlatılan “Güzel & Çirkin” masalını… Taş evi, “Saat dokuzda seni alırım” diyen Ferhat’ı, “Bırak beni, her şeyi bırakıyorsun zaten!” diye feryat eden Aslı’yı… Hangi birini sayayım ki burada? Hep gözlerim dolu dolu izlediğim, bölüm bittiğinde üstünde kafa yorduğum ve her seferinde oyunculuklarını ayakta alkışladığım nice nice nice sahneler…
Bir masaldı Siyah Beyaz Aşk, bir “Güzel & Çirkin” masalı… Gerçek hayatta karşılığı bulunmayan karakterler ve gerçekte asla yaşanmayacak büyük bir aşk… Hepimiz biliyorduk, Aslı gibi bir kadının Ferhat gibi adama âşık olmayacağını… Hepimiz biliyorduk, Ferhat Aslan’ın eli kanlı bir katil olduğunu ve ne yaparsa yapsın hayatından o damgayı söküp atamayacağını. Hepimiz biliyorduk, bir aşkın bir adama hayatını tümden değiştirtmeyeceğini… Ama inandık, inanmak istedik, inanmaya ihtiyacımız vardı. Her koşulda yeşerebilen aşka, sevginin insana iyilik gücü verdiğine, ne kadar kötü olursa olsun herkesin sevilmeye ihtiyacı olduğuna ve o sevgiyle ayakta durduğuna inanmak istiyorduk. İşte Siyah Beyaz Aşk, benim “iyiliğin gücüne” inancımı güçlendiren masalım oldu, tam da bu yüzden… belki de gerçek olmadığından ve hiç olmayacağından bu kadar güzeldi. Belki bir yerlerde Aslıların sevgisiyle kalpleri yıkanan Ferhatlar olduğunu düşünmek bana iyi geldi. Nedeni ne olursa olsun ben hep çok severek ve hep güzelliklerine odaklanarak izlemeye çalıştım onu. Zaman zaman bir bacağı aksadı, zaman zaman makyajı aktı, zaman zaman içindeki mikroplar bünyesine zarar verdi, zaman zaman kafası karıştı, saçmaladı ama Siyah Beyaz Aşk her şeye rağmen benim çok sevip bağrıma bastığım çocuğumdu.
Ben insanlar gibi eşyaların da eserlerin de bir şansı olduğuna inanırım. Bana göre Siyah Beyaz Aşk, şanslı doğanlardandı. Çok iyi bir oyuncu kadrosuna emanet edilmişti çünkü, her hatasına, her yanlışına rağmen onu çok seven bir izleyici kitlesi vardı çünkü ve aldığı her darbeye rağmen bir şekilde ayakta kalabiliyordu çünkü. Başta dediğim gibi geldiğimiz noktada yok kanal politikası, yok senarist, yok yapım eleştirilerine girmek bana anlamlı gelmiyor. Önemli olan tüm bunlara rağmen izlesin izlemesin herkesin bir Siyah Beyaz Aşk dizisi “farkındalığı” oluşu… Her yıl onlarca dizinin yer aldığı ve korkunç bir hızla emeklerin öğütülüp yok edildiği bu sektörde öyle ya da böyle adı hep hatırlanan işlerden biri olacak ki bu bence onun şansının en büyük göstergesi.
Siyah Beyaz Aşk, çok iyi bir oyuncu kadrosuna emanet edildi, demiştim. Sadece Ferhat ve Aslı değil, Abidin’de enfes bir Timur Ölkebaş izledim ben. Safiye’yi otogara götüren Abidin’in arabadaki monoloğu, Ferhat’a Gülsüm’le evleneceğini açıklayan Abidin yürekliliği hafızamda ilk günkü kadar canlı duruyor hâlâ. Abidin sevildiyse kimse kusura bakmasın bu yaratılan, yazılan karakterden çok Timur Ölkebaş’ın başarısıdır. Her sahneye yüreğini koyup da canlandırdı, Abidin’i çok sevdi ve sevdiğini her jestiyle hissettirdi. Benim için Timur Ölkebaş bu sektörün çok iyi karakter oyuncularından biridir ve artık adını gördüğüm işleri merak ederim.
Namık Emirhan’ı bu kadar itici yapan Muhammet Uzuner oyunculuğunu, her şeye rağmen Yeter’den nefret edemeyişimizi sağlayan Arzu Gamze Kılınç oyunculuğunu, Yiğit’e kattığı inanılmaz güzel renk için Deniz Celiloğlu’nu, Handan’a vurduğu damgayla Kadriye Kenter’i, Dilsiz’i gerçekten unutulmaz bir karakter yapan Fatih Topçuoğlu’nu, Ece Dizdar’ı, Cahit Gök’ü, Uğur Aslan’ı, Sinem Ünsal’ı, Burcu Tuna’yı bu başarıda en büyük pay sahiplerinden görmek şart. Çoğu, başta çıkardıkları karakteri savurmamak, korumak ve kaybetmemek için o kadar çok çabaladı ki benim izleyici bakışım onları ancak takdir edebilir.
Öykünün yaratıcısı bir bakıma onun anneleri Sema Ergenekon ve Eylem Canpolat’a beni bu güzellikle tanıştırdıkları için teşekkür ederim ama benim asıl kocaman teşekkürüm Sayın Erkan Birgören’e… Ben onun yarattığı masalı; metaforlarıyla, rüyalarıyla, replikleriyle ve duygusuyla çok sevdim. Bundan böyle imzasını gördüğüm her işin de en yakın takipçilerindenim.
Aslı’ya yüreğini koyup her detayına emek veren ve asla hafızamdan silinmeyecek “Güzel”i yaratan Birce Akalay’a yüreğine ve emeklerine sağlık diyorum. Veeee benim için öykünün en nahif, en sevilesi ve en derin kimliği, Ferhat’a can veren Sevgili İbrahim Çelikkol’a “Sen olmasaydın Ferhat Aslan olmazdı!” diyeceğim. Düşünüyorum, düşünüyorum ama Ferhat Aslan’a ondan daha çok yakışacak bir tek isim gelmiyor aklıma. “Güzel ve Çirkin”in Çirkin’i, benim yüreğimde hep çok özel bir yerin oldu. Her işinin peşinden gittim, adını duyduğum her yapım, sorgusuz sualsiz izlenecekler listeme eklendi ve bundan sonra da imzanı gördüğüm her projenin takipçisi olacağım.
Her başlayan, biter. Bu da başı ve sonu olan bir “iş”ti. Başlayışının verdiği heyecan yerini hüzne bıraksa da onun da sonu geldi, yapılacak bir şey yok! “Bitmemeliydi, şöyle olsa bitmezdi, bunu hak ediyordu, bunu hak etmiyordu…” tavrı hiç bana göre değil. Her masal gibi Siyah Beyaz Aşk da yaşandı ve bitti. Sevdiğim bütün masallar gibi asla unutmayacaklarımdan olacak, her aklıma düştüğünde dönüp dönüp özlemimi gidereceğim. Onu sarıp sarmalayıp yüreğimdeki yerine yerleştiriyorum.
Bir gün bir başka masalda yine güzellikleri konuşmak dileğiyle emekleri geçen herkese yürekten teşekkür ediyorum.