Acıyı Zevk Edindim, Bende Neşe Ne Gezer? (Doğduğun Ev Kaderindir, 30.bölüm)
YAZAR : Şehriban Simay DEMİR
Gerçekler, kadar gizlenirse gizlensinler bir yerde mutlaka kendilerini ele verirler. Zeynep’te de öyle oldu, yalan söyledi üstelik bundan nefret ettiği hâlde. Sonunda, uğruna tüm sevdiklerini karşısına aldığı, bilenlerin de sadece yanında olmak için sürdürdükleri yalan, yani Mehdi’ye yardım ettiği, ortaya çıktı.
Zeynep, hayat gerçeğinin borçlu hissetmek yahut kurban olmak üzerine kurulu olduğuna inanıyor. Ya hiçbir şey yapmayıp olanlar için kendini suçlayacak yahut kendisini, yaşamını, etrafındakileri hiçe sayıp kurban olacak! O ikinci yolu seçenlerden…Halbuki anlayamadığı, kim anlatırsa anlatsın öğrenmek istemediği şey; onun kimseye borçlu olmadığı, bunu sadece kendisini iyi hissetmek için yaptığı, bundan haz aldığı için böyle davrandığı. Ne kadar bahanelere sığınırsa sığınsın gerçek bu, o yüzden Mehdi’ye yardım ediyor. Bu sayede kendini iyi ve değerli hissediyor aksi takdirde suçluluk psikolojisine geri dönmeye meylediyor.
Bir insan neden suçsuz olduğu hâlde kendini suçlar, neden tüm yükü üstüne alır? Aslında bunu çok düşündüm. Vardığım sonuç şu: Ya ona öyle öğretildiği, başka bir çözüm yolu bulamadığı için ya da kendine güveni olmadığı, alışageldiği mağduriyet kisvesi altında kendini suçlamayı tercih ettiği için. Zeynep’te her ikisi de var aslında; Sakine annesi yıllarca suçluluk hissetmesine neden olduğundan artık kimse kabahati onda bulmasa bile, kendinde bulmayı öğrenmiş biri o. Büyürken yaşadıkları onun kendine olan güvenini de alıp götürmüş. Ne doğrularla yüzleşmeye cesareti ne de yaptıklarının arkasında durup saklamadan yapmaya gücü var. Bu yüzden hem ailesinden hem de Barış’tan gizliyor Mehdi’yi savunduğunu. “Ben avukatım bir tek kendimin değil başkanlarının da hayatını korumam gerek.” diye savunuyor kendini ama buna, o bile inanmadığı için diğerlerine söyleyemiyor.
Ben; Zeynep ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da ayaklarının üzerinde dursa da uluslararası ve prestijli bir şirkette başarılı bir avukat olsa da özgüven eksikliği yaşadığını düşünüyorum. Daha önce de yazdığım gibi zor bir çocukluk geçiren bir kadın Zeynep. Öz annesinin yaşadığı evde çalıştığı, bunu herkesten gizlediği, Ekrem babasının “Sen bu eve layık değilsin.” bakışlarının altında ezildiği, Nermin annesinin verdiği paraları gizlice Bayram babasına verdiği, sürekli istenmeyen sevilmeyen olarak kendisini gördüğü bir geçmişi var. Ayrıca kendini hiçbir şeye layık görmeyen biri olduğunu da biliyoruz. Kendisi de söylüyor “Erken büyüyen çocuklar, bir tarafları yaralı olarak büyüyor demek ki” diye. O da geçmişinden yaralı bir kadın; Sakine’nin yıllarca yaptığı baskılar, Bayram’ın çıkardığı rezillikler, yaşadığı yalan hayat onda benlik bilincinin bile olmamasına, hep fedakârlık yapıp sürekli herkese borçlu hissetmesine neden olmuş. Bu yüzden de böyle davranarak hayatını mahvediyor. Kendine bile isteye zarar veriyor ve bundan zevk alıyor. Bu da bana mazoşizmi hatırlatıyor. Bu psikolojik rahatsızlıkta acıdan zevk alınır. Kişiler isteyerek kendine zarar verir, bu kendini mutlu hissetmenin başka bir yoludur onlar için. Zeynep de öyle davranıyor; hayatını mahvetmek uğruna kendini tehlikeye atıyor, yalan söylemekten nefret ettiği hâlde söz konusu fedakârlık yapmaksa Barış’a, ailesine çok rahat yalan söyleyebiliyor. Bunu yaparken kendini haklı buluyor, kendine bahaneler sunuyor ve bunlara inanıyor. Emine’nin de dediği gibi çok hastalıklı bir ruh hâli bu ve profesyonel bir yardım almadan da iyileşemez.
Zeynep, Mehdi için çırpındıkça Barış da şüphelenmeye devam etti. Zeynep’le konuşurken “İşte sen de bu yüzden sensin!” diyerek önce başkalarını düşünmesine dem vurdu. Onu tanıyor, neler yapabileceğini biliyor bu yüzden Mehdi’ye yardım edeceğini düşünüyordu. Cezaevinin önüne de bu sebeple geldi. Barış başlarda disiplinli, birini zamanında işe gelmediği için ona hiç şans vermeden işten çıkaracak kadar kurallı biriydi. Çalışanlarının ona mesai dışında ismiyle hitap etmesine izin vermeyecek kadar da mesafeli ve duvarları olan bir adam. Şimdi, Zeynep’e istediği her an izin veren, kendi şirketinde onu öpecek kadar rahat davranan biri oldu ve buna “Benim yeni normalim” diyor. Artık Barış gerçeği öğrendi ve yeni normalinin bu şartlar altında ciddi bir darbe alması gerekir ama Zeynep’in şu ana kadar davaya dair hiçbir ilerleme gösteremediğine bakılırsa Barış’ın aklı değil kalbi galip gelecek. Zeynep’in yeniden yanında olup Mehdi’nin davasına el atacak. Bakalım bu kez de “Yaptıklarını onaylamıyorum ama yanındayım diyebilecek mi?
Zeynep, Mehdi’nin avukatlığını yaparak ona yardımcı olarak kendince borçlu hissetmemek yahut masum olduğunu düşündüğü birini kurtarmak için uğraşıyor ama yaptıklarıyla Mehdi’ye yeniden umut veriyor. Tam da bu sebeple “Buradan çıkınca herkesin aklındaki lekeleri temizleyeceğim.” dedi Mehdi. Zeynep’le ilgili tekrar hayaller kurmaya, ona kendini affettireceğine inanmaya başladı. Ancak tüm bunlar bir yana Mehdi’nin çok ünlü bir sözü vardı: “Sorumluluğunu alamayacağım hiçbir hareketim olamaz!” Bu cümleyi Zeynep onu her uyardığında söylemiş ve sözünün arkasında durduğunu dile getirmişti. Halbuki Mehdi, Nuh’un da dediği gibi tüm uyarılara rağmen Zeynep’e müdahale etmeye, hayatına karışmaya devam etti, en sonunda onu kaçırıp hapse girdi. Olansa yine Nuh’un dediği gibi canım dediği ailesine; kardeşine, kızlarına oldu ve Mehdi yaptığı hiçbir şeyin sorumluluğunu almadığı gibi bir de tüm yükü Nuh’un omuzlarına bıraktı. Hiçbir şeyi halledemediği hâlde sorun çıkarmaya da devam ediyor. Zeynep’ten bile bile suç işlemesini istedi, Nuh’un lastik işinden anlamadığını bildiği hâlde nasıl oluyor da işleri yürütüyor diye bir kere bile sormadı. Kibrit ona mektup yazdığında “Kızlarımı çok özledim” demesine rağmen, tek telefon hakkını Zeynep’i aramak için kullandı o anda onları aklına bile getirmedi. Tam bir bencillik bu ve maalesef bambaşka bir hastalıklı zihniyet.
Bütün bu yaşananlarda en çok yıpranan kişinin Nuh olduğunu düşünüyorum ben çünkü hem sevecen, düşünceli, sağduyulu karısını tanıyamaz hâle geldi hem de kardeşim dediği Mehdi’ye güvenerek yeni ve hiç bilmediği bir işe girişip tüm sermayesini kaybetti. Üstelik ne kadar uğraşırsa uğraşsın ailesini toparlayamıyor. Evlerini kaybettiler, istenmediklerini bildikleri bir evde yaşıyorlar. Zar zor bir iş buldu ve “Beni gör artık!” diye Cemile’ye haykırmasa Cemile’nin onu göreceği bile yok. Şu an o ailedeki aklı başında tek insan Nuh. Kendisine kolaylıklar dilemekten başka bir şey gelmiyor bu yorumcunun elinden.
Yalnız aile demişken bir konuya değinmeden geçmek istemiyorum. Sultan’ın hırsızlık olayında Barış’ın da Zeynep’in de en ufak bir tepki vermemesi beni çok şaşırttı doğrusu. Ayrıca Sultan gibi kendini hiç kimseye ezdirmeyen bir kadın, bu olayı bu kadar basit karşılamaz, hele de onurunun ayaklar altına alınmasına asla göz yummazdı. Bu yüzden Özlem doğru dürüst özür bile dilemeden o eve dönmeyi kabul etmesi de pek inandırıcı gelmedi açıkçası.
Bir başka itirazım daha var izninizle. Kabul ediyorum, bu bir kurgu ve kurguda gerçekler bazen eğilip bükülebilir fakat kaç haftadır öyle bariz hatalar yapılıyor ki görmezden gelmek mümkün değil. Her şeyden önce Zeynep daha stajyer bir avukat ve stajının bittiğine dair tek bir şey de görmedik. Bildiğim kadarıyla bu durumda avukatlık ruhsatı da verilmiyor, peki Zeynep nasıl oluyor da bu davaya girebiliyor? Avukatlık ruhsatı olamayan biri nasıl dava alabiliyor? Yine benim bildiğim kadarıyla, stajyer bir avukat hiçbir şekilde ve kesinlikle ağır ceza mahkemesine çıkamaz, orada avukatlık yapamaz. Kanunlar bu denli bariz ortadayken sırf Mehdi ve Zeynep arasında bir bağlantı kurmak için seyirciye bu denli gerçeklikten uzak bir tablo sunmak, izleyicinin bilgi ve zekâ düzeyinin hafife alındığını gösterir. Avukatlığın ve davaların konu edinildiği bir dizide, bu kadar basit hataların yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bence bir diğer çok büyük hata da Bekir’le ilgiliydi. Onu bir kere öldürmeye teşebbüs ettiler ve sonraki girişimlerinde öldürdüler. Üstelik Zeynep, Mehdi’ye “Suçu çoktan biri üstlendi.” bile dedi. Hapishanenin o günkü kamera kayıtları kayıp, Mehdi’yle Bekir’in hiçbir tanışıklığı yahut husumeti yok ve en önemlisi iyileşmeye yeni başlayan Bekir, ifade öncesi öldürüldü. Bunlarla çok iyi bir savunma hazırlanabilecekken sanki hiçbiri delil değilmiş gibi bambaşka ve tehlikeli yollara girildi. Sonuçta ana kahramanın avukat olduğu, dava süreçlerinin önemli yer tuttuğu bir dizide bunca bariz hatanın yapılması rahatsızlık verici. Barış’ın zamanında tek telefonla Mehdi’nin tüm dosyasının içeriğini öğrendiğini bilmesem avukat olduğunu unuttuğunu, bu yüzden de Zeynep’in durumunu adliyeden öğrenmek yerine cezaevinin önünde onun çıkmasını beklediğini düşünmeye başlayacağım. Ağır ceza mahkemesinin düzenindeki yanlışlığa değinmek bile istemiyorum. Bir an önce dizinin hukuksal gerçekliğe ulaşması ve izleyicinin aklıyla daha fazla alay edilmemesini diliyorum.
Haftaya görüşmek üzere.