Yazar: MORZERRECİKLER

Geçtiğimiz haftaki monotonluğun aksine su gibi akıp giden bir bölümle karşıladı bizleri bu hafta Elimi Bırakma. “İnsan severse” dediğimiz bu bölüm, sevenin nelere boyun eğeceğini, sevginin aslında nefrete ne kadar yakın olduğunu gözler önüne seren cinsten olmuş. Aynı zamanda Feride Hanım’ın Cenk konusunda neden bu kadar ısrarcı olduğu ve neden ona bu kadar güvendiği de sağlam temeller atılarak gösterildi. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Alp Navruz, tam olarak duygusal sahnelerin adamı, bu bölüm kendisini seyretmek benim için ayrı bir görsel şölen oldu.


Geçtiğimiz haftayı, babaannesini yanlıştan döndürmek niyetiyle onun doğum günü için birtakım planlar yaparken bırakmıştık Cenk’i. Yeni bölümü bambaşka bir noktada duran Cenk ile açmak bana “İşte, sahalarda görmek istediğimiz Cenk Çelen!” dedirtti. Karşımızda öfkesini kenara bırakmış, yaptığı hatanın farkında olan, babaannesinin durumu için endişelenen ve doğum gününü mahvettiği için pişmanlık duyan bambaşka biri vardı sanki. Feride Hanım’ın, Cenk hata yaptığında neden bu kadar yıkıldığını şimdi çok daha iyi anlayabiliyorum. Gördüğü Cenk’in aslında onun tanıdığı Cenk olmadığını gören, onu herkesten daha iyi tanıyan ve gerçek Cenk’i ortaya çıkarmak için çabalayan fedakâr bir babaanneydi o, ondan bu kadar üzülmesi de en ufak bir detayla ümitlenip  çocuklar gibi sevinmesi de. Gözlerini açar açmaz torununun başucunda sabahladığını gören Feride Hanım’ın sıcacık gülümsemesi içimi ısıttı adeta.


Uzun zaman sonra ilk kez birbirlerini anlama yolunda attıkları adım görülmeye değerdi. Babaannesine “Benim derdim para, miras falan değil ben sadece seni Azra’nın oyunlarından korumaya çalışıyorum.” diyen Cenk’in babaannesinin doğum gününü mahvetmenin pişmanlığı ile ezildiğini gördük. Azra’ya onu affedemeyecek kadar öfkeli olmasına rağmen yine de onun arkasında duran, kendisi yerden yere vururken başkasına tek  laf ettirmeyen bir Cenk izledik, bu hafta. Mutfakta Azra’ya tavır takınanlara  “Olanlar, Azra ve benim aramda!” çıkışıyla anladık ki her ne kadar kendisi Azra’yı incitse de ya da birileri onun canını yaktığında Azra’nın acısını kendi yüreğinde hissediyor belli ki. İşte, tam da bu noktada “Aşk, nefrete ne yakınsın.” sözleri yankılanıyor kulaklarımda. Cenk, aşkı ve nefreti arasında o incecik çizgide sıkışıp kalmış; tek bir söz, tek bir umut ışığı görmek için bekliyor. Diğer taraftan Cenk’i de haksız bulduğum noktalar var tabii ki. Her ne kadar Cansu’ya umut vermek adına hiçbir şey yapmadığını iddia etse de sevgililik yolunda onunla birlikte attığı adım, başlı başına bir umuttu zaten, Cansu için. Yıllardır süren dostluklarına rağmen Cenk’in Cansu’yu Azra kıskansın diye böyle bir yola çekmesi benim için başlı başına bir fiyaskoydu en başından beri.


Tam da burada Cansu’yu bir kez daha eleştirmekten alamıyorum kendimi. “Madem Cenk’e söylediklerinden bu kadar emindin, madem her şeyin Azra için olduğunun farkındaydın; neden kendini böyle bir şeye alet ettiriyorsun?” diye hesap sormak isterdim kendisine. Sumru’dan Cansu’nun geçmişte Azra’yı kıskandığını, sevmekten başka yolu olmadığı için onu kardeşi olarak benimsediğini öğrenmiştik. Açıkçası bu durum beni hiç şaşırtmadı. Ancak böyle durumdaki biri, şu an Cansu’nun sergilediği tavırları sergileyebilirdi. Karşımızda Azra’yı gerçekten kardeşi olarak benimsemiş bir Cansu olsaydı ne onu ne de kendini bu kadar aşağılayamazdı. Ben Cansu karakterinin altını kırmızı kalemle çizdim. Bence Cansu Sumru’dan çok daha tehlikeli bir hâl alacak ve işler iyice kızışacak.


Madalyonun öteki yüzündeki Azra’dan bahsetmek istiyorum biraz da: Öncelikle herkesin Azra’nın üstüne bu kadar gelmesine hâlâ anlam veremiyorum ben. Cenk, Serap, Cansu ve Sumru’ya Azra’yı linç etmeye her kalktıklarında ben ” İlk taşı, içinizde en günahsız olanınız atsın!” demek istiyorum.  Bir önceki yazımda Azra’nın bu konuda sessizliğini eleştirmiştim.  Bu hafta, bu sessizlikten onun da memnun olmadığını ancak susmaya mecbur olduğunu “İnsan severse sessiz kalmak daha da zorlaşıyormuş” sözleriyle öğrendik. Elini uzatsa Cenk’e dokunacak kadar yakın ama aralarında dağlar varmış kadar uzak olmak Azra’yı da tıpkı Cenk gibi için için yiyor. Bir umut Cenk kendisini anlasın, çırpınışını fark etsin diye onun gözlerinin içine bakıyor, diğer taraftan da ne olursa olsun aynı yola baş koyduğu Şeker teyzesini bir an olsun yalnız bırakmamaya çalışıyor. Ona ailesinin yokluğunu hissettirmemek için elinden geleni yapıyor ama bir türlü yetemiyor.

Durumun ciddiyetine varıp Feride Hanım’daki eksik yanın Cenk olduğunu fark eden Azra, soluğu tekrar Cenk’in yanında alıverdi. Azra’dan babaannesinin hastalığını duyduğu anda gözleri dolan Cenk, içimde bir yerleri sızlattı. Her ne kadar belli edemese de Cenk’i babaannesi için gözyaşı dökerken görmek, ona ne kadar çok değer verdiğini anlamak beni mutlu ediyor.


Azra’nın “Ben babama geç kaldım biliyorsun, sen de geç kal istemedim” sözleri üzerine soluğu hastanede alan Cenk son dakikada yetişip babaannesinin ellerinden tutuverdi. Hani “Her şerde bir hayır vardır” derler ya Feride Hanım’ın hastalığı da tam bu söze uygun bence. Gireceği ameliyat sayesinde, haftalardır kedi – köpek misali didişen iki inatçıyı tekrar aynı karede, birbirlerini anlarken, birbirlerine destek olurken bir kez daha görmemizi sağladı Feride Hanım. İtiraf etmeliyim ki ben bu AzCen’i epey bir özlemişim. Cenk her ne kadar Azra’ya “Hayatımıza nasıl sessizce girdiysen öyle sessizce çıkmanı istiyorum, senden.” dese de Azra mutfakta izin alırken “İşten mi ayrılıyorsun?” diye yönelttiği soruyla Azra’dan uzak kalamayacağını kanıtlamıştı. Aralarındaki buzların bir nebze de olsa eridiğine şahit olduğumuz bu ikilinin hâllerini izlemek için yeni bölümü iple çektiğimi belirtiyor ve oklarımı “şer” üçlüsüne çevirmek istiyorum.

Kim bu şer üçlüsü? Tabii ki: Sumru, Serap ve Azmi. Bu üçlünün bulunduğu her ortamda muhakkak bir plan, bir kötülük mevcut. Önce “Sumru” cephesini ele alacağım: Ben, Sumru’yu kediye benzetiyorum. O kadar şanslı, işini o kadar iyi biliyor ki yaptığı her kötülükten dört ayak üstüne düşerek sıyrılmayı başarıyor. Bu durum da bana artık gerçekçi gelmiyor ne yazık ki… “Yahu, insan hiç mi hata yapmaz, hiç mi birisi bu kadını sorgulama gereği duymaz?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Azra’nın üvey annesi olduğu, gün yüzüne çıktıktan sonra kimse “Neden onları sokağa attın?” sorusunu sorma lüzumunu hissetmedi bile. Şimdilerde bir de yanına Azmi Bey’i almış, onu da parmağında oynatarak elini güçlendirme peşinde. Ha, bir de otorite hırsından ve paradan bir türlü vazgeçemeyen Serap Hanım var tabii ki. Azra’ya yaptıkları yetmedi, şimdi gözünü Feride Hanım’a dikti. Serap Çelen şu an farkında değil ama bu hırsı ona hem Cenk’i hem de Arda’yı kaybettirecek. Azmi de Sumru’nun maşası olmayı sürdürerek şer ittifakında yerini alıyor, kesinlikle.  Aynı yolun yolcusu olan bu üçlünün daha ne gibi kötülükler yapabileceğini şimdilik kestiremiyor ve bu kötülüğün onlara neler getireceğini de merakla bekliyorum.

Son olarak Mert ve Fatma’dan bahsedip yazıma bu haftalık nokta koyacağım. Mert, sandığımın aksine Fatma ile çıktıkları yeni yolda çok mutlu görünüyor. İçten içe Fatma’ya bağlanmış, onu kendi dünyasına kabul etmiş ve her geçen gün daha da çok ona alışmaya başlamış. Fatma cephesinde işler, Mert’in içinde bulunduğu ruh hâlinden daha yoğun ve ürkütücü olsa da ikilinin mutlu hâllerini izlemek bana keyif verdi bu bölüm. Çemberin ikisi için de iyice daraldığının farkında olan Fatma, her ne kadar Mert’i dışarı eli yüzü boyalı olarak çıkarsa da Sumru’nun yeni planı bu işi daha fazla uzatmayacak gibi duruyor.

Dolu dolu bir bölüm izlediğim için yüzümde kocaman bir gülümseme ile ekran karşısından kalktığım Elimi Bırakma yorumumun bu haftalık da sonlanma zamanı geldi. Herkese keyifli okumalar, haftaya görüşmek üzere.

Sevgilerimle…

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.