YAZAR : Şeyma BULUT

Hayat, korkunun bittiği yerde başlar. Ne kadar basit bir cümle gibi görünüyor değil mi? İnsanların bir durumla ilgili kendi kendine yaptığı genellemeler kadar beni ifrit eden başka bir şey yok. Hele hele korku gibi herkesin bir fikrinin olduğu, tanımı kişiden kişiye değişen bir hususta. “Korkmayın efendim!” bitti gitti işte. Peki, bu söylendiği ya da yazıldığı kadar kolay mı? Elbette değil ancak içimizde taşıdığımız korkuları bitiremiyorsak bile, onlarla yaşamayı ya da üstesinden gelmeyi bir şekilde başarmak zorundayız. Burada beylik laflar etmeyeceğim ama insanların korkularının üstüne gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Gülfem, babasını karşısına alarak gitti korkularının üstüne. Davut da son ana kadar  sevdiğimi incitirim diye reddettiği duygularını kaybetme korkusuyla kabullenerek kendini uzak tuttuğu sevgilisinin ellerini tuttu.  Tüm bunlar da her şey bitti dediğim yerde gerçekleşti. Davut ve Gülfem her şeyi kaybettiklerini düşündükleri anda hayat onlara fısıldadı: Bir ihtimal daha var…

Laf, korkularla savaşmaya gelince benim aklıma, nedense son zamanlarda hep Gülfem geliyor. Gülfem Paşazade gibi gözünü kararttı mı hiç bir şeyi ve kimseyi görmeyen, tanımadığı bir adamın üstüne atını sürecek kadar cesur görünen kadın, aslında korkağın tekiydi. Davut’tan önce babasının onu sevmemesinden, o sahte çevre tarafından kabul görememekten korktuğu için şımarık, burnu Kaf dağında, sevgisizliğini ukala cümlelerle kapatan bir Gülfem yaratmıştı, kendinden. İçinde sakladığı o kadınla zerre alakası olmayan bu bir başka kadın, aslında Gülfem’in korkularının gözle görülür, elle tutulur hâlini temsil ediyordu. Gülfem’in artık eski tedirginlikleri yok. İnsanlar onun hakkında ne düşünüyor, sahte çevresinin yapmacık sevgisine sahip mi ya da babası ona güveniyor mu falan hiçbir önemi yok onun için. Davut’un hayatına girmesiyle bu eski korkularının hiç önemi kalmadı ama yerini çok daha büyüğüne bıraktı: Davut’un gözünden düşme korkusu. Davut’un ” Sen ne dediğini bilmiyorsun, ömrünce madenci yolu mu gözleyeceksin?” sorusunun altındaki aşk bizim için yeterli olmaz, haykırışını duymadığı adamı taş kalpli olmakla suçladı ama yine de ona kendini göstermek hususundaki inadından da vazgeçmiş değil. Davut’un gözündeki o şımarık kız imajını yıkmak için elinden geleni yapmaya kararlı ancak fark etmediği ya da göremediği şey şu : Davut zaten onun hislerinin farkında!

Ben yine de bir noktayı çok sağlıksız bulduğum için söylemek istiyorum. Gülfem’de büyük bir sıkıntı var: Kendisi için yaşamıyor! Bu nasıl doğru ifade edilir bilmiyorum ama biraz anlatmaya çalışayım. Gülfem çok zengin bir ailenin en büyük kızı. Sırf yardımcısı ona karşı çıktı diye kaşığı yere atıp yenisini getir diyebilecek kadar da egoluydu. Bu kız, ne olduysa birdenbire “dava insanı” oluverdi. Tamam küçük Elif’e olanlardan sonra vicdan azabı çekti ama geride kalan her şey biraz abartı gibi gelmeye başladı. Gerçek Gülfem nerede? Kendisi için neden yaşamak istemiyor mesela? Daha önce babası ve çevresi için adımlar atarken şimdi de ne yapıyorsa Davut için yapıyor ve kendisini yok ediyor. Birinin onu sarsıp kendisine getirmesi lazım diye düşünüyorum. Davut’un belki de en baştaki tedirginliğinin sebebi kendisine köylü, diyen kızın birdenbire böylesine değişmiş olmasıdır. Şimdi düzenli okuyanlar “Yıllardır aşk değiştirir!” deyip duruyordun demeden önce hemen açayım: Evet, aşk insanı değiştirir, geliştirir ama ışık hızıyla da başaramaz değil mi? Davut’la Gülfem tanışalı ne kadar oldu ve ne yaşadılar ki Gülfem A’dan Z’ye değişsin. Bu sebeple ben Davut’un ben seni yakarım, demesindeki imayı anlıyorum: Gülfem hiç bilmediği bir hayata girmek üzere ve Davut onun pişman olmasından da yıpranıp üzülmesinden de çok korkuyor.

Davut Karaman, hayatını doğru bildiği ideallere adamış bir adam. Başkaları için kendini her zaman feda etmeye hazır, yeter ki hak yerini bulsun, adalet herkes için tecelli etsin. Bir insan yüzünden babasını ve sekiz arkadaşını kaybetti, Davut.  Bir kurdele için günlerce ağlayan kız kardeşini, imkânsızlıklar yüzünden toprağa verdi. Üstüne üstlük buna sebep olanların vatana da ihanet ettiklerini bizzat jandarma komutanından öğrenince onun gibi davası için gözü kimseyi görmeyen bir adam ne yapardı? Sonunda ölüm bile olsa doğru bildiği yoldan vazgeçmez ve hem memleketi hem de kendi insanları için elini taşın altına koyardı. Davut, zaten Kurtuluş Savaşı’nda mücadele etmiş bir asker. Bu tip adamlar için davaları, idealleri yeri gelir ailelerinden yeri geldiğinde de sevdiklerinden daha önemli olabiliyor. Hele de ortadaki hedef kişilerin üstündeyse içi kan ağlasa da o gidilen yollardan dönülmüyor işte.  Davut bu amaç uğruna kalbinin sesini bile susturmak için büyük bir mücadele veriyor. Gülfem’in zengin olması ve Davut’un yürüdüğü kanlı, dikenli yol bu ilişkinin geleceğini de ciddi şekilde tehlikeye soktu.

Davut, Gülfem’e ilk andan beri kapılmış vaziyette ama Gülfem’le aralarında sorun olarak gördüğü engeller var: Biri Gülfem’in ailesi, diğeri de geldiği yerle Davut’un hayatının farklılığı. Davut’a göre Gülfem onun hayatında yapamaz. Zengin, bir eli yağda diğer eli balda büyümüş, ağzında altın kaşıkla doğmuş bir kadın; kendisinin fakir ve mücadele dolu hayatına uyum sağlayamaz diye düşünüyor. Şimdi bana kızanlarınız olacaktır ama bence Davut haklı. Yani böyle düşünmekle çok haklı. Mesele sadece mercimek yemeği pişirmek değil, Gülfem her şeye sahip olduğu bir hayattan hiçbir şeyin tam olmadığı bir hayata doğru yürümeye çalışırken  sadece duygusal olarak düşünüyor bence. Şimdi Davut’tan da hayatından da etkilense de uzun vadede nasıl mutlu olabileceği hususu, Davut gibi benim için de soru işareti. Hadi diyelim yaptı, başardı bir şekilde Davut’un girdiği yolda her şekilde destek olabilecek mi? O toz pembe hayaller kurarken sevdiği adamın içine girdiği işin getirileriyle nasıl başa çıkacak?

Davut’un Gülfem’den uzak durmasına neden olan en önemli mesele, memleketi için girdiği yol. Yabancı ülkelere silah kaçırmaya çalışan Ali Gelik ve Kasapoğlu’na karşı ülkesi için savaşmaya karar veren Davut’a “Gün geldiğinde sevdiklerini de feda edeceksin!” demelerine rağmen doğru bildiği yoldan dönmedi. Davut ve Gülfem’in arasındaki engel Malik gibi görünse de asıl problemleri Davut’un girdiği yol ve onun bilinmez sonu. Bu yüzden de Gülfem’e “Kendi camiandan biriyle ol!” dedi. Bunun altında da Davut’un ne kadar severse sevsin Gülfem’in kendisiyle yapamayacağına olan inancı ve kendi hayatının bilinmezliğinin ona vereceği zarar yatıyordu ve bunu da üstü kapalı da olsa söyledi. Davut, aslında “Ben senin canını yakarım, iyi gelmem sana!” demeye çalışıyordu da Gülfem bunu anlayamadı.  Davut da tıpkı Gülfem gibi çok korkuyor. Gülfem nasıl Davut’un onu sevmemesinden korkuyorsa Davut da sevdiği kadının incinmesinden, acı çekmesinden deli gibi korkuyor. Bu yüzden de Ali Gelik gerçeğini öğrendiği anda soluğu Gülfem’in yanında aldı. Ona tüm gerçekleri anlatamadığı için Gülfem, Davut’un çabasını göremedi. Hatta sevdiği adamın Ali’yle ilgili “Onun sadece bir sonraki tercihisin!” sözlerindeki uyarıyı da basit bir kıskançlık olarak gördü, halbuki Ali çok tehlikeli bir adam ve Davut bunu çok net görüyor.

Ali Gelik’le evlilik meselesi en başından beri Davut’u rahatsız ediyor. Gülfem’e olan duygularını bir kenara bırakırsak Ali’nin psikopat kişiliği, para için ülkesini dahi satacak noktada olması, Davut’u harekete geçirmiş ama Gülfem inat edince geri adım atmıştı. Ben de artık bu hikâye çıkmaza girdi, Ali ve Gülfem evlenir, Davut da Gülfem’in neden evlendiğini çok sonra öğrenir derken sahneye yeni bir oyuncu çıktı: Fikriye!

Fikriye, benim bu hikâyede altın karakter olarak gördüğüm insan. Fikriye, babasına rağmen kendini geliştirmeyi başarmış. Okuyan, yazan, araştıran ve meraklı bir kişiliğe sahip. Bunları yaparken de “Aman babam ne der? Bana kızar mı? Ona karşı gelmemeliyim” demek bir yana bir gün o konaktan gidip kendi hayatını kuracağına da emin. O evdeki Behice ve Malik gibi iki insana karşı Fikriye’nin varlığı Gülfem için büyük bir şans. Fikriye, ablasının işçiler için yaptığına saygı duysa da bunu Davut’tan saklaması karşısında sessizliğine devam etmedi. Gitti takır takır konuştu. Davut’un şimdilik haberi yok ama Paşazade konağında büyük bir destekçisi var. Fikriye, Davut ve Gülfem arasındaki tüm sır perdesini tek hareketiyle kaldırırken onların, babası ve Ali Gelik’le olan mücadelesinde tarafını belli etmiş oldu.

Davut, Fikriye sayesinde gerçekleri öğrendi. Gülfem dokuz kadın madene insin diye kendini feda etti. Bir yanda Fikriye’den Gülfem’in kendisine sevdalı olduğunu duydu. Kendisiyle diğer işçiler için hayatını feda etmesi Gülfem’e saygı duymasını sağlayıp onu etkilese de kendi tercih ettiği yol yüzünden sevdiği kadını yarı yolda bırakma korkusu arasında kaldı. Bu o kadar uzun sürdü ki Gülfem, felaketine doğru yola çıkarken Davut da karar verememesi yüzünden tırnağına zarar gelmesin diye vazgeçtiği kadını cehennemin tam ortasına attı ve zebanisi de Ali Gelik’ten başkası değil.

Kasapoğlu’nun hamlesi sayesinde Davut ve  Gülfem aralarındaki tüm engellere rağmen içlerindeki sevgiyi kabul ettiler ancak bu aşkın vuslatı öyle kolay gelecek gibi değil. Davut, Gülfem’in başına bir şey gelecek korkusuula soluğu Paşazade konağında aldı. Girdiği yola rağmen, korkularına rağmen sevdiğinin ellerini tutarken Gülfem de Ali Gelik’le olan nişanını başına gelecekleri bildiği halde bozdu. Onlar ermiş muradına, demek çok isterdim ama bu son yaptıkları; bir dizi olayın da fitilini ateşlemiş oldu. Malik’ten bahsetmiyorum ben. En büyük sorun Ali Gelik aslında. Tam bir kadın düşmanı olarak karşımıza çıkan bu adam da aynı Malik gibi güç ve para için her şeyi yapabilecek bir yapıya sahip. Kadınlara olan ilgisi sapkınlık derecesinde ve aynı Davut’un söylediği gibi Gülfem onun için elde edilmesi, sahip olunması gereken ve bununla birlikte onu maddi anlamda daha da güçlü kılacak bir araç sadece. Davut sevdasından kolay vazgeçecek bir adam değil ama Ali de istediği bir şeyi kaybetmeyi göze alacak biri hiç değil.

Aralarında bir savaş çıkacak ama galibi kim? İşte onu kestirmek çok güç.

Kanunsuz Topraklar bu haftaki bölümüyle benden tam not aldı. Konunun ilerlemesi, Gülfem ve Davut’un zengin fakir ayrımı arasındaki Yeşilçamvari aşkını izlemek yerine aynı anda mücadele etmelerini görmek daha güzel olacak diye düşünüyorum. Bu kadar güçlü rakibe karşı Davut’un da güçlü olması lazım ama bu nasıl olacak kestirmek güç. Bu girdiği gizli savaş onu nereye götürecek ve tüm bu mücadele arasında Gülfem’le olan temiz aşklarına nasıl sahip çıkacaklar merakla bekliyor olacağım.

Bu haftalık da benden bu kadar. Tüm ekibin yüreğine sağlık.

Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.