Hizmetçiler
Yazar: Ayça AKMAN
Bu sezon rüştünü ispat etmiş uyarlama projelere rağmen, dışarıdan içerik alma konusu benim için hâlâ çekince sebebi. Elbette birçok nedeni var bunun.Ancak en önemli hususlar öyküyü bizdenmişcesine işleme zorluğu ve dizi sürelerinin fazla uzun olması dolayısıyla hikâyelerde sarkmalar meydana gelmesi. Fabrika yapım imzalı Hizmetçiler de bu sorunlar aklımın bir köşesindeyken izlediğim işlerden biri oldu.
Aslında evrensel, iyi işlenirse izleyiciyi kavrayabilecek bir konusu var dizinin: “Yukarıdakiler, aşağıdakiler!” İster bir ağa konağının mutfağı olsun ister zengin bir sitenin villaları; onlar hep oradaydılar, aşinayız, yabancı değiller bize. Ellerinde asla sahip olamayacakları evlerin anahtarları, fakirlikten zenginliğe her gün yolculuk yapan insanların hayatlarına, onların işverenlerine ayna tutarak hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anlatmaya soyunuyor hikâye bize. Öykünün ana aksındaki Gülseren Atahanlı, aslında hâlâ asırlardır yıkılamayan bir önyargının kurbanı. Anne olamayan bir gelin o. Üst sınıf ayrıcalığı da kayınvalidesi tarafından aşağılanmasına engel değil. Kocasının gözünün her daim dışarıda oluşu da eklenince buna, histerik ruh hâli yakasına yapışmış. Yiğit’in metresi hamile kalınca onun bebeğini sahiplenmek, hamileymiş numarası yapmak alışıldık fakat iyi bir çözüm gibi görünüyor, buna itirazım yok ama Derin’in hamileliği evdeki hizmetçilerden ve dışarıdan nasıl saklandı hiç aklım ermedi. Ayrıca bu kadar varlığın içinde doğum için evin önüne ambulans çağırmak nereden baksam olmamıştı. Bu sırrı saklı tutmanın çok daha inandırıcı yolları bulunabilirdi. Gülseren’in polise ifade verdikten sonra bekleşen hizmetçileri “Yoksulluğu bahane eder, haddiniz olmayana elinizi uzatırsınız, leş kargaları!” söylemiyle aşağılaması; sadece bebeği değil, bir çanta dolusu parayı da beraberinde götürmeye kalkışan Derin’i düşündüğümde bana Gülseren’in mevcut ruh hâli için fazla gelmedi ama şerhimi koyuyorum. Derin, Yiğit’e “Beni sevip sevmemen umrumda değil, bana istediğimi ver yeter!” demiş bir kadın. İstediğinin gerçekten ne olduğu olayın gidişatını da belirleyecek gibi, bunu zaman gösterecek.
Ela, ikinci yarıda kardeşi Derin’in kayboluşunun sırrını çözmek için dahil oldu öyküye. Doğrusunu söylemek gerekirse burada benim için sürpriz yok, hatta polisle işbirliği yapmış olması da kuvvetle muhtemeldir. Aras’ın gelişi bir işbirliğine de zemin hazırlayabilir, Yiğit- Aras – Ela üçgeni de oluşturabilir ne var ki ben hiç merak etmiyorum.
Çiçek ve annesi Hacer “hizmetçilik müessesinin” yazılı olmayan kurallarıyla asıl sınananlar olarak karşımıza çıktılar. İnsan her zaman sevdiği işi yapabilecek yahut seçme özgürlüğüne sahip olabilecek kadar şanslı doğmuyor. Çiçek için sevmeden yaptığı bu iş, anne mirası. Hacer besleme olarak girdiği evin nihayetinde hizmetçisi olmuş, kızını da bu hayata sokmuş. Elbet okusun, eli ekmek tutsun tek dileği ancak Çiçek belki genç olmanın da verdiği cesaret ve toylukla haddi olmayana el uzatmış, Belkıs Hanım’ın torununa gönül koymuş. Elbette bu, ana kızı karşı karşıya getiriyor. Hizmetçiliği kabullenemediği için kıyafetleri giymek bile istemeyen Çiçek’in aynaya her baktığında göreceği tek şey sadece hizmetçi rolü değil, o rolün omuzlarına yükleyeceği sorumluluklar da olacak anlaşılan.Kaybolan Derin’in sırdaşı olmak bunlardan biri ve Neslihan, o farkında olmasa da bu yolda yalnızca kılavuzu değil aynı zamanda dert ortağı da olabilir.
Sanırım bir tek Neslihan’a kanım ısındı benim ki bunda oyunculuğunu çok sevdiğim Neslihan Arslan’ın payı büyük. Ailesinde şiddet görmüş, şiddetten kaçmış bir kadının yaptığı yanlış seçimlerin pişmanlığını hissetmekte zorlanmadım. Bir erkekten kaçıp başka bir erkeğe sığınmak, kendi ayakları üzerinde duramayan kadınların düştükleri bir yanılgıdır; Neslihan bunu iki kez üst üste yaparak yani Selim’den kaçıp Yiğit’e sığınarak ne yazık ki bunu hataya dönüştürmüş görünüyor. Derin’le ilgili birçok sırra ortak olduğu için olayların tam da ortasında duruyor olması bana göre hikâyenin yegâne artısı.
Kurulan dünyaya keşke inanabilseydim, diyor içimdeki ses; o zaman belki başka pencereden bakabilirdim. Bir yanıyla polisiyeye göz kırparken diğer yanıyla dram ayağına yaslanmaya çalışan bir dizi Hizmetçiler. Peki başarılı olabilmiş mi? Maalesef, hayır. Bunun bence iki önemli nedeni var: Nefes aldırmayan karmakarışık dünyası ve ciddi bir inandırıcılık sorunu. Ben sıradan bir seyirci gözüyle ne hizmetçilere ikna olabildim mesela ne de zengin ev sahibelerine. Yaşamayan karakterlerle de öyküye konsantre olmak hiç kolay olmuyor! Hele hele böyle kalabalık kadrolu bir işte. Gerçekten kim kimdir anlamaya çalışırken tükendiğimi hissettim, üstelik bölüm sonuna kadar karakter girişleri bitmek bilmedi. Evet ortada bir olay var, Atahanlıların bebeğinin kaçırılması… Ve evet belli ki herkes şu ya da bu şekilde kaosun içinde, bir şekilde olayla bağlantılı. Ne var ki bu karmaşada bir plan, düzen yok tam tersine her cümlenin ardında saklanan bir ima, gönderme, alt metin var. Bu gereksiz gizem yaratma çabası, bir noktadan sonra o kadar can sıkıcı bir hâl aldı ki benim için… Merak etmiyorum zorlamayın, Ela’nın Derin’le akraba olduğu zaten belli; Aras, Derin’i sevse ne olur sevmese ne olur; Yiğit, Ela’yı görünce bıraktı işte Neslihan’ı, adamın hamuru bozuk; Derin’in telefonu Aras’ın bodrumunda iki üç gün şarjı bitmeden nasıl durdu ki; havuz sahnesindeki efektlerde biraz daha özenli olunamaz mıydı nidaları istemdışı olarak çıkmaya başladı ağzımdan çok üzgünüm.
Cennet Konakları bu evrenin merkezi ve ben mekânlara, kostümlere değinmeden bitirmek istemiyorum. Aslı’nın mutfağı, sosyal medya çekimleri için oluşturulan o ortam, renkler o kadar çiğ duruyordu ki gerçekten gözlerim kanadı. Anlıyorum zevksizlik, bulunduğu konumu kaldıramıyor olma hâli vurgulanıyor ama gerçekten bana fazla geldi. Ayrıca Gülseren’in kahvaltıya indiği siyah şeffaf bluza şaşkınlıkla bakakaldım. Durum – kostüm eşleşmesi beklemek seyirci olarak hakkımız diye düşünüyorum, biraz özen lütfen. Aynı şekilde Nimet Karahanlı da, nasıl söylemeli bilmiyorum bir top kumaşı gövdesine dolamış gibi dolaşmamalı ortalıkta kanaatindeyim.
Hizmetçiler kalabalık kadrolu bir iş. Bir gizem ve polisiyesever olarak beni içine çekmedi fakat castı ve hikâyeyi kendisine yakın bulan seyirciler takipçisi olacaklardır. Şansı bol,yolu açık olsun.
Yazan, yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…