YAZAR : Şehriban Simay DEMİR

Doğduğun Ev Kaderindir’de bir süredir hemen herkesin bir şeyler söyleyebileceği bir duygunun üzerinden ilerliyoruz: Sevgi! Bu duygu, onu anlamayan bünyelerde kendini gösterdiğinde bambaşka bir boyuta ulaşabiliyor. Sevgi acıtmaz, incitmez. İnsan birini seviyorsa sevdiğinin üzerine gölge düşse korkar ama işte sevgi, aşk ya da adına her ne diyorsanız bir süre sonra saplantı hâlini almaya başladığında bu harikulade duygu yerini bazen psikolojik bazen de fiziksel şiddette bırakabiliyor. Lisedeyken bir hocam bana “Sevmekten anlayanı sevmek lazım!” demişti. O zamanlar anlayamamıştım ne demek istediğini. Herkes sevebilirdi ama herkes doğru sevebilir miydi? Karşındakini yıpratmadan, gözyaşlarına sebep değil de engel olarak, onu incitmek bir yana saçının tek teline zarar vermeden sevmek çok zor olmamalıydı diye düşünürdüm çünkü. Büyüdükçe daha doğrusu tecrübe sahibi oldukça anladım ne demek istediğini. Anlamasına anladım da iş uygulamaya gelince her bünyede farklı cereyan edebiliyor. Ne yazık ki herkes incitmeden sevemiyor. Biz haftalardır bu duygunun iki insanda nasıl farklı etkilere sebep olduğunu görüyoruz. Mehdi, sevmeyi bir bakıma mülkiyet olarak algılayıp sevdiği kadına her türlü şiddeti uygularken Zeynep de aşkı yüzünden karşısındakinin kendisine neler yaptığını ve yapacağını göremeyecek kadar kör oldu. Aslında ikisi de sevgiyi pek bilmiyorlar. Bunu sadece Mehdi için söylemek zor çünkü Zeynep de Mehdi’nin adım adım dönüştüğü canavarı göremeyecek kadar körleşmişti ta ki arabasını büyük bir öfkeyle paramparça ettiğini görene kadar.

“İnsanın duyguları yüzünden aklı susar mı?” demişti Zeynep. Susar, hele de tüm sevgin ve güveninle karşındakine bağlıysan. Zeynep tüm kalbiyle bağlıydı Mehdi’ye, elinde olmadan yaşanan problemler yüzünden onun elini tutmaktan vazgeçmemiş tüm kararlılığıyla yanında olmuştu. Evlendiklerinde gözlerindeki o korkunç öfkeye, şiddet eğilimine tanık olmasına rağmen sonraları o sevgi dolu, şefkatiyle sarıp sarmalayan her an yanında ve destekçisi olan Mehdi’yle tanışınca unuttu yahut onları umursamadı. Ta ki bu öfke ve şiddet kendisine dönene kadar! Tüm bu yaşananlardan sonra aşkına rağmen ondan uzak durmayı seçti ama bir türlü başaramadı. Zira her seferinde Mehdi’nin başına bir şeyler geldi ve Zeynep ne olacağını umursamadan, Mehdi’nin nasıl algılayacağını düşünmeden onun yanında oldu. Çünkü yapısı böyleydi; Zeynep artık hepimizin de bildiği üzere acı çeken insana dayanamıyor, karşısındakinin yaralarını sarmaktan mutluluk duyuyor ve bu ona kendisini de iyi hissettiriyor. Zaten Barış’a da “Yaralı insan beni kıramaz, ben kendimi iyi hissederim onun yanında” dememiş miydi?  Hatırlarsınız daha önce yardıma ihtiyacı varken yani acı çekiyorken Benal’e de hiç düşünmeden yardım etmişti keza Mehdi’ye de. Şimdi de Barış’a ve kardeşi Savaş’a yaralarını sarmada yardımcı oluyor. Fakat aslında bu hiç sağlıklı bir durum değil. Bu, bir tür kendini tatmin etme hatta bir bağımlılık hâli çünkü başkasının acısına iyi gelmeye çalışarak kendi acısını unutuyor bu sayede. Aslına bakacak olursak buradaki asıl sorun; Zeynep’in bunu neden yaptığı, neden birinin acılarını dindirdiğinde kendini iyi hissettiği? Bu sayede kendi sorunlarıyla yüzleşmekten kaçıyor başkasının problemleriyle uğraşıp kendi yaralarını aklından uzaklaştırıyor. Yüzleşmek yerine yok saymayı ve üstünü örtmeyi tercih ediyor. Şüphesiz derine indiğimizde Zeynep’te iki büyük yara olduğunu  görebiliriz. İlki aileleri: anneleri, babaları ve kardeşleri. Hepsinden dolayı tek tek yaralı Zeynep. Ne yazık ki bunlar geçebilecek acılar değil; sadece zaman geçer, üzerleri örtülür ve o acılarla yaşamaya alışırsın.  Zeynep de öyle, onlarla yaşamaya alışkın. Fakat Savaş sayesinde belki de ilk defa gerçekten bu durumla yüzleşti. Sakine’yi nasıl bakıcısı olarak tanıtıp herkesten sakladığını, babasından utandığını dile getirdi. Anlıyorum onu, çünkü o küçücük yaşta istenmediğini hissetmek, başka bir aileye verildiğini bilmek, her an yanında başka biri varken onun annesi olmadığını söyleyebilmek hiç de  kolay değil bir çocuk için. Bu çok ağır bir yük ve Zeynep yaşamı boyunca bununla yaşamak zorunda kalmış biri. Fakat bu bölüm anladık ki Sakine’yi Barış’la tanıştırırken yine aynı tereddütleri yaşamış, onun Nermin’le daha iyi iletişim kuracağını düşünmüş; bu da demek oluyor ki hâlâ bunları aşabilmiş değil ama en azından artık kabul ediyor ve yüzleşiyor bu durumla. Onun ikinci yarası da Mehdi. Aynı zamanda da zayıf noktası! Onun başına herhangi bir şey gelmesi demek Zeynep’in hiç düşünmeden onun yanında olması demek. Zeynep bunu hep insanlığından yapmış olsa da Mehdi onun niyetini hep yanlış yorumladı ve Zeynep bunu zamanında algılayamadı. Ona yapılan bütün uyarıları kulak ardı etti. Barış “Niyetini doğru anladığından emin misin?” derken de Nermin “Boşandınız artık ona bu kadar yakın olman doğru değil!” derken de duymak istemedi. Çünkü Zeynep onun yaptıklarına da yapabileceklerine de ihtimal vermiyordu, dahası Zeynep ona hâlâ âşık ve bu duygusu ona hata yaptırıyor. Amma son sahnedeki kaçırma girişimi buna da bir nokta koyacak, Zeynep’te kalan son aşk kırıntılarını da yok edecektir hiç şüphesiz.

Zeynep olanları öğrendikten sonra şikâyet tebliğinde, polislerle birlikte Mehdi’nin mekânına giderek duygularına bir kez daha yenildi. Eğer oraya gitmeseydi yahut Barış’la gitmeseydi belki de Mehdi sakince karakola gidecek ve bu kadar kontrolden çıkmayacaktı. Bu yaptığı Mehdi’yi kışkırtmaktan başka bir işe yaramadığı gibi, bir de Mehdi’nin iyice Barış’a bilenmesine neden oldu. Bu noktada benim anlamadığım bu kadar başarılı ve tecrübeli bir avukat olan Barış’ın neden Zeynep’in oraya gitmesine mani olmadığı? Bunu tahmin etmesi gerekmez miydi? diyor, şaşırdığımı itiraf ediyorum.

Barış aslında tanıdığımız kadarıyla çok disiplinli ve işinde son derece başarılı biri. Daha önce özel hayatına dair eşinden boşandığı haricinde herhangi bir bilgimiz yoktu fakat artık onu da açmaya başladıklarını görebiliyoruz. Anlaşılan o ki Barış da Zeynep gibi yaralı ve geçmişinden hâlâ sıyrılamamış. O hem engelli bir kardeşinin olmasının zorluğunu yaşayıp hem de anne babasının ilgisizliğiyle büyümüş bir çocuk. Bu yüzden anne babasına kendi varlığını hissettirmek için yıllarca çabalayıp mükemmel olmak için uğraşmış. Bu sayede görünmezlik hissinden kurtulabileceğini düşünmüş, ne kadar acı bir durum! Bu, küçük bir çocuk için çok ağır bir travma fakat buna rağmen hâlâ “fazla mükemmel” bir karakter Barış. Henüz yaşamında bir kusur görebilmiş değiliz. Yaşadığı hiçbir şey karakterine yansımamış görünüyor şimdilik. Bunu onun inandırıcılığı açısından biraz sorunlu görüyorum, umarım değişir.

Yaşananlar, Zeynep’le Barış’ı çalışanla patrondan öte artık iki sırdaş yaptı. Zaten Zeynep, yapısal olarak borçlu kalmaktansa sırdaş olmayı tercih eder; tıpkı dertlerini paylaşan iki arkadaş gibi. İkisinin ilişkisine baktığımızda henüz aşkla ilgili bir şey hissetmiyoruz ve temennim odur ki Barış’la Zeynep’te aşktan ziyade; temeli sağlam, güzel bir dostluk görelim. Bu hem erkek ve kadından dost olmaz algısına güzel bir cevap olur hem de uzun süredir ekranlarda hiç rastlamadığımız kadın – erkek dostluğuna tanıklık etmiş oluruz.

Barış’la Zeynep arasında tam olarak nasıl bir ilişki kurulacağını bilemesek  de Barış’la Nermin neredeyse her konuda uzlaşabilen iki arkadaş olmuş gibi görünüyorlar. Nermin, Barış’a güveniyor ve Zeynep’in onun yanındayken zarar görmeyeceğine inanıyor. Aslına bakarsanız Nermin bu bölüm çok önemli bir şey başardı: Sakine’nin Mehdi’ye olan kör güvenini kırdı. “Mehdi’nin öfkesini görecek cesaretin olsun!” dedi ve görüntüleri ona adeta dayattı. Sakine’ye, Zeynep’in hayatından çok evliliğini önemsediğini hatırlattı ve onun bir tek Mehdi’yi değil, kendisini de sorgulamasını da sağladı. Sakine yıllarca bahanelerin arkasına sığınarak yaşamış biri. Bazen fakirliğini  kullanarak bazen kadere suçu yükleyerek kötülüğü bile isteye engellememiş bir kadın. Kocasının ne denli kötü biri olduğu bile bile onunla yaşamaya devam edip çocuklarının hayatını karartmış. Söz konusu çocuklarıyken bile önce kendini düşünüp kocasının yanında kalmış. Kabahatini kabullenmesi ve artık Mehdi diye tutturmayacak olması bir gelişme olsa da ben hâlâ onun tam olarak değişebileceğine, o sabit fikirlerinden kurtulabileceğine de inanmıyorum açıkçası çünkü hâlâ kızım güvende mi acaba, diye endişeleneceğine; o adamla dışarılarda ne işi var, diye düşünüyor. Üstelik Mehdi’nin ona zarar verebileceğini bile bile! Çünkü Sakine şiddet gören bir kadın ve Mehdi’nin gözlerindeki o öfkeyi tanıdı! Buna rağmen onun öğrenilmiş çaresizliği ayaklarına bağ oluyor üstelik bu bağla kızını da bağlamaya çalışıyor, bunu nasıl değiştireceğini de tam bilemiyorum çünkü Zeynep’in aksine Sakine, “savaşçı” bir kadın değil. 

Aslında ülkemizde çoğu kadın Sakine gibi şiddet mağduru; kimlik, statü, meslek fark etmeksizin şiddet görüyor ve maalesef çoğu kadın kocasına mecbur bırakıldığı için sesini bile çıkartamıyor. Lütfen yanlış anlaşılmasın ama Zeynep, bu konuda kötünün iyisi konumunda çünkü yanında dağ gibi durmak isteyen anneleri; babasıyla bile arasında siper olmaktan çekinmeyen bir dostu ve her an yanında durup destek olan bir meslektaşı var. Üstelik maddi anlamda bağımsız, Zeynep. Fakat çoğu kadın, sadece ona eziyet çektiren, döven, söven bir yaratığa  mecbur bırakıldığı ve yanlarında “Korkma ben varım!” diyecek kimsesi olmadığı için bu hâlde. Evet, Sakine çocukları için değil kendi seçimiyle Bayram’ın yanındaydı ama sırf çocuğu için fedakârlık yapıp bu duruma katlanan binlerce kadın var. Hayatımızda şiddet diye bir gerçek var; çoğunlukla kadınlara uygulanan ve toplumun “Karı koca arasına girilmez.” bahanesiyle kulaklarını tıkadığı bir gerçek bu. Annelerin, çocuklarının gözünün önünde öldürüldüğü ya da her gün fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kaldığı bir ortamdayız. Kocasından her gün tehdit alan bir üniversite hocasından tutun da sadece çocuklarıyla ilgilenen bir ev hanımına kadar fark etmeksizin şiddet görüyoruz. Tek dileğim yasaların bir an önce en caydırıcı cezalarla bunları önleyip toplumun artık buna hep bir ağızdan dur, demesidir. Erkek egemen toplumlarda giderek kanıksanan, giderek duyarsızlaştığımız “şiddet” her gün pek çok canı yakıyor, pek çok çocuğu anasız, pek çok anneyi evlatsız bırakıyor. Şiddeti ve şiddet uygulayanı koruyan yasaların acilen değişmesi gerektiği gibi insanımızın da bakışının değişmesi gerek. Kadını incitmeden sevmeyi bilen erkekler yetiştirmek de ailelerin ama öncelikle “anne”lerin yani kadınların görevi. “Paşam, aslanım” diye sevdikleri evlatlarına, her şeyi yapabileceklerini değil; reddedilmeyi kabullenmeyi, “Hayır!”ı “hayır” olarak algılamayı ve karşısındaki erkek ya da kadın fark etmeden saygı duymayı öğretmeleri gerekiyor yoksa “Sakine”ler ve onların yetiştirdikleri kadınların bu çemberi tek başlarına kırmaları imkânsız. Maalesef geç gelen pişmanlık da gideni geri döndürmüyor. 

Sakine izlediği o görüntülerden sonra Mehdi için “Kurda,kuzu emanet etmişim” dedi. Haklıydı zira Mehdi sağlıklı düşünmeyi bırakalı çok oldu. Durup düşünemiyor. Zeynep’i korumak için yapıyorum, diyor ama asıl Zeynep’in ondan korunması gerek; bunu fark edemiyor. Ona asla zarar vermem, deyip duruyor ama her seferinde şiddetin dozunu daha da artırarak devam ediyor yaptıklarına. Düşünsenize önce çalışmasına daha doğrusu kıskandığı adamın yanında çalışmasına engel olmak için onu eve kilitledi ardından kıskançlığına kılıf uydurarak takibe başladı. Sonra öfkeyle Zeynep’in arabasını parçaladı. Mahalleye taşındı ve şikâyet edildiğini öğrenince de polisten kaçtı; yetmedi Zeynep’in kapısına dayandı. En sonunda da görünen o ki Zeynep’i kaçıracak. Zeynep’in burnuna eteri dayayıp onu kaçırdığı an Zeynep’le arasında oluşma ihtimali olan her şeyi de yok etti. Artık Mehdi’nin aşkını kabul etmemiz, onaylamamız olası değil. Çünkü bu aşk değil; aşk, şiddet içermez. Fakat en kötüsü ne biliyor musunuz? Toplumumuzda çoğu kadın bu tarz adamları, ideal âşık; bu davranışları da aşkın emareleri olarak görüyor. Gerçek şu ki ne âşık insan karşındakine zarar verir ne de aşk, insanı şiddete yönlendirir. Bu kıskançlık kisvesi altında yapılan şey bir tür hastalıktan başka bir şey değil. “Ben böyle seviyorum, ben korumak için yapıyorum, kıskanıyorum” gibi bahanelere sığınarak yapılanlar sadece zorbalık olabilir ve bunu tüm kadınların artık idrak etmesi gerekiyor. Mehdi’nin en büyük bahanesi Zeynep’i korumak! Halbuki Zeynep’in korunmaya ihtiyacı yok ki yeter ki kendisi gölge etmesin! Ayrıca Zeynep’i kaçırarak anlatmak istediklerini anlattıktan sonra onu ikna edemezse zarar vermeyeceğinin de garantisi yok. Kaldı ki ona hiç bir zarar vermeden bıraksa bile ona yaşattığı o korku, çok ağır ve asla kabul edilemez. Mehdi yaptığı bu hatayla bu ilişkide ne sevgi ne saygı ne de aşk kaldığını gösterdi. Polise yakalandıktan sonra dibe vuracak muhtemelen. Artık en büyük destekçisi Sakine de yok yanında, Nazlı bile “Bu kız senin sonun olacak bırak peşini!” demesine rağmen dinlemedi. Üstelik Cemile’yle Nuh dahi yaptıklarını onaylamıyorlar. Kendisi dışındaki herkes, yanlış yaptığını söylese de onları dinlemiyor ve bildiğini okuyor. Umarım ve dilerim ki yaşattıklarının elbet bir bedeli olacak ve Zeynep’i ebediyen kaybedecek bir zamanların Mehdi Usta’sı!

Mehdi’nin tüm yaptıklarını artık ondan bekliyor olsam da Cemile’nin söyledikleri beni çok şaşırttı doğrusu. Cemile, iyi kalpli ve adaletli bir kadın. Zeynep, Benal’den dolayı evden ilk çıkıp Sultan’a gittiğinde de o kapıyı kırıp  evden çıktığında da hep destekçisi oldu. Fakat bu olayda acısı, adalet duygusunu bastırdı. Mehdi’nin yanlış yaptığını bile bile suçu Zeynep’e yükledi ; onu umut vermekle itham etti. Halbuki Mehdi’nin yanında olmasını isteyen de kendisiydi. Biliyorum acısı var, elinde bir tek Mehdi kaldı ama yine de bir kadının, başka bir kadına bu lafları sarf etmesi çok rahatsız ediciydi. Ne yazıktır ki toplumumuzda kadın, önce kadını suçlamaya meyilli; özellikle de karşısında babası, abisi, kocası gibi bir yakını varsa. Suçu kadında bulmak daha kolay geliyor  ve  maalesef bir sorun oluştuğunda kadın, koşulsuz olarak hemcinsinin yanında yer almıyor, onu anlamak yerine hatalı ilan ediyor. Ben Cemile gibi sağ duyulu bir kadının endişesi ve korkusu biraz azaldığında yeniden Zeynep’i anlayıp onun destekçilerinden biri olacağını umuyorum. Çünkü biz kadınlar birbirimizin yanında olmazsak kimsenin olmasını bekleyemeyiz.

Haftaya görüşmek üzere.

*Başlıktaki söz, Fight Club (Dövüş Kulübü) filminin bir repliğidir.

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.