Siyah Beyaz Aşk 26. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Her hafta ayıla bayıla izlediğim ve çok keyifle yazdığım Siyah Beyaz Aşk; iki haftadır bana mı aynı lezzeti vermiyor, ruhunu mu bir miktar kaybetti, bilemiyorum. Bildiğim, bölüm sonrası kalemimi biraz çekiştire çekiştire yazmaya ikna ettiğim. Bölüm bittikten sonra uzun uzun düşündüm,neyin eksikliğini yaşıyorum, acaba diye. Varsayımlarım ve teorilerim var elbet ama ben istesem de istemesem de bir değişiklik yaşanıyor ve hayal ettiğimi değil, gördüğümü değerlendirmem lazım.
Geçen hafta Özge’yle ilgili sürpriz gelişmeden sonra “Çocuk, Ferhat’ın!” tespitini yapmıştım. DNA testiyle ilgili bir oyun ya da entrika beklememiştim çünkü yeni yazım ekibinin olayı farklı bir yere götürmeye çalıştığını algılamıştım. Nereye geldik ve nereye götürülmek isteniyoruz kısaca bir daha bakalım, isterseniz.
Ferhat’ın Vildan’la geçmişte yaşadığı tek gecelik bir ilişkiden olan kızı Özge… (Tek gecelik ilişkiler niye hep hamilelikle sonlanır, hiç anlamış değilim) Bu gerçeği, şimdiye kadar bir tek Handan biliyormuş, o da kendi hesapları gereği durumu saklamış. Şu an elimizde bir Jülide var. Amacı, Aslı’dan intikam almak ve bu yüzden onu mutsuz etme çabasında. Aslı’yı mutsuz etmenin yolu da onu Ferhat’tan koparmaktan geçiyor. Jülide ince hesaplarla, dikkatli tuzaklarla iş yapmıyor. Ortalığı karıştırırken bulduklarını kullanıp tesadüfi bir yol çiziyor kendisine. Her malzemeyi ve herkesi kullanma potansiyeli var. Jülide’nin varlığına anlam kazandırmak daha doğrusu ona bir alan açmak için bu yola sapıldı diye düşünüyorum.
Ferhat, hiç beklemediği bir anda bir çocuğu olduğunu öğrenince kafası ve duyguları karışacak. Kızını ve kızının annesini korumaya çalışacak. Jülide’nin alttan alta işlemeleriyle Vildan, Ferhat üzerinde hak iddia etmeye başlayacak ve Aslı buna tahammül edemeyip Ferhat’ı terk edecek. Böylelikle de Jülide “başarılı bir kötü” olarak konumlanacak. Evet, bu plan, kâğıt üzerinde işler ama sadece kâğıt üzerinde. Niye mi? Biz, büyük sevdaların üçüncü kişilerle sınanmayacağı teziyle geldik, bugünlere çünkü. Hadi, yazım ekibi değişti bu ilkeyi sürdürmek zorunda değil diye düşünelim yine de uygulamada aksıyor plan, bana kalırsa. Jülide’nin teyzesine karşı Vildan’ı destekliyor oluşu, Vildan’ı nasıl rahatsız etmez anlamış değilim. Ben olsam, hamile teyzesi dururken “Ama senin Ferhat’tan çocuğun var, boşver sen teyzemi! Ferhat’a sahip çık!” diyen bir yeğenin dürüstlüğünü ve içtenliğini fena hâlde sorgularım. Eh, “Vildan ruh sağlığı yerinde biri değil, Jülide’ye kolayca inanabilir hatta Ferhat’ın kendisine âşık olduğunu da düşünebilir.” diyecek kadar ileri gittik, diyelim. O zaman asıl sorum geliyor? Ferhat, bütün bu olup bitene sessiz kalır mı?
Jülide’nin gerçek yüzünü sezmeye başladığı için onca karmaşanın arasında bile Jülide’yi çekip ona ayar vermeyi ihmal etmedi, Ferhat. Eğer karakter eski çizgisinde kalacak ve savrulmayacaksa (ki şüphelerim var) o zaman plan baştan çıkmaz sokak, zaten. Ferhat’ın Özge’yi kabullenmesi başka şey, Vildan’ı kabullenmesi başka… Aslı evi terk etmeye kadar varacak bir tepki gösterebilir, katılıyorum ama bebek düşmediği sürece Jülide’nin gerçek amacına ulaşması çok güç.
Jülide, ne yazık ki başarılı bir kötü olamadı. Karakterinin alt metni çok zayıf. “Annem hastaydı, onlara haber verdik hayatlarına ara vermediler.” düşüncesi bu kadar büyük bir kin ve intikam duygusu için çok hafif, bu yüzden de gerçekçi değil. Aslı, ablasıyla ilgili gerçekleri hiç bilmiyor, Jülide de bunun farkında ve bunun altı defalarca çizildi. Bu durumda Jülide’nin Aslı’ya nefreti fazlasıyla havada kalıyor. Bu noktadan sonra seyirciyi ikna edecek bir çizgiye oturtulması bana sorarsanız mümkün değil. Çok kişisel fikrim, Jülide’ye oynamaktan vazgeçmek ve öykünün ana dinamiğinde kalmak. Aksi takdirde o da onun neden oldukları da izleyicide “yapıştırma” duygusu uyandıracak ve akışa fena hâlde zarar verecek.
Vildan ve Ferhat, çift olarak hatta tek gecelik bir ilişki dahi olsa izleyici karşısına konması çok yanlış iki karakter, kanımca. Bu hafta laf arasında Namık’ın Yeter ve çocuklarını eve getirdiğinde “Babamın bir ahbabı” ifadesini kullandığını öğrendik. Oysa geçmişte biz Namık’ın, Yeter’i evdekilere “Babasının gayrimeşru kızı” olarak tanıttığını biliyorduk. Sanırım bu değişiklik Vildan ve Ferhat’ın “akraba olmadıkları” algısı yaratmak ve “Ne var yani aralarında bir ilişki yaşanmış olabilir!” savunması yapmak üzere oluşturuldu. Ancak unutulmaması gereken temel konu, Ferhat’ın Namık’ın oğlu olduğu. Eğer Handan da şu ana kadar bildiğimiz üzere Namık’ın ablasıysa bu ikilinin kardeş çocukları olduğunu ve 21. yüzyıl Türkiye’sinde normalleştirilmemesi gereken bir ilişki bağının yaratıldığını söylemek zorundayım. Şimdi bana “Abidin ve Gülsüm’ün aşkına izleyici tepki vermedi ama…” diyenler olacaktır. Yeniden hatırlatmak durumundayım ki onlar kendilerini kuzen bilseler de izleyici gerçekte akraba olmadıklarının farkında. Evet, günümüzde dahi kardeş çocuklarının evlilikleri maalesef sık rastlanan bir olgu ama bunun sosyolojik nedenleri var, çoğu aşka dayanmayan “gereklilik” evlilikleri… Abidin ve Gülsüm de bu nedenle izleyenleri rahatsız etmemiş olabilir ama aynı çatı altında yaşayan iki kuzenin tek gecelik birliktelikleri, başkasını bilemem ama beni fazlaca irite ediyor. Bütün bu olanlara karşın Vildan’ı sağduyulu tutup ona akılcı bir yol çizilmiş olsaydı bir nebze görmezden gelip” Olmuş bir gençlik hatası!” diyebilirdim belki ama bu hafta izlediğim “Ferhat’ı herkesten iyi ben tanırım, Ferhat’la mutluluğum engellendi, Ferhat, Ferhat, Ferhat…” noktasındaki Vildan kendi gelişimi içinde bana sorarsanız çok saçma bir yere savruldu. Bu arada bir küçük dipnot ekleyeceğim: Alkoliklik, ciddi bir bağımlılıktır. Ben bıraktım deyince bırakılmaz, arada sırada bir barda iki tek atıp sonra “Arada sırada içiyorum, alkolik değilim” havasına girilmez, üstelik iki fırt çekip hayatın rutini etkilenmeden sürdürülemez. Vildan her kaosta içkiye sarılan ama sonra aklı başına gelen ve niyeyse hiç içki aramayan bir alkolik kimliği çizer oldu ki bu da inandırıcılığını zayıflatıyor.
Ben yaşananlar karşısında Ferhat’ın tepkilerini bir yere kadar anlıyorum. Cüneyt’i vuramamasını da Özge’ye sahip çıkmak istemesini de aklımla kabulleniyorum. Ne var ki Aslı’nın kadınsal sezgileriyle hissettiklerine ve bunun yaratacağı kırgınlığa da sonuna dek hak veriyorum. Hele hele bölüm sonunda mektubu okuyup da gerçekleri öğrendiyse o zaman benim tanıdığım Aslı, o evde durmaz ve sonuna kadar da haklıdır. Ferhat’ın çok akılcı bir orta yol bulması gerekecek. Özge ve Vildan’ı konakta tutup ekonomik olarak destekler, Özge babasını bir süre daha Cüneyt olarak bilir ama kendisi bu sürede bütün varlığıyla Aslı’nın yanında durur. İleride Özge’ye gerçekleri açıklamak istiyorsa onu da açıklar, kızıyla da başarabiliyorsa sağlıklı bir ilişki kurar ama bunun yöntemi, Aslı’yı da onlarla birlikte yaşamaya mecbur ederek değil, Vildan’la bir bağ kurarak değil, hele hele Vildan’ın Aslı’yla ilişkisine müdahil olmasına izin vererek hiç değil. İşte tam da bu yüzden evi terk eden Vildan’ın peşinden gitmesini hiç Ferhatça bulamadım. Ne yazık ki Ferhat karakteri de geçmişindeki karmaşaya ayak uydururcasına savrulmaya başladı. O konumda Ferhat, Vildan’ın peşine Abidin veya Dilsiz’i gönderir kendi gitmezdi; hele hele Aslı, gayet net derdini anlatmış ve kesinkes “Gitme!” demişken Aslı’yı bırakıp Vildan peşine hiç düşmezdi. Bütün bunları kafasının karışıklığına bağlamaya ve yakında bir çizgiye oturacağını ummaya çalışıyorum.
Ferhat’ın geçmişiyle ilgili bu hafta yeni bir detay öğrendik ve açıkçası eski art öyküsünü düşününce de benim kafamda boşluklar oluştu. Bizim bildiğimiz, üstelik Taş Ev’de Aslı’yla konuşurken de anlattığı gibi Ferhat 12 yaşında katil oluyor. Suçu, Namık’ın bir adamı üstleniyor. Namık, Yeter ve çocuklarını Emirhan konağına getiriyor. 2 yıl birlikte yaşıyorlar sonra suçu üstlenen adam ”Ben yapmadım, Ferhat yaptı!” diyor ve Ferhat’ın hapis süreci başlıyor. Oysa bu hafta biz 12 – 14 yaş aralığında sokaklarda yaşayan üstelik bir de çok yakın arkadaşı olan bir Ferhat hikâyesi öğrendik. Bu detay öyküye ne katacak hiç anlamadım, Ferhat kimliğini nasıl besleyecek onu da çözemedim ama gördüğüm bir şey varsa Ferhat’ın karakter özelliklerinde bir kez daha değişikliğe gidildiği. Sonuçlarını ilerleyen zamanlarda göreceğiz, sanırım. İbrahim Çelikkol, çok özene bezene bir Ferhat Aslan karakteri çıkardı ve görebildiğim kadarıyla o kimliği olabildiğince korumaya çalışıyor. Tepkileriyle, kullandığı alametifarikası olmuş sözcüklerle, duruşuyla Ferhat Aslan’ı sendeletmemek için çok uğraşıyor ancak karakterin alt metninde bu kadar oynama yapılırsa çatışmalarda karakter bu kadar ona aykırı tavra sokulursa onun da gayreti bir yere kadar işe yarar.
Aslı, evdeki gerilimden fazlasıyla rahatsız ve güç geçeceği vurgulanan hamileliği de bu duruma eklenince tuhaflıkları hissetse de üzerinde düşünemez ve algılayamaz duruma geldi. Bu hafta sık sık yaşanan kasılma ve sancılar beni, bebeğin akıbeti konusunda kaygılandırdı, açıkçası. Acaba Vildan’ın eli güçlensin diye Aslı’nın bebeğini feda mı edecekler diye de düşünmüyor değilim. Umarım olay o noktaya gelmeden olup biteni öğrenen Aslı, evi ayırmayı başarır.
Dürüst olmam gerekirse Özge’yle ilgili gerçeği Aslı’nın bir an önce öğrenmesini de Gülsüm’ün evdeki köstebek olduğunun ortaya çıkmasını da sevdim. Böylelikle öykü biraz hız kazanacaktır. Gülsüm’ün Cüneyt’ten yakasını kurtaramayacağı apaçık belliydi. Abidin’in gerçeği öğrenmesi bu noktada kesin çözüm oldu. Ancak itiraf ediyorum ki Ferhat’a karşı suçu üzerine almasını beklemiyordum. Finalden anladığım kadarıyla Abidin, şimdilik evi terk ediyor. Onu bir süre olsa da kaybetmek, Gülsüm’ü de biraz yüreklendirir diye umuyorum hatta fazla pembe bir tablo olmayacaksa ben anlık bir cesaretle gerçeği evdekilere açıklamasını da umuyorum.
Şu an geldiğimiz noktada Aslı ve Ferhat’ın aralarında eskisi gibi dev bir mücadele olmasa da bunun yerini dış faktörler almış görünüyor. Vildan ve Jülide işbirliği, evliliklerinin üstüne kara bulut olarak çökecek anlaşılan. Baştan beri öykü bu yola sapmasın istemiştim ama kolaya sığınıldı.
Siyah Beyaz Aşk, 26 bölümlük ekran macerasında üç kez senarist değiştirdi. Bu değişimlerin hemen ardından öyküde görülen çok keskin dönüşler ve bu dönüşlerin ısrarla total izleyicisini avlama gayesi gütmesi bende yazandan çok “yazdıran” etkisi uyandırıyor. Öykünün asıl sahipleri olsun öyküye asıl ivmeyi katan senarist olsun bazı direktiflere boyun eğmedikleri için “Benden bu kadar!” noktasına geldiler diye düşünüyorum. Şu anki tabloya baktığımda da yaratan değil kendisini dikte edileni kaleme alanlar görüyorum, maalesef. İşi erbabına bırakmamak, aksine her aşamada müdahil olmak ve bunu zaman zaman zorlayıcı hâle getirmek ne yazık ki sektörde enteresan bir anlayış hâlini aldı. Bu anlayışla başarıya ulaşmış tek bir proje görmek mümkün değil ama bazen insanların egoları, sağlıklı düşünmelerine engel olabiliyor. Siyah Beyaz Aşk, iç dinamikleri güçlü bir dizi, ana çatışma henüz kriz aşamasına gelmedi yani epeyce su götürür, oyuncu kadrosu adına çok şanslı ve hepsinden önemlisi diziye çok bağlı bir izleyici kitlesi var. Keşke “ Bak total bunu sever, yaz şöyle bir sahne!” ya da “Boşver şimdi karakterin geçmişini, izleyicinin duygularına oyna!” diyenler yani çeşmenin başındakiler, dizinin kendisinde var olan avantajları kullanmayı düşünebilse… Biz de yeniden o büyüye kapılabilsek.