YAZAR: Şehriban Simay Demir

Geçen hafta Zeynep ile Mehdi’yi yeni hayatlarının ilk sorunu ile baş başa bırakmıştık: Güvensizlik! İkisi de aynı gecede karşılıklı olarak birbirlerinin farklı kimlikleriyle yüzleşti ve bu durum ikisinin de birbirine başka bir gözle bakması sorununu ortaya çıkardı.

Artık Mehdi, iki Zeynep olduğuna inanıyor. Bu yüzden ona “Sen kimsin”? diye sordu. Zeynep’in kendisinin bile cevap veremediği bu soru onun aracılığı ile bir kez daha çarptı yüzüne. Mehdi’nin evlendiği Zeynep kimdi gerçekten? Can kardeşi Remzi’nin saf kardeşi mi, yoksa yalan söylediğinden şüphelendiği, türlü dünyalara girmiş meçhul akrabaları olan bir insan mı? Bir tek Mehdi değil Zeynep de karşısında iki ayrı insan olduğuna inanıyor artık. Biri mahallelinin sevdiği, saygı duyduğu adam, diğeriyse öfkelendiği zaman gözü kararan, karşısındakine tekme tokat dalan, yani şiddete başvuran bir insan!

Zeynep’in güvensizliği kaybolmuşluğunda gizli, kim olduğunu bilmeyişi ile alakalı ama Mehdi çok net bu konuda ne Zeynep’e güveniyor ne de Zeynep’in onunla kalacağına. Peki, ama onun bu hislerinin kaynağı nedir? Muhtemeldir ki o kendine güvenmiyor, kendini Zeynep’e layık görmüyor, hayatın ona mutlu olma şansı vereceğini düşünmüyor. Tıpkı arkadaşına söylediği gibi “Biz kim, mutlu olmak kim?” Yine de mahalledeki herkesin ve ailesinin gözdesi olan bir insanın kendi yaşantısındaki bu güven problemini net olarak çözümleyemedim ben, sanırım bunun için biraz daha zamana ihtiyacımız var.

Öte yandan Zeynep, iki hayat arasında sıkışıp kalmış, kaybolmuş durumda. Önce onun kararsız olduğunu bu yüzden durmadan savrulduğunu düşündüm. Ne var ki iyi de olsa kötü de olsa bir karara varıyor neticede: Mehdi ile aldığı evlilik kararı, öz annesine taşınma kararı, nişanlanma ve bunu bozma kararı… Asıl mesele, bunların başkalarının isteği doğrultusunda alınıyor olması çünkü o hayatına, hayatındaki olayların akışına yön veremiyor. Yaşanan olaylar karşısında tıpkı bir etkisiz eleman gibi. Kısacası Zeynep hayatının hâkimi değil, seyircisi şimdilik.

Etrafındaki herkes tarafından bir yerlere çekiştirilirken, bir tek Mehdi’ye “Bana karışamazsın, ben özgürüm!” diyebilmesi ve bunu bir tek ona karşı kullanabilmesi ironik aslında. Ona deşarj oluyor ve hiç farkında olmasa da Mehdi ona merhem oluyor. Dertlerini, kaygılarını, korkularını Mehdi ile paylaşıyor. Bu durum ikili ilişkilerde de ikisinin birlikteliği için de çok önemli. Zeynep’in aksine Mehdi’yi sık sık Zeynep’e ulaşmak, kendini ona tanıtmak için hamle yaparken gördük. O aklının bir köşesinde hep belki bana bir şans verir, belki beni terk etmez, belki beni sever düşüncesiyle hareket ediyor ama bunları yaparken böyle düşündüğünün farkında bile değil. Aslında annesi Faruk yalanını ortaya atmasaydı Zeynep, Mehdi’ye güvenmeye hazırdı. Yalan söylediği için nasıl pişman olduğunu gördük ki bu ona değer verdiğini gösterir. İkisi de henüz farkında olmasalar bile birbirlerine ‘ev’ olmaya başladılar bile. Zeynep, Nermin annesine “Ben hâlâ evimi arıyorum.” dedikten sonra Mehdi bunu bilmeden “Senin evin benim yanım.“ dedi ve bence bu, bölümün en güzel detayıydı. Biz aslında Zeynep’in suskunluğundan, tepkisizliğinden, karşı çıkamayışlarından şikâyet etsek de biraz empati yaptığımızda belki anneye karşı bu kadar suçluluk hissetmeyiz ama biz de evimizi, kimliğimizi, nereye ait olduğumuzu bulmaya çalışırdık diye düşünüyorum. O Nermin’in evini kendine yuva yapamamış ancak doğduğu ev de yuva olamaz ona artık. Tamam Zeynep’in geçmişi, çocukluğu bu mahallede geçti ne var ki onun düşünce tarzı, yaşam biçimi ve olmak istediği kişi kesinlikle bu mahallenin çizgisinden çok farklı çünkü o artık dünyayı gezmiş, okumuş, kültürlü ve mesleğini eline alacak bir kadın. Zaten annesinin ve mahallelinin evlilik ve kocaya olan görevler hakkındaki söylemine verdiği tepkiyi görünce aksini düşünmek mümkün değil. İşte tam da bu yüzden onun evini aramasından daha doğal bir şey olamaz bana göre.

Zeynep biraz suçluluk duygusu, biraz da vicdan azabından dolayı annesinin yanında kalmayı seçti seçmesine ama annesi öyle zamanlarda, öyle kritik hamleler yapıyor ki Zeynep’in hayatını değiştirebiliyor: Faruk için onun abisi demesi, Nermin’e gidip yardım için yalvarması, onun içi kan ağlarken bile ‘en mutlu gününü gördüm ya’ diyerek hakkını helal etmesi… Sakine tam anlamıyla bir vaka! Bazen bizi dahi ikna boyutuna getirebilen bu duygu sömürüsü aslında resmen psikolojik şiddet ve ne yazık ki bir tek o değil, seni seviyorum diyen Faruk da aynı şiddeti uyguluyor ona. Tüm bu olup bitenleri öğrendikten sonra ona “Nasılsın?” diye sormak yerine “Senin yüzünden ne hâldeyim, perişanım.“ dedi. Sürekli bir “ben” söylemi var, derdini dinlemek yerine dert yanıyor, dahası onu boşanmaya zorlayarak “Sen yapmazsan ben kendi yöntemlerimle yaparım!” diyor! Zeynep’in etrafında onu sevdiğini söyleyen herkesin aksine sadece Mehdi’de soluklanabildiğini hissediyorum ben çünkü Mehdi ona “İyi misin?” diye soran, onu dinleyen ve her zaman dinlemeye de talip tek insan.

Zeynep ve Mehdi daha birbirlerini tanıyamadan apar topar evlendiler. Ne var ki evlilik her ikisi için de bambaşka bir durum ifade ediyor. Zeynep için evlilik, annesi istediği için yerine getirdiği bir istek, toplumsal bir rol sadece. Bu en küçük kurumun iki kişilik dünyası ne cinsel ne de duygusal anlamda umurunda değil. Bu noktada Mehdi’yi de umursamıyor ne yazık ki. Aslında yaşanmışlıklarını düşündüğümüzde bunun için onu asla suçlayamayız. Öte yandan Mehdi bu durumu “evlilik kurumu” olarak kabullenmiş gibi. Tamam, Mehdi Zeynep’ten etkilendi, onu sevmek istiyor ve tabi sevilmek de. Evlenmesinin altında yatan sebep bunlar olsa da o bunu “sorumluluk” olarak nitelendiriyor zihninde ve Zeynep’in sorumluluğunu da aldığını hissediyor tıpkı anne ve ablalarına olduğu gibi. Her ne karar beraber olmasalar da Mehdi bu evliliği gerçek bir evlilik olarak düşünüyor, alyansını takmasını isteyip kendilerini aile olarak nitelendirmesi de bu yüzden. Mehdi; Zeynep’e fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulamayan, onu anlamaya çalışan, onun kendisini anlatması için yol açan tek insan ve bu açıdan bakıldığında bu çok nahif ve dokunaklı çünkü Zeynep haklı olarak henüz bu noktada değil.

Biraz yükselip Zeynep’in odağında olduğu kişilere baktığımda aslında Zeynep, sevgisiz kalmış ya da öyle büyümüş bir kadın değil. Sakine bütün bencilliğine karşın kızını seviyor. Nermin de öyle… Mehdi çok haklı Zeynep’te bir “anne enflasyonu” var üstelik de onu seven anneler, ikisi de. Faruk, kendi çapına göre sevmiş Zeynep’i; çocukken onu çok seven bir de abisi var. Arkadaş çevresinde de ilgi gördüğü açık ancak Zeynep çok sevilse de “istediği gibi” hiç sevilmemiş bir karakter. Herkes onu kendince sevmiş. Oysa o sevme tarzlarının hiçbiri Zeynep’in çocukluğundan beri taşıyıp getirdiği yaralara iyi gelmiyor. Birinin Zeynep’i sırf o olduğu için ve Zeynep’in istediği gibi sevmesi gerek. Şu an için Mehdi, onun bu ihtiyacını fark etmiş görünmüyor çünkü kendisi de çok şaşkın ve akıntıda sürükleniyor ama o sezgisel olarak doğru kararlar alabilen bir adam. Muhtemeldir ki zaman içinde Zeynep’e, “Zeynep’in istediği” sevgiyi gösterebilecek adam da o olacak.

Zeynep, Mehdi’ye iyi gelecek mi, onun yaralarını sarabilecek mi? Şimdilik bunu söylemek için çok erken çünkü henüz Mehdi’nin bütün yaralarını bilmiyoruz bile. Görebildiğimiz o da tıpkı Zeynep gibi kalabalığın içinde yalnız bir adam. İkisi de suyun üstündeki saz gibi akıntıya kapılmış sürükleniyorlar. Çarptıkları bir taş, o iki saz parçasını el ele tutuşturdu ve şimdilik birlikte yol alıyorlar ama karaya vardıklarında neler olacak öngörmek çok zor.

Zeynep’i de Mehdi’yi de sürükleyip götüren akıntı, bize çok keyifli bir bölüm sundu, bu hafta. Bu güzelliği biz ulaştıran bütün ekibin emeklerine sağlık.

Haftaya görüşmek üzere.

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.