Yanındayım, Yalnız Değilsin ( Sefirin Kızı,9. bölüm)
YAZAR: Şeyma BULUT
Dost nedir, kime denir? Bununla ilgili günlerce, aylarca konuşsak yeridir. Bana kalırsa bir insanın gerçekten yanınızda olduğunu anlamanın iki yolu vardır: Bir en mutlu gününüzde bir de zor gününüzde yanında olan insan, arkadaştır. Sancar Efe için söylediğimiz onca özelliğin yanına bir yenisini daha ekleyebiliriz: O, hakiki bir dost. Gediz’le arasında yaşananları düşündükçe gözlerim dolu dolu izledim onu bu hafta. O, dostuna ne kadar öfkeli olsa da Gediz’in yıkıldığı anda dimdik oradaydı. Böylesine delişmen ve kindar birinden beklemediğim bir tavır, bu. Günler geçtikçe Sancar’a olan tavrım da değişiyor. Tüm defolarına rağmen o iyi bir adam. Kalbine aldığı insanlara ne kadar kızarsa kızsın, onların zarar görmesi durumunda içinden bir koruyucu çıkıyor ve hepsini sarmalıyor.
Sancar ve Gediz bunca bölüm boyunca birçok kez karşı karşıya geldiler. Bunun en büyük sebebi Nare’ydi. Aynı kadına âşık oldukları anda, yollarının da ayrıldığını düşünmüştüm; ta ki bu bölüme kadar. Sancar öfkeli, sinirli biri olsa da arkadaşının zor anında yanındaydı. Gediz öğrendiği gerçeklerin karşısında yıkılacaktı ve o bunu engellemek için elinden geleni yaptı. Müge’yle konuşurken Akın meselesini öğrendiği anda olacakları önceden bilir gibi “Gediz kaldıramaz.” dedi. Olayı kendince çözmeye çalışırken etrafındakileri de korumak için büyük bir mücadele verdi. Şimdi bu adama nasıl kötü diyeyim ben?
Sancar sinirli, öfkeli, sabit fikirli ve takıntıları olan bir adam. Ancaaak bir bakmak lazım değil mi? Artıları mı çok, eksileri mi diye? Bu haftadan itibaren artılarının fazla olduğunu söyleyebilirim. O iyi bir baba, iyi bir dost ve sevdiklerine karşı çok korumacı, güzel bir insan. Yaşadıklarından dolayı yaptığı hataları görmezden gelmiyorum ama berbat biri de olduğunu düşünmüyorum. Evet, yazarınız ilk bölümlerde ettiği tüm lafları tek tek geri aldı; yaladı, yuttu.
Aslında sorun şu: Sancar’ı kimse anlamıyor. Biz bunu hep Nare için dedik ama Sancar’ı anlayan var mı? Bir kişi hariç kimse anlamıyor bu adamı. O da Kavruk’tan başkası değil. O destansı aşkı da iki tarafın yaşadıklarını da en yakından gören gözdü. Her şeyin ötesinde Sancar’ın kendine söylediği yalanların doğrusunu ona söylerken onun kalbini görebilen ve hakikati korkusuzca söyleyen tek kişi o. Sancar, kızını anlatırken “Nare’nin tek gitmesini ister misin?” diye sorduğunda onun kalp sesini duymuştu. Öteki yandan Sancar, Nare’yi suçladığında “Sen sütten çıkmış, ak kaşık mısın?” diye sorarken de gerçekleri yüzüne korkmadan çarpabildiğini gördük. Bana kalırsa her insanın hayatında Kavruk gibi bir sese ihtiyacı var. Bir kişi düşünün ki hem kalbinizin sesini duysun hem de sizi doğru yola çekmek için elinden geleni ardına koymasın. Bazılarının varlığı armağan gibidir. Sancar için de Kavruk bir hediye. Onun en içten arzusunun Nare ve Melek ile yeniden aile olmak istediği olduğunu görebiliyor. Kavruk’a bunu demesine gerek bile yok. Muhteşem bir şey değil mi, bu?
Kavruk’un haklı olduğu bir konu var: Sancar artık Naresiz yapamaz. Evet, belki sekiz sene yaşadı bir şekilde ama artık olmaz. O geçen yıllarda sevdiği kadına çok öfkeliydi. Geçmişte yaşananları unutmuyor ve daha da öfkeleniyordu. Şimdiyse durum çok başka. Kavruk’a dediği gibi: O her şeyi unutup onunla bir hayat kurmaya hazır. Yaşananların ardındaki sır perdesi aralandıkça öfkesi diniyor ve değişimi yaşıyor. Belki Menekşe ile olmamış olsaydı çoktan o adımı Nare’ye atacaktı. Sevdiğine, inanıyor mu inanmıyor mu bilmiyorum. Amaaa Nare’sini görmeye dayanamayan Sancar’dan geceleri sevdiği kadın ve kızını gizlice izleyip hayallere dalan Sancar dönemine geçmiş bulunmaktayız. Eh, ne derler bilirsiniz. Önce hayalini kur, sonra gerçekleştir.
Sancar içinde bunları yaşarken değiştiğinin de farkında mı acaba? Öncesinde Nare’nin Gediz’le çalışmasına şiddetle karşıydı. Kızı için yaptığı anlaşma da bunu gerektiriyorken Nare’nin yeniden Marina’ya gitmesine, söylenmek dışında bir şey yapmadı. Ben de buna bakıp bu dostluğu kabul ettiğini düşünüyorum. Aslında bunu istemiyor, canından can gidiyor belki ama Gediz’in adım atmaması, Nare’nin onu en yakın arkadaşım olarak adlandırmasının ardından sessiz kabullenişini de görmemek mümkün değil. Bu da bende Sancar’ın öfkesi dindikten sonra gayet de makul olabildiği düşüncesini uyandırdı. Nare ben yalnız bir anneyim, diyerek pozunu atıp gittiğinde o ufacık andaki ifadesi ve asla reaksiyon göstermemesi Sancar’ın “her şeyinle kabulümsün” kıvamına bir adım uzakta olduğunu düşündürdü bana.
Sancar ve Nare’nin ortak özelliklerinden biri de sevdikleri söz konusu olduğunda gözlerinin bir şeyi görmemesi. Gediz, Sancar’ın olduğu kadar Nare’nin de en yakın arkadaşı. Nare, bu adamı öyle bir sevdi ki sadece onu değil, çevresini de korumak için elinden geleni yapıyor. Başına gelenleri Gediz’e ispat etmesi gerekmedi ama Müge öyle değil. Haklı ya da haksız onu tartışmıyorum ama Nare’nin yapmaya çalıştığı şey çok zordu. Tecavüz gibi bir olayı anlatmak bile zorken bir de onu ispat etmeye çalışmak insanı darmaduman eder. Nare çok zorlandı. Yine de kendi acısını görmezden gelerek Müge’ye gerçekleri gösterdi. Arkadaşlık bu değil midir zaten? Dostunun zarar görmemesi için onun canını yakmayı göze alırsın. Nare hem Gediz’e hem de Müge’ye gerçekleri göstermek için onları dağıttı. Bunu yapması gerekiyordu, haklıydı da. Zira bir yalan bulutunun içinde durup daha büyük acılar yaşanmasındansa gerçeklerin ışığında hayata devam etmek, her zaman daha iyidir. Akın’ın yokluğunda yaşananlar böyleyken o, şehre döndüğünde olacakları tahayyül etmekte zorlanıyorum.
Akın için oldukça zor bir dönem kapıda. Bir yanda Nare, bir yanda Sadıçlar ve Müge derken esas tehlikeyi gözden kaçırmışa benziyor. O da Güven Çelebi. Bu ikisinin ittifakı artık yok. Akın, Nare için Güven’i alaşağı etmeye kalkınca kendi eliyle bir düşman daha yaratmış oldu. İşin fena yanıysa farkında değil çünkü ciddiye almıyor. Ancaaak almalı. Size bir tespitimden bahsetmek istiyorum: Bana göre bu dünyanın en tehlikeli kişileri her şeylerini kaybedenlerdir. Güven Çelebi de o durumda şu anda. Akın, her ne kadar önemsemese de bu adam her şeyini kaybetti. Sorumlu olarak da Akın’ı görüyor. Akın iyi gününde olsa belki önemli olmayabilir ama açılan dava, içinde bulunduğu durum onu zora soktu. Güven’den şimdilik video hamlesi geldi ama duracağını sanmıyorum. Er ya da geç Akın ve Sancar’ı kafa kafaya getirmek için bir plan daha yapacaktır.
Final sahnesinde Sancar ve gerçek arasında. bir telefon tuşu kadar mesafe kaldı. Önceki bölümlerden Sancar’ın hakikatleri öğrendiğinde yapacaklarını kendi ağzından duymuştuk: “Ne yaşarım ne yaşatırım!” Nare’nin o öğrenmesin diye elinden geleni yapacağını da biliyoruz. Peki, Sancar bu gerçeği öğrenirse ne olur? Ben bir türlü bulamadım cevabı. İçimdeki ses asla bulmamasını diliyor. Açıkçası bu olayların arasında benim en önemsediğim kişi Melek şu anda. Baba kızın yollarını yeniden ayırmasını istemiyorum. Bu yüzden de geçmiş, geçmişte kalsın diyenlerdenim.
Söylemeden geçmeyeyim, Melek’in o güzel dileği kalbimi ısıttı benim. Kısacık hayatında hiçbir zaman gerçek bir aile sevgisi görmedi bu çocuk. Anne şefkatiyle büyürken baba olgusuna çok uzaktı. Yıllar sonra babasına kavuştu ama iki inatçı ebeveynle baş başa kaldı. Yaptığı resimlerle anne ve babasını yan yana görmek istiyor. Onlara evlenin de demiyor. “Babam arada sırada bizimle olsun” diyor küçük yüreği. Bu gerçekleşir mi bilmiyorum ama daha en az bir ömür varmış gibi hissediyorum.
Bütün ekibin güzel yüreğine sağlık. Çok güzel ve etkileyici bir bölümdü. Yazıma Nazım Hikmet’in bu güzel dizeleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere. Sevgiye kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin
Biz haber etmeden haberimizi alırsın,
Yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin.
O gider, bu gider, şu gider,
Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın.