Güle Güle Mehdi Usta! (Doğduğun Ev Kaderindir, 37.bölüm)
YAZAR: Şehriban Simay DEMİR
Ben kadere inananlardanım; her ne kadar özgür irademle kendi kararlarımı kendim veriyorsam da yazılmış bir kaderimin olduğuna ve bunun beni doğduğum ülkeden tutun da seçtiğim mesleğe kadar etkilediğini düşünüyorum. Zira doğulan ev, yaşanılan toplum, o toplumun dayattığı roller de bir bakıma insanın kaderidir bence. Mehdi, bunun en iyi örneklerinden biri . O ataerkil bir toplumda yazısız kuralların uygulandığı bir mahallede doğdu. Erkeğin her istediğini yapabildiği kadının isminin olmadığı bir zihniyetle büyüdü. Fakat yine de tercih hakkına sahipti ve ne yaptıysa kendi seçimiyle yaptı. Evet, bunu yaptıran en büyük etken içindeki kaybetme korkusu, kendini Zeynep’e layık görememesiydi belki ama en nihayetinde kendi sonunu yine kendi kararları belirledi.
Mehdi; doğduğu evi, büyüdüğü mahalleyi, yaşadığı sevgisizliği kader edindiği için bir kurbandı belki. Sonuçta Nuh da o mahallede büyüdü ama bambaşka bir insan olmayı tercih etti. Mehdi de bunu seçebilirdi ama yapmadı. O, şüphesiz hep aynıydı; güçlü görünmeye çalışan, ağır abiydi ancak kafasının içinde kendini sevgiye, aşka yani Zeynep’e layık görmedi. Zeynep’in aşkına inandığında bile istemediği ya da korktuğu bir durum ortaya çıktığında o aşkın arkasına sığınarak her türlü zulmü “sevdiğini” iddia ettiği insana yapıp bundan da zerrece pişmanlık duymayan birine dönüştü. Ardına sığındığı bu bahaneyle de yaptığı şeyleri kendince hep haklı çıkardı. Aslında içinde bastırdığı o şiddet hep vardı. Ama o Nuh’un bahsettiği mahalledeki o adamlardan olduğunu asla kabullenmedi bu yüzden de o tarafını hep baskıladı, yok saydı ve asla yüzleşmedi. Bu yok saydığı, zamanında belki yüzleşse çaresini de bulabileceği yanı, Zeynep’i kaybetme korkusuyla dizginlenemez hâle geldi ve en çok en sevdiğini yani Zeynep’i yaraladı. Zeynep’e olan aşkı, onu kaybetme korkusu “Annesinin sevmediğini elin kızı mı sevecek?” düşüncesiyle sınırlarını zorladı ve sonunda o mahallede görüp öğrendiği şeyi yaptı. “Ben böyle bir adam mıyım? Ben korkulacak biri değilim.” diye kendini inandırmaya çalışsa da dönüştüğü kişinin farkındaydı artık. O yüzden “Benim evim doğduğum, büyüdüğüm yermiş anladım.” dedi.
Mehdi için mahalle dışında bir hayat yoktu fakat mahalleden öte bir dünya vardı ve o, büyümek adına bu dünyaya adım attı. Bu yeni dünyada asla kendi gibi olamadı, o eski Mehdi’den geriye bir tek öfkesi kaldı. Hata üstüne hata yaptı, yanlış insanlara güvendi ve sonunda her şey altüst oldu onun için. Zaten manüpüleye çok açık bir insandı. Doğrusu o hiçbir zaman tam bir karakter de ortaya koyamadı. Ona ne yapacağını hep birileri söyledi. Önceleri annesi, sonra Müjgan, sonra o yanında olmayı tercih ettiği insanlar… Hep onun içindeki zayıflıkları kullanarak istedikleri yöne çektiler. Zayıflıkları ve korkuları kararlarının önüne geçti ve aklı yerine duygularını dinleyip öfkesinin kurbanı oldu. O dıştan güçlü kuvvetli, tuttuğunu koparan biri gibi görünse de hep zayıf, hep kendini ezik gören adamdı. Bu yüzden de kendini güçsüz hissettiği her an zorbalığa başvurdu. Düşünsenize daha Barış’ı tanımadan onu kendine rakip seçip mücadele etmeye başladı. Ne Zeynep’e ne de Barış’a denk olduğunu düşündüğü için de Zeynep’i kısıtlayarak bu rekabete son vermek istedi. Ardından aynı şeyi Benal’e de yaptı; onun karşısında kendini yetersiz hissettiği an, yine zorbalığı seçip onu odaya hapsetti. Halbuki Zeynep’le aralarının bozulmasının ilk sebebi Benal’in eski kocasından kaçıp Mehdi’ye sığınması değil miydi? Ne oldu? Karşısındakini onunla kalmaya ikna edebilecek cümleleri, sebepleri olmayınca o da Benal’in eski kocası gibi en iyi bildiği yola başvurdu: Şiddet! Anne sevgisi görmemiş olması, asla sevilmeyeceğine inanması, Zeynep’in onu istemediği düşüncesi onu darmadağın etti. Mahalleden ayrılışı da onu Mehdi yapan her şeyi yok etti ve geriye zorba, öfkeli ne Nuh’un ne de Zeynep’in tanıyabildiği biri kaldı.
Yine de “Yiğidi öldür ama hakkını yeme!” diyor ve iyiliklerini de görmezden gelmek istemiyorum. O, Yaldız’la Dilara’nın koruyucusu, onların manevi babası oldu. Bayram’a, Sakine’ye hatta Nermin’e en zor anlarında kol kanat gerdi. Zeynep’e karşı hırslarının ve zaaflarının kurbanı oluncaya kadar, onu destekledi ve ona güven verdi; hatta cesaretlendirdi. Zeynep’in deyişiyle onun “tutunduğu tek dal” oldu. Mezun olamayacakken hocalarıyla görüştü ve bu sayede o zamanında mezun oldu. Tüm umudunu yitirmişken Barış’a e-posta atıp işe geri alınmasını sağladı. Yani Nermin’in de dediği gibi “Mehdi iyilikte de kötülükte de hep birinci sıradaydı.”
Aslında Zeynep de Mehdi’yle aynı yerde doğdu. Belki orada büyümedi ama bir yanıyla hep kendini hayata gözlerini açtığı yere ait hissetti. Onun da dara düştüğü, çaresiz kaldığı ve yol ayrımına geldiği çok zaman oldu. Fakat asla birine zarar verebileceği bir yola başvurmadı. En korktuğu anda bile vicdanı kendini düşünmesine izin vermedi tıpkı Mehdi’nin kalbi durduğu zaman şikâyetinden vazgeçişi gibi. Fakat bu sefer, sadece kendisi değil ailesi ve Barış da Mehdi yüzünden ölümle burun buruna geldi. Bu defa sadece onun yaşamını ilgilendiren bir durum değildi. İşte, o zaman her şeyi bir kenara itti ve “Ben şu anda Mehdi’yi düşünemeyeceğim, ölüyorduk.” diyerek şikâyet etmek istedi. Ne var ki Zeynep’in merhameti, her zaman öfkesinden büyük oluyor. O birine merhamet gösterdiği zaman geriye kalan her şeyi unutuyor. Ne yaşadığı kötü anları ne ona yapılanları görüyor. Yaptıklarını asla tasvip etmesem de Zeynep’i artık böyle kabullendim. Barış’ı da anladım. Barış’ın artık tek dünyası Zeynep, onu üzmemek adına da hep kendinden ödün verecek adımlar atmaya devam ediyor. Bu doğru mu? Kesinlikle değil ama ne yapalım, bu da onun tercihi.
Bu bölüm, Barış’ı izlerken onun Zeynep’i ilk tanıdığında söylediği bir söz geldi aklıma “Birlikte yola çıkacağın kişinin en çok nereden yaralı olduğuna bak!” Barış, Zeynep’i tanıyor; onun yaralarını da ne kadar vicdanlı biri olduğunu da biliyor. Ufacık bir suçluluk hissettiği an kendini düşünmeden feda edeceğinin farkında. Bu yüzden Mehdi’nin yaptığından emin olmadan onu polise şikâyet etmek istemedi “Mantığı yok yapmasının.” dedi. Zira emin olmadan atacakları bir adımda hata yaparlarsa Zeynep’in onu sorumlu tutacağını çok iyi biliyordu. Bundan dolayı onu sakinleştirip şikâyet etmeden önce bir kez daha düşünmesi için ikna etmeyi seçti. Barış her şeyden önce adil bir adam, bu olayda da yine adil yanını gösterdi ve Zeynep’i deli gibi sevse de olayı Mehdi açısından değerlendirdi. “Bunu sana yapmaz.” dedi. Şüphesiz Barış, koşulsuz sevmeye ve her koşulda sevdiğinin yanında olmaya çalışıyor. En kötü günlerinde bile Zeynep’e desteğini sunmaktan, onu yatıştırmaktan geri kalmıyor. “Seni o kadar seveceğim ki dayanacaksın güven bana” diyerek sevgisini desteğiyle birlikte sunuyor.
Bu bölüm bize veda eden İbrahim Çelikkol’a ufak bir teşekkür etmek istiyorum. Ben bu diziyle başladım yazmaya. Benim için onun gibi bir oyuncuyu izlemek, can verdiği karakteri anlamaya çalışmak her anlamda çok fazla öğretici oldu. Mehdi Usta’nın en başından sonuna her duygusunu bana iliklerime kadar hissettiren, ona can olan İbrahim Çelikkol’a çok teşekkür ediyorum, emeğine yüreğine sağlık, yolu açık olsun.
Haftaya görüşmek üzere.