YAZAR: Şehriban Simay DEMİR

Gerçek aşkın, sevginin insanı güzelleştiren, iyileştiren duygular olduğunu tekrar tekrar yazmaya itiyor Doğduğun Ev Kaderindir beni. Sahi; içimizdeki merhameti, şefkati dışarı çıkarıp kini, nefreti, öfkeyi yok etmez mi asıl sevgi? Gerçekten sevdiğimizde  karşılığında bir bedel istemeyiz ki karşımızdakinin varlığı, iyi ve mutlu oluşu bizim için en büyük ödül değil midir? Bir damla gözyaşı dökmesin diye sevdiğimiz, deyim derindeyse dünyayı karşımıza alıp onun iyiliği ve mutluluğu için zamanı geldiğinde ondan vazgeçmesini de bilirken öldürmek eylemi aklımızın köşesinden bile geçebilir mi? Mehdi’nin çok sevdiğim bir sözü vardı zamanında, Cemile’yi eşinin yanından alırken söylemişti ona: “Böyle sevecekse sevmesin!” demişti. Haklıydı, öldürmek için sevecekseniz sevmeyin; döverek, hırpalayarak, psikolojik şiddet uygulayarak sevecekseniz de sevmeyin. Tabi ki lafım zarar vermeyene, doğru sevene, gözünden sakınana değil ama yanı başımızda da ölüm gerçeği kol gezerken görmezden gelmek de asla doğru değil. Saplantılı sözde sevgilerin iyi sonlanmadığı aşikâr, tıpkı Müjgan’da olduğu ve böyle devam ederse Zeynep’te de olabileceği gibi.

Zeynep, baba evinden gönderilmeden önce travma dolu bir hayat yaşamış, babası yüzünden hem ablasını hem abisini kaybetmiş bir kadın. Bayram’ın yıllarca şiddetine maruz kalmış öyle ki hâlâ “Ben onunla aynı çatı altındayken uyuyamıyorum!” diyecek kadar travmatik, ruh hâli. Babası onun geçmişinde, bugününü etkileyen  ve hâlâ kapanmayan yaralar açmış, biliyoruz. Tüm bu affedemeyişlerinin, en ufak bir hatırlatmada keskin tavır koyuşlarının sebebi, geçmişindeki bu izler. Bayram, Zeynep’te öyle bir noktada ki kim olursa olsun o noktaya temas ettiği an affedilmeyecekler listesine giriyor. Geçmişin tüm yükü Zeynep’in hâlâ en derinlerinde ve bu durumu aşmış değil. Bu yüzden Bayram’ın geçmişte yaptıklarını anımsatan, kendini Zeynep’in hayatının dışında buluveriyor çünkü hafifçe kabuk tutmuş o yara, en ufak bir darbede kanıyor ve ben buradayım, diyor.

Aslında baktığımızda Mehdi’yle evliliklerinin bitmesinin en önemli nedeni de yine Zeynep’in Mehdi, Bayram’a dönüşecek korkusuydu. Öyle de oldu; Mehdi ona öyle bir olay yaşattı ki yine o baba evine, o korku dolu yıllarına geri döndü. Zeynep yıllarca babasının eliyle doğduğu evde hapis kalmıştı. Mehdi kapıyı kapattığında kendini bir kafeste gibi hissedişinin sebebi de buydu. Yarası vardı ve Mehdi o yaraya tuz basmıştı. Bundandı dışarı çıkarken aldığı derin nefesler… Çünkü yıllarca nefes alamamıştı zaten, bir saniye daha alamamaya tahammülü yoktu. Bu yüzden Mehdi’yle boşanmış ve arasına mesafe koymuştu. Babası gelene kadar ona tavrı net, çizgisi belliydi. Fakat Bayram’ın gelişi onu öyle afallattı ki Mehdi’nin neyi, neden yaptığını anlayamadı; yorumlayamadı bile. Zeynep, Nermin’in de dediği gibi o kadar iyi niyetli ki Mehdi’nin onu, kendi istediği gibi anladığının da tavırlarından cesaret aldığının da farkında bile değil. Korkusu öyle derindi ki Mehdi’nin babasını nasıl, nerede bulduğuna dair kaçamak cevaplarının da görüşmeyelim dediği hâlde kapının önünde sabahlamasının da hesabını  sormadı bile. Tabii, bir yanda  onun ayarlarını bozan Bayram, diğer yanda ona yardım(!) etmeye çalışan Mehdi vardı. Zeynep’in aşkını şimdilik koyuyorum bir kenara ki bu büyük bir handikap zaten. Onun Mehdi’ye olan davranışları aslında medeni her insanın boşanma sonrası  göstermesi gereken tavırlar ancak bir noktadan sonra da “Galiba kendimi ifade edemiyorum ben, bu neyin cüreti!” diye de insan bir sorgulamaz mı kendisini Allah için. Barış bile dışarıdan bir göz olarak Mehdi’nin ondan bir beklentisi olabileceğini söylemişken hem de! Pasaport meselesinde aynı şekilde, Sakine  günlerce “Seni göndermem!” demesine rağmen kayıp pasaportun sorumlusu olabilecek bir numaralı zanlıyı göremedi! Kişi kendinden bilir işi, maalesef. Zeynep asla yapmayacağı şeyleri başkalarının da yapabileceğinin farkında değil ne yazık ki ve bu saflık bazen beni cidden yoruyor. Neyse ki artık etrafında olayları net bir şekilde görüp onu sarsabilecek biri var: Emine!

Zeynep, olup biteni yorumlayamasa bile Emine tüm olanları çok net bir şekilde anlıyor. Mehdi’nin neyi neden yaptığını da Bayram’ı oraya getirmesindeki amacı da çok net gördü ve doğru tespitlerle Zeynep’e aktardı: “Senin ben iyi bir eş miyim, evlat mıyım diye kendini sorgulamanı istiyor!” dedi ve çok haklıydı. Zeynep biraz da onun telkiniyle kendini hırpalamayı, suçlamayı bıraktı çünkü Emine, Zeynep için etrafındakilerden çok başka bir yerde. Ne Barış gibi dışarıdan bir göz ne de anneleri gibi taraflı bakan biri, ayrıca onun yaşadıklarının birinci dereceden şahidi. Söylediği her şeyin onun iyiliği için söylenmiş olduğunu biliyor. Zira Emine, sadece Zeynep’in kardeşi, dostu değil aynı zamanda onun için mantığın sesi oldu. Onu doğru yönlendirerek kararlarının arkasında dimdik durmasını sağlayarak ve onu her zaman destekleyerek… Onu dinliyor, gerektiği zaman yanında oluyor ve onu asla yargılamıyor. Zeynep’ten farklı olarak onun veremediği tepkiyi, Bayram’a da Mehdi’ye de verebiliyor. Aslında Emine’ye baktığımızda mahallede ve o kültürde büyümüş olmasına rağmen mantıklı düşünebilen, özgüveni yüksek, kimseye boyun eğmeyen, gerektiği anda kim olduğuna bakmaksızın karşındakine rest çekebilen bir kadın görüyoruz. Şüphesiz derine indiğimizde yine karşımıza Sakine ve Sultan çıkıyor. Emine o mahallede büyümüş olmasına rağmen Sultan ve onun yetiştirme tarzı sayesinde apayrı bir yerde. Fakat Zeynep, çok farklı bir kültürde yetişmiş olmasına rağmen hâlâ Sakine’nin etkisi birçok yerde kendisini gösteriyor. Sultan; Emine ve onun geleceği için tüm düzenini bozmuş , o mutlu olsun diye her şeyini feda etmeye hazır bir anneyken Zeynep, Sakine’nin elinde kalan tek evlat olmasına rağmen hâlâ annesinin önceliği değil. Açık söylemek gerekirse bu bölüm Sakine’ye çok kızdım; o kocası yüzünden bir evladını gencecik yaşında gömmek zorunda kalan bir anneyken hala çocuğu yerine kocasını tercih edebiliyor. Kızımın iyiliği her şeyin üstünde demesi gerekirken kocası için yalvarıyor, üstelik kızının bu durumdan ne kadar kötü etkilendiğini bile bile yapıyor bunu. Ne geçmişte ne de şimdi söz konusu kocasıyken evlatlarının bir önemi yok onun gözünde. Bırakın kocasını, söz konusu Zeynep’le Mehdi olduğunda tuttuğu taraf daima Mehdi ve Mehdi’nin hisleri oluyor. Zeynep’in hisleri, istekleri, düşünceleri aklının ucundan bile geçmiyor; duruma “Mehdi ne der?”  diye bakıyor. Sakine’ye ilgili tek temennim son evladının başına bir şey gelmeden aklının başına gelmesidir!

Zeynep bocalasa da hayatını yoluna koymaya, yeniden inşa etmeye devam ederken Mehdi, aksine yaşamını tamamen boşlamış durumda. Tek odağı Zeynep ve kontrolünü iyice kaybetmişe benziyor. Mehdi’nin hissettiklerini ben artık aşk olarak niteleyemiyorum ne yazık ki. Mehdi kafasında tek düşünceyle yaşayan bir adam aslında. Daha önceleri Zeynep her gün onu sevdiğini, gitmeyeceğini söylerken ona inanmıyor sevmediğini düşünüyordu. Bu sebeple her kavganın ardından Nuh’a “Sevmiyor Aga!” diyordu. Şimdiyse durum tam tersine döndü. Zeynep insanca bir şey soruyor, Mehdi aşkından soruyor sanıyor. İnsanlık adına hastanede yanında kalmasını bile bambaşka bir yere çekti. Tabii, Mehdi buradan aldığı cesaretle de onun hayatında müdahale ediyor. Daha önce evinin önüne bile yaklaşmaya cesareti yokken şimdi iş yerine onu almaya gidebiliyor mesela. Onu takip ettiği yetmezmiş gibi Sakine’yle işbirliği yapıp pasaportunu almaya cüret edebiliyor. Üstelik bunları yaparken sürekli bir şeyin arkasına gizlenerek, bahaneler üreterek yapıyor. Eskiden, o “evi korumak” için yapıyorum diyordu şimdiyse “Bayram’ı almaya geldim, onu bırakacağım, onu ikna edeceğim…” gibi bahanelerle Zeynep’i görmek, kontrol etmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Tek odağı Zeynep olunca da dükkânı mı batmış, iflas mı etmişler umurunda bile değil, yeter ki Zeynep’i Barış’a kaptırmasın! Barış ismini duyduğu anda geriye kalan her şeyi unutması, bu uğurda kimi kırdığını umursamaması da madalyonun diğer yüzü. Kibrit’i nasıl üzdüğünün onun psikolojisini nasıl etkilediğinin farkında bile değil. Sırf ondan hediye aldı diye onu hiç utanmadan Zeynep’le Barış’ın yakınlaşmasında aracı olmakla suçladı. Zeynep, evladını ikisi arasındaki meseleden uzak tuttukça Mehdi inatla Kibrit’i konuya dahil ediyor üstelik bunu yaparken de taraf olmasını istiyor. Bu gidişle Kibrit’i de kaybedecek farkında değil.

Maalesef Mehdi, artık o eski Mehdi Usta değil. Zeynep’e sürekli “Ben  değiştim” diyor ama Zeynep haklı, kıyafetleri değişti diye ne Mehdi değişir ne de Bayram. Mehdi hâlâ aynı öfkeli ve kontrolcü adam. Daha kötüsü artık Zeynep görür diye de endişe de etmiyor, Barış’ın pasaport işini hallettiğini öğrenince  peşlerine takıldı ve eğer yoluna engel çıkmasaydı neler yapabilirdi, öngöremiyorum ve kırmızı çizgide olduğunu hissedebiliyorum.

Yazımı bitirmeden önce dizide izlediğimiz  son sahneye ve  orada verilen mesaja dair iki kelam etmek istiyorum. Hiçbir insan sevdiği ya da sevildiği için ölmeyi hak etmez ve bu denli canice bir ölüm romantize edilemez. Hele ki kocası, sevgilisi tarafından öldürülmüş bu kadar kadın; annesiz kalmış bunca çocuk ve evladı canice katledilen bu kadar aile varken ölümün bu şekilde sunulması kanımı dondurdu açıkçası. Emine Bulut cinayetini eminim hepiniz hatırlayacaksınız. Bu  olayı buraya yazdığım için çok üzgünüm ama biz, daha düne kadar “Ben ölmek istemiyorum!” diye diye sokak ortasında ölen bir kadını,  “Anne ne olur ölme!” diye feryat eden bir evladı görmüşken sevgilisi tarafından vurulan bir kadının mutlu şekilde  öldüğü hissinin seyirciye geçirilmesine inanamadım. Madem oraya hem de kadın hakları haftasında öyle bir yazı yazacaksınız o son sahnede bunu bizim de görmemiz ve hissetmemiz gerekirdi. Eğer Müjgan “Artık mahşerde kavuşacağız” gibi bir replik kullanmasaydı o sahneye bakışım farklı olabilirdi yahut son nefesinde o şekilde ölmek istemediğine dair bir şey görseydim… Bize verilen ölüp ahirette kavuşacağız mesajı ve ölüm güzellemesi o sondaki yazıyla aklanamaz, kimse kusuruma bakmasın. Uzun lafın kısası ben orada ölmek istemeyen, bunun için direnen bir Müjgan değil, sevdiğinin eliyle ölen ve bundan dolayı mutlu olan bir Müjgan gördüm bu yüzden sondaki o yazı benim için yok hükmündedir, çok üzgünüm.

Dizinin ikinci sezonunda, birinci sezonda o hayran olduğumuz yiğit, mert adamın takıntılı bir insana dönüşmesini izliyoruz. Mehdi’nin bu şekilde işlenmesi, buna da “âşık” denmesi bana çok rahatsız edici gelmeye başladı. Müjgan’nın ölümü onu derinden sarsacak hiç şüphe yok, zira kaybettiği sadece bir abla değil, aynı zamanda bir anne! Mehdi’nin yaşadığı bu acıyla sarsılıp kendine gelmesini, önceliklerini yeniden gözden geçirmesini, aynaya gerçek Mehdi’yi görmek için bakmasını diler ve umut ederim.

Haftaya görüşmek üzere.

 

 

Benzer Yazılar

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.